Kanıksamak ve normalleştirmek maalesef en kötü özelliklerimizden değil.
Kendisinden olmayanın yok olmasını istemek, en insani taleplere karşılık üst perdeden aşırı hamasi yanıtlar verip daha beter olmasını dilemek gibi hasletler varken…
Sadece kendi sözünü ve dünyaya bakışını kıymetli sayan anlayışın sonuçlarından biri, dokunsanız herkesin şikayet edeceği kutuplaşma.
Siyasetin özel bir çaba bile harcamadan derinleştirebildiği kutuplaşmayla ilgili şikayetler de aslında aldatıcı. Zira itiraf etmesek de özelliklerimizden birisi de aslında sadece bizim gibi düşünenlerin sözlerimizi alkışlamasından duyulan büyük hoşnutluk.
Derinleşmiş bir ayrımın içine neler çekebileceğini düşünen, telafisi mümkün olmayanlar üzerine kafa yoran insan sayısı ise adalet, hakikat, vicdan gibi kavramları samimiyetle içselleştirenlerle sınırlı. Seslerinin her mahalleden duyulabilmesi, bir derde deva olabilmesi için uğraşan, işçinin, öğrencinin, kadının, çocuğun hakkını ayrım gözetmeden savunabilen, sayıları avuç içi kadar kalmış bu insanların dünü, bugünü, yarını, ne elde edebildikleri ve ödedikleri bedeller ayrı bir başlık.
Bu cendereden çıkabilmenin, anlaşılmanın yollarından biri, imkanlar artık çok zayıf da olsa anlatmak ve tanıklık.
* * *
Hiç açlık grevi eylemi yapan biriyle yan yana oldunuz mu?
Ya da bir ölüm orucu eyleminin son günlerinde bulunan, yaşamı sonlanmak üzere olan birinin yanında.
Dokunsanız kırılacak, nefes alsanız yok olacak hissettiğiniz o insanın yanında, artık taleplerinin size göre doğru olup olmadığının hatta nelere maruz kalıp bu tercihi yaptığının bir önemi kalmıyor.
“Keşke bırakabilse” diye içinizden geçirdiğinizde saygısızlık yaptığınızı düşünerek utandığınız, “böyle bir eylem biçimi hiç olmasa” diye doğruluğundan emin olduğunuz ve ezber ettiğiniz düşüncenizi kalbinizin en derinine gömdüğünüz o an, sadece şaşkınlıkla bakakalıyorsunuz.
* * *
Türkiye’deki açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinin sonuçları malum.
12 Eylül’den bugüne, bir bölümü dışarıya taşınan açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerinde cezaevlerindeki onlarca kişi yaşamını yitirdi, yüzlerce kişi ağır engelli hale geldi.
Yüzlerce insanın hafızası, “Wernicke Korsakoff” nedeniyle yok oldu, sinir sistemi geri getirilemez biçimde çöktü.
Buna karşılık söylemler hiç değişmedi.
“Bırakın ölsünler”, “Zaten gece yiyorlar”, “Bu kadar açlığa kim dayanabilir, yalan”, “Vitamin alıyorlar”, “Korsakoff dediler halay çekiyor.”
Eylemlerin biçimini, hangi koşullarda gerçekleştirildiğini bile bilmeden yapılan yorumlar elbette masum değil.
Her dönemin iktidarlarından tabana yayılan söylemlerin ana nedenlerinden biri talepleri görünmez ve “tehlikeli” kılmak.
* * *
Bir süredir Türkiye’nin dört yanından açlık grevi haberleri geliyor.
İşten çıkarılan, hakları gasp edilen işçilerden, madencilerden, eski vekillerden, avukatlardan, cezaevlerinden.
HDP Milletvekili Leyla Güven, 116 gündür açlık grevinde. Eylemine cezaevinde başlayan, tahliye edildikten sonra evinde devam eden Güven, durumu her geçen gün kötüleşmesine rağmen tedaviyi kabul etmiyor.
