11 Temmuz 2024

Altındağ'dan Kayseri'ye: Göz yumulanlar, bedel ödeyenler ve linç

2021'de Altındağ'da, şimdi Kayseri'de yaşananlar, bir rahatsızlığın sonucu değil, bir nefret iklimi oluşturmanın provası

Kayseri’de taciz iddiasının ardından Suriyelilere yönelik şiddet olaylarından geriye bu kareler kaldı.

Türkiye'de günler başka coğrafyalara oranla daha hızlı geçer.

Başınızı bir anlığına çevirip, yeniden aynı yöne baktığınızda bile gelip geçen onlarca olayı ıskaladığınızı fark edersiniz.

Kimi savunacağınızı, kimi korumak zorunda olacağınızı şaşırdığınız, yasaların eşit ve adil işletilmediği, anayasanın herkesi aynı şekilde kapsamadığı bir gariplikler ülkesi.

Misal, bir başka ülkede eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş'in öldürülmesiyle ilgili süreci aydınlatan gazeteciler özenle korunur ancak bizde gazetecileri ölümle tehdit eden, kişisel bilgilerini yayan, adım adım izleyen insanlar "vatansever" sayılıyor. Savcılıklar, bu kişiler hakkında tek bir adım atmıyor ancak sosyal medyayı adım adım izleyerek soruşturacak insan tarıyor.

Ya da mahkemede insanları nasıl vurduğunu övünerek anlatan bir tetikçinin 2-3 yılda cezaevinden çıkmış ve yeni bir cinayeti azmettirmiş olması bile olağan kabul edilebiliyor.

Türkiye klasiği…

* * * 

Kayseri'de 30 Haziran akşamı yaşanan, Suriyelilerin yaşadığı mahallelere yönelik saldırıları "duyarlılık" olarak gösteren, Atatürk'ten sözde ifadelerle bu linç eylemlerini normalleştirmeye çalışan büyük bir kalabalık var.

İçişleri Bakanı, o akşam yaşananlara yönelik yaptığı açıklamada, sosyal medya platformu X üzerinden yaklaşık 79 bin hesaptan, 343 bin paylaşım yapıldığını, paylaşım yapılan hesapların yüzde 37'sinin BOT; paylaşımların yüzde 68'nin ise provokatif amaçlı ve negatif olduğunu söyledi. 63 hesap ile ilgili soruşturma başlatıldığını açıkladı.

Geride bıraktığımız gün, bu olayları kışkırtan hesapların aynı anda FETÖ ve PKK bağlantılarının saptandığına yönelik, güvenlik kaynaklarına dayandırılan haberler yapıldı.

Bildik ve beylik laflar.

* * * 

Olayların yaşandığı akşam bir de eski İçişleri Bakanı Süleyman Soylu'nun propagandasını yapan hesaplar da vardı. "Soylu olsa bunlar yaşanmazdı" paylaşımlarının sayısı yüksekti.

Elbette böyle değil. Soylu döneminde onlarca benzer olay yaşandı. Bunlardan en büyüklerinden biri de Ankara Altındağ'da yaşandı.

Polisin, kalabalığı izlemekle yetindiği, 2021'de yaşanan bu olayları anlamadan Kayseri'de başlayan, farklı kentlere de yayılan olayları anlamak da güç.

* * * 

Altındağ'dan Kayseri'ye uzanan gelişmeler derinlemesine yorumlanabilirse, belki yaşananlara tepki gösterenler açısından da doğru adresin neresi olduğu daha net anlaşılabilir. Elbette bunları linç meraklısı kalabalığın anlaması mümkün değil. Onlar ayrıca araştırılması gereken gruplar.

Önce Altındağ'a dönüp, o dönemdeki bilgileri anımsayalım.

* * * 

Suriye savaşının henüz ilk yıllarında bölgeye ilişkin haberlerde o zamanlar çok da ciddiye alınmayan bir örgütün adı geçmeye başladı. Oysa Ürdün'de otelleri bombalamış, parçalanan Irak'ı birbirine katmış bir örgüttü ve yeni hedefi o güne kadar El Nusra adlı örgütü desteklediği Suriye'de egemenlik kurmaktı. Artık dünyanın dört bir tarafında farklı savaşlara katılmış cihatçılar, akın akın Suriye'ye gidiyordu. Kullandıkları ana güzergâh ise Türkiye'nin güney sınırıydı. En rahat geçiş buradan mümkündü.

