Şule Çet’in, Ankara’da, plazanın camından itilerek yaşamını yitirdiği iddiasıyla açılan davada yargının geçmiş pratiklerine seslenen sanık Çağatay Aksu’nun “Kızınıza sahip çıksaydınız” sözleri, memleket özeti gibiydi.
Bir tarafta canı yanmış, yaşamı asla eskisi gibi akamayacak olan acılı bir aile ile olan bitenin hesabının sorulmasını isteyen insanlar, adalet istiyorlar.
Diğer tarafta ise hemen her olayda mağduru suçlu çıkartan, yaşananların saatin, eteğin, saçın, mesajın suçu olduğunu bağır bağır söyleyen “her daim haklı” insanlar ve arkalarındaki yargı.
Ne kadar yüksek sesle haklılığını bağırsa da sevdiklerinin kılına zarar gelmesini engellemek için artık ne yapacağını bilemeyen insanların birbirlerine şefkat ve korku dolu uyarıları, aslında her olayda duyulan çaresiz kırgınlık, yeniden ayağa kalkıp mücadele edebilmek için aranan kuvvet ve tüm bunların nasıl olup bittiğine yönelik şaşkınlık, boşlukta sallanıp duruyor.
Aksu’nun cümlesi, öyle annesine duruşmada söz söylendiği için tepkiyle dile getirilmiş bir ifade değil.
Arkasında yargının verdiği kararlar, emniyetin olaylara yaklaşımı, devletin, siyasetin algısı var.
Arkasında bütün bu suçluların mağdur ettiği insanların adalet arayışının önündeki barajlar var.
Arkasında bu algının mağduru olmuş insanların feryadı, yaşamlarını çekilmez hale getiren, içlerinden atamadıkları güvenlik kaygıları, endişeleri var.
“Sahip çıksaydınız…”
* * *
Peki, yargı, ne yapıyor?
Taze ve trajik bir örnek önümüzde duruyor. Bakalım, yargı, bu söze, bu saldırıya, bu algıya sığınanlara ne diyor:
Gebze’de yaşanan olayda, anne, ertesi gün okula gidecek iki kızını yatırmış, bebeğiyle ilgilenip, eşini bekliyordu.
Kocası, eve gelmeden önce telefon açıp, alkol alacağı için meyve hazırlamasını istedi.
Baba, çoğu zaman olduğu gibi geç çıkabildiği iş yerinden ayrıldıktan sonra alkol alıp eve geldi.
Eşinin hazırladığı masada oturup biraz daha alkol aldıktan sonra yatak odasına gitti.
Anne bebeğini emziriyor, uyutmaya çalışıyordu. Eşi “Salonda yatacağım” diyerek, battaniyeyi aldı, kadının beyanına göre, odanın kapısını kapattı.
Ancak annenin içine bir kurt düştü.
Bebek uyuduktan sonra odadan çıktı, kızlarının odasına girdi.
Babayı, 14 yaşındaki kızın yatağında buldu.
Başlangıçta aklına kötülük getirmedi ama “Kalk, kız okula gidecek” dedikten sonra battaniyeyi çektiğinde eşinin engellediğini görünce ürktü.
Zorladı ve eşinin o durumuyla yüzleşmek zorunda kaldı.
15 yıllık kocası küfür ederek salona gitti.
* * *
Uyuyamadığı gecenin sabahında, kadın, ısrarına rağmen konuşmayan kızına kendisine anlatamıyorsa rehber öğretmenle görüşmesini söyledi.
Öğretmene mesaj atıp kızıyla görüşmesini istedi.
Kız, öğretmenine, yaşadıklarını burada aktarılamayacak açıklıkta anlattı.
Babasının hapsedileceği korkusuyla sustuğunu, bir kez anneannesine anlattığını ancak kendisine inanmadığı için yine susmayı seçtiğini söyledi.
Rehber öğretmen durumu polise bildirince, düğüm de çözüldü.
Annenin, kızının anlattıkları örtüşüyordu.
Babanın farklı aşamalardaki savunması ise bir annenin böyle bir iddiada bulunması için asla yetmeyecek gerekçeler içeriyordu:
“İş yerinde yanımda oturan kadından kıskanmıştır...”, “Bir kere kardeşiyle kavga ettim ona kızmıştır...”, “Borcumuz vardı, kızıp, kumpas kurmuştur...”
Baba tutuklandı, hakkında “istismar” suçundan dava açıldı.
* * *
Gebze 1. Ağır Ceza Mahkemesi, önce kızın bakire olup olmadığını araştırdı, bakire olduğu raporu gelince bu kez farklı bir araştırmaya soyundu.
Anne, olay akşamı, bir ortak arkadaşlarını da aramış, sabah karakola da o kişiyle gelmişti.
Annenin başka bir adamla ne işi olabilirdi?
Sanık baba ve avukatı, duruşmada yine, “kumpas” kurulduğunu belirterek, bu durumu konu etti.
Bir anda, “araştırılan” konumuna düşen kadın çaresizce telefon kayıtlarının incelenmesini kabul etti.
Ve mahkeme, sanık babanın talebi üzerine, annenin telefon kayıtlarının araştırılmasına, o adamla görüşmesinin olup olmadığının incelenmesine karar verdi.
