20 Eylül 2012

Unutulmuş bir Fars Baharı

Eğer bu yazıyı yazmazsam içimdeki sıkıntı hiç azalmayacak. Onu bilgisayarımın tuşlarına akıtıp, sizlerle paylaşarak günlerdir iki göğsümün ortasında...

 

Eğer bu yazıyı yazmazsam içimdeki sıkıntı hiç azalmayacak. Onu bilgisayarımın tuşlarına akıtıp, sizlerle paylaşarak günlerdir iki göğsümün ortasında çöreklenmiş oturan bu sıkışmışlık duygusundan kurtulmayı ummaktan başka çarem yok.

Birkaç haftadır iki kitabı aynı anda okuyorum. Biri Almanya’nın ikinci dünya savaşından bu yana en çok satılan kitabı “Almanya Kendini Yok Ediyor”, diğeri de “Ceylan’ın Bakışı”. İlki sanırım sizin de kulağınıza çalınmıştır. Thilo Sarrazin’in kaleme aldığı bu kitap sadece çok satmasıyla değil, sunduğu Müslüman karşıtı, hatta ırkçı tezlerle Almanya’da şiddetli tartışmalara neden olup siyasi bir olaya dönüştü. Nitekim yazarı da bu nedenle Alman Merkez Bankası yönetim kurulu üyeliğinden feragat etmek zorunda kaldı. Aslında ben İranlı yazar Arash Hejazi’nin kaleme aldığı Ceylan’ın Bakışı’ndan söz edeceğim. Sarrazin’in kitabına değinmemin, çünkü onun hakkında yazmaya değer mi bilmiyorum, tek sebebi var; bu iki eserin beni katlanılmaz bir sıkışmışlık, arada kalmışlık, arafta olmak duygusuna sürüklemesi. Sarrazin Müslüman bir ülkede doğan beni, sırf dini aidiyetim nedeniyle düşman saffına koyuyor. Okuduğum hemen her paragrafta kendimi Müslümanları savunurken yakalıyorum. Hejazi ise, iktidara gelen İslamcıların bir ülkeyi nasıl zapturapt altına aldıklarını en ince ayrıntılarıyla ortaya seriyor. Ve ben bu kez her paragrafta Sarazzin’in haklı olup olmadığını sorguluyorum.

 

Neda’nın kara gözleri

\

2009 yılının Haziran ayında, internet üzerinden dünyaya 47 saniyelik bir görüntü yayıldı. Görüntüde protesto gösterisinde olduğu anlaşılan bir genç kız, adı Neda, göğsünden vurulup yere düşüyor ve iki erkek, kızı kurtarmak için çırpınıyor. Biri Neda’nın babası, diğeri de aynı zamanda tıp doktoru olan Ceylan’ın Bakışı kitabının yazarı Arash Hejazi. İkisinin 47 saniyelik çabası daha ömrünün baharında olan Neda’nın ölümüyle sonuçlanıyor. Neda’dan son kalansa ölüm anında kamera önünde donan kocaman kara bakışları. Bu bakışlar dünyanın dikkatini kısa bir süre de olsa İran’da olup bitenlere çeviriyor. Neda Farsça’da ses ya da çağrı demekmiş. Neda’nın çağrısı, görsel tüketim hızına alışmış dünyada kısa sürede unutuluyor ama  Dr. Hejazi’nin peşini hiç bırakmıyor. Nasıl bıraksın? Çünkü Neda, sadece 47 saniyede kurtarmaya çalıştığı bir hastası değil, çok sevdiği memleketinde özgürlük umudu veren bir kuşağın da simgesi.

 

Unutulmuş bir Fars Baharı

 

2009 yılında İran’da neler olduğunu kısaca hatırlayalım. 12 Haziran’da başkent Tahran ve diğer büyük şehirlerde halk cumhurbaşkanlığı seçim sonuçlarını protesto etmek için sokağa dökülmüştü. Çünkü muhalifler Mahmut Ahmedinejat’ın oyların %62,63’ünü aldığına inanmadılar. Protestolar çeşitli şiddette 2010’a kadar sürdü ve Basici milislerinin göstericilere saldırması sonucu, hükümete göre 36 muhaliflere göre 72 kişi hayatını kaybetti. Binlerce gösterici de tutuklandı. Önemli bir kısmı salıverildi ama bunların arasında hala tutuklu olanlar olduğu, bazılarının idam edildiği biliniyor. Bazılarından ise hala haber alınamıyor. Göstericilerin başlarına kollarına taktıkları bantların rengi nedeniyle “Yeşil Devrim” adı verilen bu olaylar karşısında uluslar arası toplum ne yaptı? Bazı Batı ülkeleri, buna Almanya’da dahil, kınayıcı açıklamalarda bulundu ve İran büyükelçilerini davet ederek uyardı. Sadece İngiltere iki İranlı diplomatı sınır dışı etti, o da İranlılar iki İngiliz diplomatı sınır dışı ettiği için. İran halkının yedi ay süren bu direnişi pekala bir Fars Baharı idi ama her nedense, Tunus, Mısır ya da Libya’da olanlar kadar önemsenmedi.

