Yazımızın ilk bölümünde Koronavirüs'ün çalışma hayatında, eğitim sisteminde ve alışveriş alışkanlıklarımızda kalıcı olarak yaratacağı değişiklikleri öngörmeye çalışmıştık. Bu bölümde ise değişimlerin dünyamıza ve hayatlarımıza olası etkilerine odaklanacağız.
Salgının artması ile beraber belirli sektörlerde hızla devreye alınan evden çalışma ve yaygınlaşan uzaktan eğitimin hayat normale döndükten sonra da belirli ölçüde devam etmesi mümkün görünüyor. Bu değişimlerin ilk etkisi tüketimde yaşanan düşüş olarak karşımıza çıkacak. İşe ya da okula gitmek tüketimin temel ayaklarından biri. Ulaşımdan yemek sektörüne, ofis mobilyalarından sarf malzemelerine, hatta ofis alanlarına olan ihtiyaca bağlı olarak inşaat sektörüne kadar tüketim anlamına gelen çalışma ve eğitim hayatı ofisten/okuldan eve taşındığı oranda tüketim baskılanacaktır. Zaten uzun süredir artmaya başlayan kalem kağıt temelli işleyişin elektronik ortama aktarılması bunun bir örneğidir. Keza kullan at tabak bardak ya da kağıt havlu tüketimi de evde kalındığı oranda ister istemez düşecektir. Ofislerin küçülmesi aydınlatma ya da ısınma için kullanılan enerjiyi de azaltacaktır.
Bugün trafikte yer alan araçların önemli bir bölümü işe ya da okula gitmek için kullanılıyor. Özellikle finans kurumlarının, bilişim firmalarının, şirketlerin yönetim ofislerinin, arge merkezlerinin, üniversitelerin yoğunlaştığı büyük şehirlerde belirli bir oranda evden çalışmanın ulaşıma etkisi yadsınamaz boyutta olacaktır. Ulaşımda kullanılan araçların yüzde 5 azalması bile trafiğin de rahatlamasının etkisiyle yakıt tüketimini yüzde 5’ten fazla düşürecektir. Araç talebinin yine belirli bir oranda düşmesi, yıpranmaya dayalı bakım maliyetlerinin, hatta kazaların azalması gibi dolaylı etkiler de tüketimin azalmasında rol oynayacaktır.
Salgının etkisiyle kapalı mekanlardan bunalmış olmamızın ve kalabalık ortamlarda ister istemez duyacağımız tedirginliğin de etkisiyle AVM’lere olan ilginin düşmesi, açık hava etkinliklerinin artması da yine tüketimi azaltacak yönde etki edecektir. Bunun yanında bugün ihtiyacımız olanı satın almak üzere değil de daha ziyade dopamin salgılayıp kendimizi mutlu hissetmek için alışveriş yapıyoruz. Elbette bu mutluluk çok kısa sürüyor ve tekrar tekrar yeni eşyalar edinme dürtümüzü tatmin etmek zorunda kalıyoruz. Özellikle tüketim kültürünün zirve yaptığı gelişmiş ülkelerde başta olmak üzere bu durumun kontrolünü kaybedip borç batağına düşen ya da alışveriş bağımlılığından kurtulabilmek için tedavi görmek zorunda kalan çok sayıda kişi var.
İşin bir diğer boyutunda ise insanların çoğu ihtiyaçlarını karşılamak için çalıştıklarını düşünüyor. Oysa aldığımız her ürüne gerçekten ihtiyacımız var mı? Evimizdeki eşyalardan ya da gardrobumuzdaki kıyafetlerden birkaçı eksilse yoksunluğunu hisseder miyiz? Sahip olduğumuz birçok şey için bu soruya vereceğimiz cevap hayır olacaktır. Dolayısıyla bir anlamda ihtiyacımız olmayan ürünleri de almak üzere çalışarak hayatımızı harcıyoruz. Gereksiz her alışverişle emekliliğimizi ötelediğimizin farkında bile değiliz. Koronavirüs'ün özgürlüğümüzü elimizden aldığı şu günlerde gereksiz eşyaların hayatımız için bir şey ifade etmediğinin, aksine ömrümüzü, özgürlüğümüzü alıp götürdüklerinin farkına varmamız çok büyük bir kazanım olacaktır.