Kadının, son dönemde adamla telefon görüşmeleri yaptığı kayıtları geldikten hemen sonra da dosyada değişen hiçbir ifade olmamasına rağmen, suçlamanın düşme, değişme ihtimali olduğunu belirterek 22 Mart’ta babanın tahliyesini kararlaştırdı.
* * *
Kadın ve çocukları için bir koruma kararı bile verilmeden, birkaç sokak öteye taşınan sanık baba öylece tahliye edildi.
Üstelik dava sürerken, hâlâ çocuk yaşta olan kuzeni, daha önce kendisine de istismarda bulunulduğunu iddia ederek, bildirimde bulunmuştu.
Üstelik aynı iş yerindeki bir başka kişiden benzer bir beyan gelmişti, yetmedi.
Sanığın bunlarla ilgili açıklaması ise, “Dayımla eşi boşanmıştı, kuzenim onun etkisiyle beni suçlamıştır” oldu.
Ya kıskanılıyordu ya kendisine kumpas kurulmuştu ya husumet besleniyordu.
* * *
Duruşmalar yapıldı, dava karar aşamasına geldi.
Anne, duruşmalarda şu ifadeyi vermişti:
“Bir baba çocuğunu sevebilir ancak severken neden kendi üstünü ve kızının üstünü battaniye ile örter. Bu sırada Ceyda’nın uyanık olduğunu, gözlerinin kocaman açık olduğunu gördüm. Bu sırada battaniyeyi çektim ama eşim bana battaniyeyi açma dedi. Bir daha çalıştım ama yine izin vermedi. Bu sırada sanığın kızımın eşofmanını yukarıya doğru çektiğini gördüm. Ancak yüzleşmek istemediğimden bu sırada battaniyeyi çekemedim… “
Kız çocuğu da annesini doğruladı ve yine burada aktarılamayacak ifadelerle, babasının yaptıklarını anlattı.
* * *
Savcılık, 2 Mayıs’ta yapılan duruşmada verdiği esas hakkındaki görüşünde, babanın kızın yatağına gittiğine kuşku bulunmadığını aktardıktan sonra, şunları sıraladı:
“Anne, ilk ifadesinde içinde bir duygu olduğunu ve hızlıca kendi odasından sanık ve mağdurenin bulunduğu odaya gittiğini beyan etmiştir. Katılan bir annedir. Her şartta kendisinden ziyade çocuğunu korumak doğasında vardır. Battaniyeyi çekmek istediğini ancak sanığın müsaade etmediğini ileri sürmüştür. Oysa yatan bir kişinin üzerindeki battaniyeyi çeşitli şekillerde açmak mümkündür. Hele ileri sürdüğü duyguları taşıdığı anda yapamayacağı bir hareket söz konusu olamaz. Sanık ve mağdurenin başında durup sonucu beklemek olağan değildir. Mağdure, babası yataktan kalktıktan sonra ağladığını, yok bir şey dediğini ileri sürmesine rağmen annenin bu konuda beyanı olmamıştır. Anne ve kızı, daha önce babasının böyle bir davranışı olmadığını söylemiştir ancak mağdure daha önce de olduğunu anneannesine söylediğini duruşmada aktarmıştır. Mağdurenin anneannesine dahi böyle bir eylemi söyleyebilmesine rağmen olayın akabinde öz annesine söylememesi mümkün değildir. Hatta annesinin rehber öğretmenine telefon açmasından sonra gidip söylemesi de düşündürücür. Aynı odada kız kardeşi de yatmakta olup, uyanmaması ve müdahil olmaması da söz konusu olamaz. Sanığın cezalandırılmasına yetecek şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden beraatine karar verilmesi talep olunur.”
* * *
Mahkeme, aynı duruşmada davayı karara bağladı ve baba Sami C.’nin beraatine karar verdi.
Sami C.’ye hem avukat ücretlerinin ödenmesini kararlaştırdı hem de tutuklu geçirdiği süre için tazminat davası açabileceğini anımsattı.
Bir üye karara muhalif kaldı. Muhalefet şerhinde, “Anne ve kızın çelişki içermeyen beyanları, olaydan sonra aynı sabah çocuğun rehber öğretmenine olayı anlatması, sanığa iftira atmasını gerektirecek bir husumetin bulunmaması ve tüm dosya kapsamından sanığın cinsel istismar suçundan cezalandırılması gerektiği anlaşılmıştır” ifadesini kullandı ancak azınlıktaydı.
* * *
Bir anne, iki kızını korumak için, henüz kucağında bebeği de varken, 15 yıllık eşinden ayrıldı.
Küçük bir ilçede başına gelebilecekleri göze alarak, emniyete, savcılığa gitti, ifade verdi.
Ne kadar ses çıkarılabilecekse o kadar çıkardı.
Tıpkı Şule Çet’in, tıpkı diğer çocukların ve kadınların aileleri gibi.
Duruşmalarda onları dinlemek zorunda kalıyorsunuz, acınızı katlayan cümlelere tahammül edip adaleti bekliyorsunuz, mücadele ediyorsunuz.
Durmadan ve durmadan bütün bu çamurun içinde kirlenmemek için çabalıyorsunuz.
Yetmiyor, çığlık oluyor bunca insanın sesi.
Ama ne yapsanız da kolay vazgeçmiyorlar; aniden ortaya çıkıveriyor, yargının, devletin, sistemin üzerinden çekip alamadığınız battaniyesi.