04 Kasım 2018

Anıt

Her toplum da kendi heykelini yontar, peki ya Türkiye?

İlhan Selçuk’un her kritik adımı en az iki kez düşünerek atmaya davet eden derin ifadesi, aynı zamanda yaşamın sonuna gelindiğinde görülecekler konusunda muazzam bir uyarıyı da içeriyor:
“Her insan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar.”
Ne garip bir çelişkidir ki öncelikle ruhun ölümsüzlüğüne ölümüne inandığını söyleyen büyük bir kitleye, önemsemeyeceklerini bildiğin halde, sık sık anımsatmak gerekiyor.
Ve sık sık kendimize de:
“Yarın utanırsın.”
Utanmayacağın, dahası seslerin kesildiği saatlerde yatağına yattığında, bir o yana bir bu yana huzursuzlukla dönüp durmamak için öncelikle kendine anlatabileceğin adımların hangileri olduğunu bulmak gerekiyor.
Bazen üzücü ve yorucu da olsa tercihlerde bulunmak.
Masanın tam ucuna yerleştirdiği bardağın düşüp kırılmasından sonra çevresindeki hemen herkesi suçlayan ve o cam kırıklarının bir tekinden bile asla sorumlu olmadığını düşünenlerin ve de utanma duygusunu büyük büyük yitirenlerin bir yaşam heykelini kolaylıkla anlaması beklenemez.
Ancak yonttuğun o taşın neye benzediği çıkar önüne.
Yaşamının sonunda ya da büyük bir kırılma noktasında ve bir biçimde...

***

Ve her toplum da kendi heykelini yontar.
10 Ekim 2015’te, Ankara Garı önünde, kalbinde küçük de olsa yaşayan bir parça kalmış her insanın insanlığından utanmasına yol açan IŞİD’in kanlı terör saldırısından sonra da taşa çekiç darbeleri vurulmaya başlandı.
Konya’daki milli maç sırasında, saldırıda yaşamını yitiren küçük Veysel’in gözleri ve ülkenin tam 42 ayrı iline gönderilen cenazeler için sadece bir dakikalık saygı duruşunda bulunurken yapılanlar “Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyacımız olan şu günlerde” sözlerinin nasıl bir yalan olduğunu ortaya koyacaktı.
Taşın kalbe denk gelecek parçası kırıldı.
Gülümseyen 'yetkililerin' basın toplantısında kalp parçasındaki kırıklar döküldü.
'Kokteyl saldırı' dendiğinde akıl parçası.
Yargılamalar sırasında ise yüzü olacak parça darmadağındı.

***

O taşı buna rağmen eğip büküp herkes adına, utanılmayacak bir heykele vücut vermek isteyenler, Gar Meydanı’na katliamda ölenlerin anısına derme çatma bir anıt yaptı.
Zira başka kimsenin anma niyeti yoktu orada yok olanları.
Çevresi iple çevrildi, yere ölen 100 insanın isimleri yerleştirildi.
İlk saldırı bir sonraki sene 16 Temmuz’da gerçekleştirildi. Derme çatma anıt parçalandı, ölenlerin isimleri dağıtıldı. Aileleri o isimlerin dağıtılmasına üzüldüğünden, anıt yenilenirken isimler bir daha yere konmadı.
Saldırıyı protesto için gidenlere polis müdahale etti, gelip geçenler ölenlerin yakınlarına sataştı, anıt buna rağmen yenilendi.
Sonrasında sactan yapılmış anıt birkaç kez daha saldırıya uğradı, itildi, yere devrildi.
10 Ekim bileşeni dernekler anıtı bu kez yere sabitledi.
Anıtın üzerine sonradan yaşamını yitiren üç kişinin daha ismi eklenerek katliamda ölen 103 kişinin fotoğrafları yerleştirildi.
Anıt bir süre sonra yeniden saldırıya uğradı, sabitlendiği yerden çıkartıldı.
Ve hiçbir saldırıdan sonra fail yakalanmadı, soruşturma açılmadı.
Son olayda artık saldırıyı yapanlar imza atmaktan da kendini sakınmadı.
Polis kayıtlarına göre 26 Ekim’de kapüşonla kendini saklayan iki kişi, gece saatlerinde anıttaki fotoğrafların üzerine sprey boyayla ay yıldız çizdi, "Hain PKK” yazdı, Milli Türk Talebe Birliği amblemi yaptı.