 

Zulüm zulüm getiriyor

 

Dr. Arash Hejazi, der Spiegel dergisinin kendisiyle yaptığı röportajda, Mısır ve Tunusluların İran’daki halk hareketinden etkilendiğini ve ülkesinde “Yeşil Devrim” in hala devam ettiğini belirtiyor. Devrimin yavaş gerçekleşeceğine inandığını vurgulayan Hejazi’nin şu sözleri de bugünkü “Arap Baharı”nı ve Suriye’deki gelişmeleri anlamak açısından çok önemli: “Otokratik bir sistemi bir gecede ortadan kaldırmanın nelere yol açacağını 1979 yılında İran yaşadı. Bir zulmün yerini bir başka zulüm aldı.” Hejazi Ceylan’ın Bakışı adlı kitabında kendi hikayesine, İran halkının, özellikle entelektüellerin, İslam devrimine nasıl umut bağladıklarını anlatarak başlıyor. Kısa süren umudun yerini, özgürlükleri sonuna kadar kısıtlayan rejimin yarattığı hayal kırıklığı alıyor. Hejazi’nin kendi yaşamından, dolayısıyla yeni sistemin işleyişinden verdiği örnekler bazen o kadar saçma ki, okuyanı elinde olmadan gülümsetiyor. İnsanın bunların gerçek olamadığına, yazarın aslında bir masal anlattığına inanası geliyor. Körfez Savaşı’na ayırdığı bölüm ise, şehit mertebesine erişmenin kutsallığı ile cepheye gönderilen binlerce gencin hayatını kaybetmesi gerçeğini en acı şekliyle hatırlatıyor.

 

Coelho ile dostluk

 

Savaşa gitmekten kurtulmanın yolu olarak edindiği doktorluk mesleğinden, hastanelerdeki meslektaşlarının özel muayenehanesine gelmeyen hastaları savsaklaması, parası olmayanların hastanelerde esir kalması vb. biz Türkiyelilere de çok tanıdık gelen nedenlerle vazgeçen Arash Hajeri, yayıncılık gibi maceralı ve tehlikeli bir alana atılıyor. Bu kez kitaplara konan sansürler, yasaklar, bürokrasi uluslar arası dünyadan soyutlanma gibi zorluklar çıkıyor karşısına. Hajeri, kadınlarla yan yana yürümenin bile yasak olduğu ama aynı günde hem kışın hem de yazın yaşandığı buram buram tarih kokan ülkesini her şeye rağmen çok seviyor. O’nu terk edenleri anlıyor ancak bunu yapmayı aklına bile getirmiyor. Çünkü bu ülkede kalırsa söyleyeceği sözün etkili olabileceğini biliyor. Dış dünya ile bağlantı kurmasına katkıda bulunan, kitabına da önsöz yazan Brezilyalı edebiyatçı Paulo Coelho oluyor. Coelho, hem İran’a gelerek hem de Zahir adlı kitabının ilk olarak Farsça yayınlanmasına izin vererek dostuna arka çıkıyor.

 

Biz toz ve kir değiliz, biz halkız

 

Arash Hejazi, kitabında 1978’den 2010 yılına kadar İran’da yaşananları bütün detaylarıyla, bazen bir çocuk, bazen özgürlük arayan bir genç, bazen idealist bir doktor, bazen yorgun bir aile babası gözüyle anlatıyor. Kitap, durmadan akan bir su kaynağı gibi. Bazen ferahlıyor bazen boğulma korkusuna kapılıyorsunuz. Otoriter rejimlerin empoze ettiği korku, hele bunu bilenler için her satır arasında hissediliyor. İran, bundan üç yıl önce pankartlarına “Biz toz ve kir değiliz, biz halkız” diye yazan ve özgürlük isteyen halkını kanla bastırdı, biz bakakaldık. İran rejimini atom bombası üretecek diye dünyadan dışlayan uluslar arası toplum, Mevlana’nın, İbni Sina’nın, Hâfız-ı Şirâzî’nin, Ömer Hayyam’ın torunlarını da dışlamış görünüyor. Almancası IRISIANA Yayınevi’nden çıkan Ceylan’ın Bakışı bence mutlaka Türkçeye kazandırılması gereken bir kitap. Hem de halkların özgürlük aradığı, otoriter sistemlerin yıkıldığı ya da yıkıldığının sanıldığı, İslam karşıtı bir film yüzünden internet bağlantılarına sansür konulmaya çalışıldığı bir dönemde. En azından Neda’nın 47 saniyelik yaşam mücadelesinin sesine kulak, Thilo Sarrazin gibi İslam korkusundan nemalanmaya çalışanlara en doğru yanıtı vermek için.

                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                            

 

Yazarın Diğer Yazıları

Almanya: Fahiş bir kâr kapısı olarak müteciler

Almanya’da mültecilerin barındıkları mekanların önemli bir kısmını yüzde 50’ye varan kâr marjı ile bir İngiliz şirketi, Serco işletiyor. Kârı arttırmak için personelden kısan şirketin işlettiği kamplardan birinde hayatını kaybeden bir mültecinin cesedi ancak iki hafta sonra bulundu. Şirket de, şirkete iş veren eyalet yöneticileri de gazetecilerin bu kötü hizmete rağmen çok kârlı işlere dair sorusularına kaçamak yanıtlar veriyor

Merkel’den sonrası tufan

Popülizm kurbanı Almanya erken seçime gidecek. Başbakan Scholz güven oylamasını ocak ayında yapmak isterken muhalefet önümüzdeki günlerde yapılmasını istiyor. Oylama ne zaman yapılırsa yapılsın Almanya düzlüğe kolay çıkamayacak. Çünkü sorun büyük, çünkü ideolojiler arasındaki çizgi giderek kayboluyor

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

"
"