İstanbul’da, Avrupa ile Anadolu’yu birleştiren köprünün yapımının başladığı dönemde, Hakkari’de Zap suyunun kenarında yaşayanlar, karşıdan karşıya geçebilmek için astıkları tel üzerinde cambazlık yapmak zorunda kalıyorlardı.
Dilekçeler Ankara’ya ulaşmıyordu, dilekçelerin ulaşmadığı yerde seslerin lafı bile olmazdı.
Ankara’nın huyudur istediğinin sesini duymak. Genellikle aynı sesleri duymayı sever, farklı bir sesi ola ki duyduğunda öfkelenir.
O yıllarda Şemsi Belli, "Anayasso" şiirini kaleme aldı. Şairi bilinmeden uzun süre dillerde kalan şiiri Belli’nin yazdığını gazeteci Hasan Pulur ortaya çıkardı.
Hasta bebeklerini doktora götürmek için Zap suyunu geçmeye çalışanların hikâyesini anlatıyordu şiir:
"…Gara dağda, gar altında ufağ ufağ mezerler
Yeddi ceset hetim hetim Zap Suyunda yüzerler
Hökümata arz eylesem azarlar
Ben ketimo, ben hetimo, ben ne biçim vatandaşım hooy babooov?"
Sonradan bir bir katledilen, şans eseri öldürülmedilerse ömürleri cezaevlerinde tüketilen gençler duydu köylülerin sesini. Kendi imkanlarıyla Zap’ın kenarına gidip, 16 köyün kullanabileceği ortak bir noktadan köprüyü inşa etmeye başladı. Onların emeği ses oldu. Gazeteler kampanyalar açtı, Zap’a 30 yıl sonra dinamitlenen köprü o zaman yapıldı. 1990'da dinamitlenen köprü 2010'da ise yine üniversiteli gençler tarafından "Barışa köprü ol" denilerek yeniden inşa edildi.
* * *
İnsanların güven içerisinde bir arada yaşayabilmesi için köprüler kurmak gerekir.
Yaralananlarla, canı acıyanlarla, sesi duyulmayanlarla kurulan küçük bir bağ, anladığını gösteren küçük bir dokunuş, anlamaya çalıştığını gösterdiğin küçük bir söz, anlamadığına dair küçük bir özeleştiri, uzun konuşmalardan, neler yaptığını uzun uzun anlatmaktan, büyük büyük laflardan çok daha etkili her zaman.
Bir köprü, iyileştirir toplumu.
O köprü bazen söz olur, bazen bir davranış. Bazen de kırık dökük ve kusurlu da olsa anayasanın uygulanması… Siyasetin, iktidar oyunlarının, iktidarda kalma çabasının bırakılarak, toplum sözleşmesine, önce sözleşmeyi ortaya koyanın uyması…
* * *
4 Kasım 2016’da tutuklanan HDP eski Eş Başkanı Selahattin Demirtaş için AİHM, "derhal tahliye" kararı verdiğinde, anayasaya göre tahliye olabileceği düşünülüyordu.
Öyle olmadı. Önce davaya bakan mahkeme, tahliye taleplerini zaman kazanmaya yönelik gerekçelerle reddetti, ardından İstanbul’da görülen davası büyük hızla istinaf mahkemesinin gündemine alınıp karara bağlandı. Sonra da AİHM’ye, "Zaten hükümlü" savunması gönderildi. Hemen ardından önceki tahliye taleplerini reddeden ana davanın mahkemesi, tahliye kararı verdi.
Artık hükümlü olduğu için dışarı çıkamayacağı, ana dava da bittiğinde daha uzun ceza alacağı için cezaevinde kalacağı düşünülüyordu ki Demirtaş’ın yattığı sürenin hükümlü olduğu süreyi karşıladığı anlaşıldı. Saatler süren bekleyişlerin ardından Ankara Başsavcılığı, zaten ana davada konu edilen suçlamalardan oluşan bir soruşturma dosyasından yeni tutuklama kararı çıkarttı. Demirtaş hâlâ cezaevinde…
Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ve ÇHD’li avukatların yargılandığı dava, bir başka örnek. Deliller, zaten daha önce yargılamaya konu olmuş, bitmiş başka davayla neredeyse birebir aynı.
Buna rağmen tutuklanan avukatlar, tahliye edildikten üç gün sonra, tahliye eden mahkemenin yeni kararıyla tutuklandı. Kaçma şüphesi olduğu söylenen isimler, kendileri gelip cezaevine girdiler yeniden.
Gazeteci Murat Aksoy da 31 Mart 2017’de tahliye edildikten hemen sonra, bir başka soruşturma gerekçe gösterilerek yeniden gözaltına alınıp, tutuklandı.