"Savaşmadan kaçıyorlar" denilen Suriyeliler, Suriye ordusunun, ifadenin tam anlamıyla "dış güçlerin desteklediği" radikal İslamcı örgütlere yenilerek ülkenin kuzeyinden çekilmesiyle zalimlikle baş başa kaldılar. İnsanların bir bölümü savaştı, bir bölümü esir düştü, bir bölümü köleleştirildi.

Hayatları boyunca biriktirdikleri ne varsa bir gecede kaybettiler. Kadınlar esir alınıp köle pazarlarında satıldı, erkekler, ailelerinin gözü önünde kurşuna dizildi. Ve kaçtılar.

IŞİD büyüdü, Rakka'yı başkent ilan etti. Petrolünü dünyanın gözü önünde, devletlerin açtığı arka kapıları kullanarak sattı, zenginleşti. Daha silahlı, daha kalabalık, daha güçlüydü.

* * * 

O zamanlar Ankara Altındağ'da, orada yaşayanlar dışında kimsenin girmediği mahallelerinde IŞİD'in Türkiye hücresi hızla örgütlendi. Mahallede işsiz sayısı çok fazlaydı. Türklerin katılımını örgüt çok önemsiyordu. Mahalledeki bazı gençler, para için, 4-5 aylığına savaşmaya gidip, geri dönmeye başladı. İyi para kazanıyorlardı.

2014'te, Ankara Altındağ'da yaşayan 6 çocuk, sabahın erken saatlerinde evlerinden ayrıldı. Ne Suriyeli biliyorlardı ne Suriye'yi. Dertleri IŞİD'e katılmaktı. Ailelerine işe gideceklerini söylemişlerdi ama öyle olmadı. Çocuklar, otobüsle Kilis'e gelip, orada kaçakçılara 20'şer lira vererek Suriye'ye geçti.

Elbette, birileri akıl vermişti. Akıl verenlerin aradığı kişiler sınırın diğer tarafında karşıladıkları çocukları Rakka'ya götürerek, evlere yerleştirdi. Arapça bilmiyorlardı ama gerek de yoktu. Altındağ'dan tanıdıkları birçok insan o evlerde idi.

Ellerine silah tutuşturulan çocuklardan beşi, birkaç gün sonra geldikleri yolları kullanarak kaçtılar ve Altındağ'a döndüler.

Biri ise kaldı. Zaten ağabeyi de daha önce IŞİD'e katılmıştı ve savaşması karşılığında iyi para alıyordu. Zaman zaman sınırı geçiyor, savaşıyor, Altındağ'a geri dönüyordu. Mahalle muhtarı, komşular, herkes biliyordu durumu. Biraz tatil yapıyor, sonra yeniden savaşmak için Suriye'ye gidiyordu.

14 yaşında T., eline silah tutuşturulduğu Suriye'de yaralandı. Yarası ağırdı. IŞİD, uğraşmak istemedi ve T.'yi sınıra bıraktı. Askerler, yaralı halde bulduğu çocuğu Gaziantep'e getirdi ve Altındağ'da yaşayan ailesini bilgilendirdi.

* * * 

Altındağ'dan insanlar Suriye'deki yıkıma ortak olmaya başlarken, kaçan Suriyeliler de Altındağ'ı keşfetti. Altındağ'ın bazı yerlileri Suriye'deydi ve onlar Suriye'de olduğu için Suriyeliler mahalleye geliyordu.

O yıllarda Ankara'nın göbeğindeki Altındağ'ın merkez mahalleleri Hacıbayram, Önder, Battalgazi'deki binaların büyük bölümü kentsel dönüşüme sokulmuş, evlerin bir kısmı yıkılmıştı. Hükûmetin açık kapı politikasından dolayı akın akın Türkiye'ye gelen Suriyelilere, buradaki yıkık dökük evler fahiş fiyatlara kiralandı. Bir bölümü pazar tezgâhı açıp para kazandı, gündelik işlerde çalışıp evi onardı. Başlangıçta büyük bölümünün niyetleri Avrupa'ya gidebilmekti. Ancak Türkiye'nin güneydeki sınır kapıları açık, batıdaki sınır kapıları kapalıydı. Burada kalmaları gerekiyordu. Yıkık dökük dükkânları kiralayıp esnaflık yapmaya başladı Suriyeliler. Mahallenin tek okulu bile kentsel dönüşüme sokulmuş, çocuklarını uzaktaki okullara göndermek zorunda kalan Altındağ'ın yerlisi, Türk, Kürt, Roman aileler mahalleleri terk etmeye başlamıştı. Terk edilen yerlerin Suriyelilere kiralanmasında kimse sakınca görmedi.