Eski HDP milletvekilleri Selma Irmak ve Sebahat Tuncel de açlık grevi eylemlerinin 47. gününe girdiler. Cezaevlerinde onlarca tutuklu ve hükümlü de 78 gündür açlık grevi eylemlerini sürdürüyor.
Talepler ortak; “Abdullah Öcalan’a yönelik İmralı’daki tecridin kaldırılması.”
Güven’in eylemine başlamasının ardından, sürpriz biçimde çok uzun bir zamandır İmralı’ya gitmesine izin verilmeyen Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalan’a vize çıktı.
Sürpriz kabul edilen kısa görüşmenin ardından sadece Abdullah Öcalan’ın sağlık durumunun iyi olduğu yönünde açıklama yapıldı.
Avukatların görüşüne ise çözüm sürecinin sonlandırıldığı dönemden bu yana izin verilmiyor.
Güven’in ve eylemi sürdürenlerin ortak talebi, Öcalan’ın da cezaevlerindeki diğer mahkumlarla aynı haklardan yararlandırılması.
Elbette özne Öcalan olduğunda sesler hemen birbirine karışıyor.
Ancak Güven’in kızı, gazeteci Sabiha Temizkan, Mezopotamya Haber Ajansı’na verdiği röportajda, bütün bu karmaşık seslerin arasından çok net bir söz söylüyor:
“Biz ne yaptık? Elimize silah mı aldık? Ben kendimi düşünüyorum; hiçbir şey yapmadım. Ya da annemi düşünüyorum. Annem sadece fikirlerini ifade etti, hiçbir şiddet eylemine karışmadı, demokratik hakkını savundu ve hala da bunu yapmaya devam ediyor. Peki neden cezaevine konuldu? Daha önce 'KCK operasyonlarında' alındığında 5 yıla yakın cezaevinde kaldı. Neden? Bütün bunları sorgulamamız gerekiyor aslında. Daha önce de söyledim; bizi öldürürse bu sessizlik öldürür. Lütfen sessiz kalmayalım. Herkes bulunduğu yerden sesini yükseltsin. Çünkü bu sese her zamankinden daha fazla ihtiyaç var ve yine ifade etmek istiyorum. Bugün konuşmadığımızda yarın konuşmamızın bir anlamı olmayacak. Çünkü şu anda açık grevinde olan ve hayatları riske giren çok fazla insan var.”
* * *
ÇHD’li avukatlar Selçuk Kozağaçlı, Aycan Çiçek, Aytaç Ünsal, Behiç Aşçı, Engin Gökoğlu da 39 gündür açlık grevinde.
Daha önce yargılandıkları suçlamalara benzer bir suçtan tutuklanan, ilk duruşmada tahliye edildikten saatler sonra haklarında yeniden tutuklama kararı çıkartılan avukatlar, son duruşmaya “yol”, “güvenlik” gibi gerekçelerle getirilmedi.
Kozağaçlı, babasını kaybettiğinde, mezar başında kelepçeli olarak tutuldu.
Başta savunma hakkı olmak üzere en temel haklarının ihlal edildiğini belirterek açlık grevine başladılar.
* * *
Açlık grevi ve ölüm orucu eylemlerini desteklemek, eylem biçimini anlaşılır bulmak, “ne yapsalardı” demek zorunda değiliz elbette.
Açlık grevi ve ölüm orucu, bir yöntem olarak benimseyelim ya da benimsemeyelim, insanlık dışı bulalım ya da bulmayalım, iradenin inanılması güç sınırlarının zorlandığı, sonu genellikle tahmin edilebilecek olumsuz şekillerde biten bir eylem biçimi.
Ama ne düşünürsek düşünelim, bedenlerini açlığa yatıran, inatla eylemini sürdüren insanlarla en azından diyalog kurulması, taleplerinin kendilerinden dinlenilmesi, anlaşılabilmeleri, eylemi sonlandırmaları için ne yapılabileceği konusunda talepte bulunmak mümkün.
Temizkan’ın dediği gibi, “Bugün konuşmadığımızda yarın konuşmamızın bir anlamı olmayacak.”