Savcılığın itirazı üzerine tahliye kararlarından hemen sonra tutuklanmalarına hükmedilen HDP Milletvekilleri İdris Baluken, Ferhat Encü ve Nursel Aydoğan gibi…
CHP’li Eren Erdem gibi, HDP’li Leyla Güven gibi…
3 yılı aşkın süre cezaevinde tutulduktan sonra yattığı süre aldığı cezayı karşıladığı gerekçesiyle tahliye edildikten bir hafta sonra evinden yeniden gözaltına alınarak tutuklanan yazar Ahmet Altan gibi…
* * *
Gezi davasında 840 gün tutuklu kaldıktan sonra beraatine ve tahliyesine hükmedildikten saatler sonra yeniden gözaltına alınarak tutuklanan iş insanı Osman Kavala, bu uygulamada yeni pencereler açıldığını gösteren, istisnai bir örnek.
Kavala, Gezi soruşturması gerekçesiyle gözaltına alındığında sadece bu suçtan değil, 15 Temmuz darbe girişimi nedeniyle de tutuklanmıştı. Bu nedenle zaten sorgulanan Kavala’nın bu dosyası ile ilgili olarak savcılık, resen "tahliye" talebinde bulundu ve tahliye kararı verildi. Artık sadece Gezi davasından tutukluluğu vardı.
840 gün boyunca akla bir daha gelmeyen soruşturma, Kavala, Gezi davasında tahliye olduktan saatler sonra anımsandı. Zaten sorgulandığı iddialarla gözaltı kararı çıkartıldı, yeniden tutuklama kararı verildi.
Başka davalar, başka hakimler çok fazla örnek oluşturmuyor.
Zira Kavala için beraat kararı vermesinden dolayı şimdi HSK tarafından soruşturulmasına izin verilen İstanbul 30. Ağır Ceza Mahkemesi heyeti, zaten bu dava için özel olarak oluşturulmuştu.
AİHM’nin "Derhal serbest bırakın" kararına rağmen Kavala’nın üç ayrı tahliye talebini reddeden, psikolojik sorunları olduğu kanıtlanmış tanığı duruşma arasında dinleyen, soruşturmanın genişletilmesi taleplerini geri çeviren, avukatların yokluğunda sanık sorgulayan heyet daha ne yapsın…
Elbette sulh ceza hakimlerinin de bu tabloda tutuklama talebine karşı diyecekleri bir şey olamazdı, beklendiği gibi Kavala yeniden cezaevine konuldu.
Firari cemaat savcılarının oluşturduğu kanıtlarla 840 gün tutuklu kalan, henüz Gezi eylemleri devam ederken aynı savcılar tarafından soruşturulan Kavala, şimdi 15 Temmuz nedeniyle cezaevinde.
* * *
Yargının, bilimsel çalışmalarda "düşman ceza hukuku uygulamaları"na örnek gösterilen pratiklerinin yanında, değişmez pratikleri de var.
1994’ten bu yana sistemli olarak "örgüt üyeliği, örgüte yardım, devletin bölünmez bütünlüğüne karşı eylem" gibi gerekçelerle tutuklanan siyasetçi-yazar Mahmut Alınak’ı tutuklamak gibi.
İlk kez DEP milletvekili olduktan sonra 1994’te dokunulmazlığı kaldırılarak tutuklanan Alınak, bu kez de yazdığı kitap nedeniyle, sözleri ve açıklamaları gerekçe gösterilerek tutuklandı. Onuncu kez cezaevine konuldu. Israrla Türkiye’de kalan, ısrarla aynı sözleri söylemeye devam eden, ısrarla örgüt bağlantısı bulunamayan Alınak, belli ki ömrünün sonuna kadar bu uygulamalara maruz kalacak.
Bir önceki tutukluluğunun gerekçesi işkence iddialarını gündeme getirerek, işkenceyle ilgili yaptığı açıklamalar. 14 ay 17 gün hapis cezasına mahkum edilip, cezası ertelenmeyen Alınak, Kars Açık Cezaevi’nden denetimli serbestlikle bırakıldıktan sonra denetimli serbestlik uygulamalarını protesto ettiği için yeniden cezaevine konuldu.
Bir önceki tutukluğu da 2011’de KCK operasyonları yapıldığında gerçekleşmişti. 1 yıl cezaevinde tutulduktan sonra serbest bırakılmıştı Alınak.
* * *
Değişmeyen, istikrarlı bir çizgi…
Denilebilir ki siyasi atmosfer, ülkenin içinde bulunduğu koşullar vs. vs.
Denilir, her zaman bir şey denilebilir.
Ama en güzelini Şemsi Belli demiştir:
"Angara'da: Anayasso!
Ellerinden öpiy Hasso…
Yap bize de iltimaso… B
u işin mümkini yoh mi hooy baboov?"