Zamanla Ankara'nın mobilya merkezi Siteler esnafı da Suriyelileri keşfetti. Bir bölümü kayıtsız bu insanları sigortasız, dörtte bir fiyatına çalıştırmak bile mümkündü. Bazıları daha insaflı davrandı. Gün geçtikçe Siteler'deki işçi profili değişti. Kimsenin şikâyeti yoktu.

* * * 

Aynı dönemde IŞİD, Ankara'nın çeşitli semtlerinde okullar açmaya başladı. Suriyeliler, kaçıp geldikleri IŞİD'in yanı başlarında olduğunu o zaman anladılar ama gidebilecekleri bir yer yoktu. Suriyeliler IŞİD'den kaçmıştı ama IŞİD'in Türkiye'deki merkez hücreleri de kaçtıkları yerdeydi.

IŞİD, yıllarca bu okullarda Altındağ'da doğup büyümüş çocuklara İslami eğitim verdi. Haberler çıkıyor ama kimse bir şey yapmıyordu.

IŞİD, aynı yıllarda Türkiye içerisinde bombalı eylemlere başladı. 10 Ekim Gar Katliamı, Diyarbakır HDP Mitingi saldırısı, Suruç katliamı, Reina katliamı…

Örgütün Gaziantep ve Adıyaman hücreleri, yıllardır izlenmelerine rağmen rahat rahat bu eylemleri yaptı.

* * * 

Altındağ'ın merkez mahalleleri de hızla dönüştü. Arapça tabelalar, Arap müziği, Arap yemekleri. 350 bini aşkın kişinin yaşadığı ilçedeki Suriyeli sayısı 100 bini buluyordu neredeyse. IŞİD üyeleri de mahalledeydi. Mahalle her anlamda Suriye'ye benziyordu.

Ama artık kentsel dönüşümün sonuna gelinmiş, yıkık evler, dükkanlar, arsalar değer kazanmıştı. IŞİD yenilmişti, konjonktür değişmişti. Gitmelilerdi ama nereye…

"Narin ayaklarına taş değmesin", nazenin Batı ülkeleri, Türkiye ile geri dönüşüm anlaşması yapmıştı. Türkiye, sınırlarının güneyini bu nedenle açmış, batısını bu nedenle kapatmıştı.

Sadece Suriyelilere ödenmesi için fonlar vermekle yetinmedi Batılı ülkeler. OHAL Komisyonu gibi bir garipliği "hukuki" saydı. AİHM'deki dosyaların gereğinin yapılması konusunda yıllarca adım atmadı.

* * * 

Kayseri'nin de Altındağ'dan bir farkı yok. Aynı mahallelerde cihatçı savaşçılar, bu kişiler yüzünden ülkelerinden kaçıp gelen insanlarla bir arada yaşıyor. Mahallelerin demografisi, gelişimleri birbiriyle aynı.

Suriye'nin kuzeyindeki cihatçıların korunması için politika geliştiren Türkiye, konjonktür değiştiği için Suriye yönetimiyle temas kurmaya çalışsa da bu grupları yalnız bırakmıyor. 

Bir taraftan sınırlarını açmak tehdidiyle batıyı susturan iktidar, diğer taraftan Suriye politikasını da sürdürüyor.

Hem rüşvetçi, iki yüzlü Avrupa'nın refahını hem de Suriyeli cihatçıları koruyabilmek, bir yandan da Suriye yönetimiyle temas kurmaya çalışmak… Zor bir denge…

Kayseri'de yaşananlar da elbette bir istismar olayından duyulan rahatsızlık değil, konjonktürel bir provokasyonun sonuçları.

Bu provokasyonun adresini aramak için, eşzamanlı Suriye'de yaşananlara da bakmak gerekiyor.

* * * 

Bu coğrafyada yaşayan insanlar, elbette, milyonlarca gencin işsizlikle boğuştuğu, ferah feza yaşayamadığı yurtlarına birkaç yılda milyonlarca mültecinin gelmesinden ve kalmasından, bu insanların yok pahasına çalıştırılması nedeniyle yeniden işsiz kalmaktan, yaşadıkları kentin profilinin bir anda değişmesinden rahatsızlık duyabilir. Linç eylemlerine karşı duran ancak rahatsızlığı olanları kastediyorum elbette… İnsani bir duygu bu.