Evde kalmanın bir grup insan için hobilerini geliştirmek ya da yeni hobiler edinmek için bir fırsat olduğu da açık. Bizi önüne katıp sürükleyen hayatta hep yapmak isteyip de zaman ayıramadığımız, ertelediğimiz ve muhtemelen hiçbir zaman da yapamayacağımız aktivitelere başlamak için çok uygun bir dönemden geçiyoruz. Çoğunluk dizi üstüne dizi izleyip zamanını anlamsızca harcasa da bir grup insanın resim dersleri izleyip hiç başlayamadığı tabloya başladığını, aylardır dokunamadığı gitarıyla yeni bir melodi çalmaya çalıştığını, belki ahşap boyamaya merak saldığını, 3 boyutlu yazıcısıyla hayal ettiği ürünleri üretmeyi denediğini ya da fotoğrafçılıktan tutun da astronomiye kadar bin bir türlü kurstan birine kaydolup yeni ufuklara doğru yol aldığını umuyorum. Tüketim kültürünün her şeyden daha çok üzerimizde baskı hissettirdiği bu çağda deneyimlere yönelimin artması da uzun vadede tüketimin yavaşlamasıyla sonuçlanacaktır.
Hangi nedenle olursa olsun tüketimin düşmesi iş saatleri kısalmadığı müddetçe işsizliğin artmasına sebep olur. Her ne kadar bugün üretim sektörü büyük ölçüde makineleşmiş ve kol gücüyle bağlantısı azalmış olsa da halen çok büyük bir işveren durumunda. Ekonomide en az üretim kadar yer tutan hizmet sektörüyse neredeyse tamamıyla insan gücüne dayalı. Dolayısıyla tüketimde yaşanacak her azalmanın doğrudan işsizliğe yansıması kaçınılmaz. Zaten tam da bu nedenle kapitalizm enflasyondan çok deflasyondan korkar. Fiyatların artmak yerine düşmesi anlamına gelen deflasyon sürecinde insanlar fiyatların sürekli düşmesinin etkisiyle ihtiyaçlarını satın almayı erteleme eğilimine girerler. Tamamen tüketime dayalı bir sistem olan kapitalizm için de bu durum neredeyse çöküşle eşdeğerdir. Tüketimin azalması üretimin ve satışların azalmasıyla, kârların düşmesiyle, kredilerin ödenememesiyle, önce reel sektörün sonra da finans sektörünün büyük darbe yemesiyle sonuçlanır. Bugün ABD başta olmak üzere gelişmiş ülkelerin krizden kaçınmak üzere enflasyon yaratmaya çalışmalarının altındaki neden budur. Faizleri düşürüp ekonomiyi ısıtmaya, tüketimi arttırmaya çalışarak deflasyon tehdidini bertaraf etmeye ve dolayısıyla işsizliği hızla arttıracak ekonominin durgunluğa girmesinin de önüne geçmeyi hedeflerler.
Tüketimin azalmasının dışında işsizliğin kontrolden çıkmasına sebep olacak diğer faktörler de otomasyon ve yapay zekanın giderek artan kullanımı. Aslında uzun süredir hayatımızda olan bu kavramlar giderek daha fazla alanda işlerlik kazanıyor. Yeni fabrikalar mümkün olduğunca az insanla çalışabilecek şekilde tasarlanıyor. Buna uç bir örnek olarak Apple’ın 500 milyon USD yatırımla inşa edilip 2011’de açılan fabrikasının sadece 50 tam zamanlı iş yaratmış olması verilebilir. Yapay zeka ise verinin işlendiği her alanda insana rakip olmaya başladı. Otonom araçlardan finansal kararlara, üretim planlamadan sağlıkta teşhis ve tedaviye kadar karşımıza çıkmaya başlayan yapay zeka birçok işkolundaki istihdamı tehdit eder nitelikte. Bu olgu tüketimin azalması ile birleştiğinde gelecekte istihdam piyasası başta olmak üzere tüm ekonomik sistemin ciddi anlamda etkileneceğini rahatlıkla ifade edebiliriz.
Koronavirüs'ün çalışma pratiklerimiz, eğitim sistemimiz ve alışveriş alışkanlıklarımız üzerinde yaratacağı kalıcı etkileri incelediğimiz ilk yazımızdan sonra bu bölümde de yaşanacak değişimlerin tüketimin azalması ve işsizlik gibi sonuçlara sebep olabileceğine değindik. Bir sonraki bölümdeyse bu olası sonuçların zaten birçok dertle boğuşmakta olan dünyamız için ne anlama geldiğini tartışacağız.