***

Cumhuriyet tarihinin en kanlı terör saldırısının yargılamaları sırasında soruşturmanın genişletilmesi taleplerinin nasıl reddedildiği, davanın nasıl apar topar bitirildiği, kamu görevlilerinin muaf tutulduğu cezaların içeriği ayrı bir konu, dursun bir yanda.
Ama tam 3 yıldır, yakınlarını ancak itiş kakış girdikleri polis kordonunun arasında anmak zorunda kalan bu ülkenin yurttaşları 'birliğin ve beraberliğin' ne olduğunu artık görmek istiyor.
Yaptıkları anıta saldıranların cezalandırılmasını ve devletin terör saldırısında ölenlerin kendi yurttaşları olduğunu anımsayarak anılarına sahip çıkmasını.
Bir anıt bekliyor Gar Meydanı.
'Barış' kelimesinin yarattığı kalp çarpıntısından ürkerek, alana 'Demokrasi Meydanı' adını veren Ankara Büyükşehir Belediyesi, bir de anıt yapılacağını 2015’de bildirmişti.
Üç yıl geçti.
Katliamda avukat eşi Uygar Coşgun’u kaybeden Avukat Mehtap Coşgun, 3 Ekim’de belediyeye bu konuda bir dilekçe daha verdi.
Gelen yanıtta, Demokrasi Anıtı’nın yapılacağı ve yatırım programına dahil edildiği bildirildi.
18 Ekim tarihli yazıya, pek de umut vermeyen bir son cümle de eklendi:
“Gelişmeleri 2019 yılında yerel ve ulusal basında takip edebilirsiniz.”
Takip ediyorlar ve edecekler.
Ve bir ülkeyi sevmenin sürekli saldırarak ve öteki yaratarak mümkün olduğunu zannedenlerin de daha az utanabilmesi için o meydana o büyük anıtı mutlaka inşa edecekler

Yazarın Diğer Yazıları

13 yaşındaki çocuğun ölümünün hesabını kim verecek?

Cihat’ın, cenazesinin bulunduğu tarihte, cesetlerin enkazdan çıkartıldığı gün, güvenlik güçlerine karşı silahlı eylemde bulunması sonucu, ateşli silah yaralanması ile öldüğü tespiti yer aldı kararda. Ceset çürümüş, enkazdan çıkartılmış ama nasılsa aynı gün 13 yaşındaki çocuk silahla çatışmaya girmiş!

Depremler için “sus” emri yargıdan: “İnsanlara yardım gitmedi” diyene hapis cezası

Devletin dava açmaya doyamadığı, cezaevi operasyonunda kepçeyle kolunu kopartması yetmiyormuş gibi yıllarca mahkeme mahkeme süründürdüğü, bütün engellere rağmen okuyup memur olan ve nedensiz biçimde OHAL döneminde memuriyetten de ihraç edilen Veli Saçılık’ın artık felaketlere tepki göstermesi de yasaklandı!

Şehreküsenler ve şehreküstürülmüş Yusuf

Edebiyat hayatı olmuştu Yusuf’un. Şiirler, öyküler hayatı olmuştu. Çinçin’in ortasında bir varile ne bulduysa atıp yakar, topladığı bütün arkadaşları için şiir geceleri düzenlerdi. Mahallede cinayet işlendiği bir günün gecesinde bile şiir şerhi yapmaktan vazgeçmedi

"
"