Ama o rahatsızlığın nedeni de savaştan kaçmış insanlar değil.

Bu rahatsızlığı duyanlara, "bir gecede göndeririz", "konut yapıyoruz", "gidecekler", "onlar misafir" açıklamaları yapanların, bütünlüklü politikalar geliştirmeden kentlerin demografisini değiştirenlerin sorumluluğunu savunmasız insanlara yüklemenin anlamı yok.

2021'de Altındağ'da, şimdi Kayseri'de yaşananlar, bir rahatsızlığın sonucu değil, bir nefret iklimi oluşturmanın provası.

Bütün protestoları bastırma yeterliliğine sahip olanların, kalabalıklara engel "olamamasını" başka türlü açıklamak mümkün değil.

İkiyüzlülüğün adresleri belli. Birbirine kızarak, "al evinde besle" sloganlarıyla çözülemeyecek bir sorunun izleyenleriyiz şu anda.

Ve iktidarın da muhalefetin de çözüm üretmeye, barış iklimi yaratmaya zorlanmaması halinde bu sorunun nasıl kullanılacağını, nelere yol açacağını görüyoruz.

Ve bu provalar, Suriye'deki ateşin körüklenmesinin, bir ülkenin paramparça edilmesinin aktörlerini de barındıran mahallelerde yaşanıyor. Asıl endişe verici olan, kalıcı çözümler üretilmezse, yenilerinin ve daha büyüklerinin de her an yaşanabilmesi ihtimali…

Gökçer Tahincioğlu kimdir?

Gökçer Tahincioğlu, 1997'den 2018'e kadar Milliyet Gazetesi'nde yargı muhabirliği, Ankara Haber Müdürlüğü, köşe yazarlığı yaptı.

Haber, yazı ve fotoğraflarıyla Musa Anter, Metin Göktepe, Abdi İpekçi gibi isimlerin adını taşıyan gazetecilik ödüllerini aldı. Çağdaş Gazeteciler Derneği ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti Basın Özgürlüğü ödüllerine layık görüldü.

Bu Öğrencilere Bu İşi mi Öğrettiler?: Öğrenci Muhalefeti ve Baskılar (2013, Kemal Göktaş'la birlikte), Beyaz Toros: Faili Belli Devlet Cinayetleri (2013) ve Devlet Dersi: Çocuk Hak ve İhlallerinde Cezasızlık Öyküleri (2016), Çünkü Umurumuzda adlı mesleki kitaplara imza attı. Yaralı Hafıza ve Kayıp Adalet adlı derleme kitapların editörlüğünü üstlendi. 

İlk romanı Mühür, 2018'de yayımlandı. 2020'de yayımlanan ikinci romanı Kiraz Ağacı ile Yunus Nadi Roman Ödülü'nü kazandı. Üçüncü romanı Sabahattin Ali'yi Ben Öldürdüm, Eylül 2023'te yayımlandı. 2018'den bu yana T24 Ankara Temsilcisi olarak çalışıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

MHP'nin listesi, kaygan hukuki zemini ve en kritik mahkeme

Eski Ülkü Ocakları Başkanı Sinan Ateş gibi bir isim Ankara'nın göbeğinde öldürülecek, azmettiriciyi eski MHP Milletvekili koruyacak, bilirkişi raporundan Ülkü Ocakları'nın Ateş'in açık adresleri ve konumunu düzenli olarak emniyetten öğrendiği bilgisi çıkacak, milletvekilleri bunları yazan gazetecileri aralıksız tehdit edecek ve bunlar haber olmayacak mı, yapılmasın mı?

Cezalandırırken cezalandırmamak: Cinayetin azmettiricileri ve ifşa olan karanlık

Sinan Ateş davası on yıllardır olanı biteni, yaşadığımız karanlığın nedenlerini açıkça gösteriyor

El öpenlerin çokluğu ve kutsal devletin suçları

Dövülenler belli, dövdürenler belli. Ortada bir suç tanıklığı var. Harekete geçen tek savcı var mı? Dayak yiyen insanların suç duyurusu üzerine başlatılan soruşturmalar öylece duruyor. Basit bir itiraf olarak bakıp üzerinden geçilecek mi? Devlet, bunun için mi var?