Ben sosyal medyada fazlaca görüş bildirmem, hele hele polemiklere hiç katılmam. Ancak Alman Parlamentosu’nun Ermeni soykırım tasarısını oyladığı sırada Yeşiller Partisi milletvekillerinden Ekin Deligöz’e bir twitinden dolayı Başbakan Angela Merkel’in oylamaya katılıp katılmadığını sormam üzerine hakaret yağmuruna tutuldum. Ne fahişeliğim kaldı ne de yağlı kazıklara oturtulmadığım. Oysa daha sonra yazdığım yazı, Almanya’nın soykırımı tanımasından rahatsızlık duyanların daha çok tepkisini çekecek nitelikteydi. Ama anladım ki, o öfke kusanlar okumuyorlar, anlamıyorlar. İşte şimdi tam zamanı. Ben değil ama Sema Moritz’in yeni çıkan albümü “Bir Beyoğlu Bestekarı Karnik Garmiryan” belki Alman Parlamentosu’nda çıkan kararın ne işe yarayacağını daha iyi anlatır. Boyut’tan çıkan CD kitapçık, Ermeni bestekarın 135 eserinden sadece 12 ‘sini dinleyicileriyle buluşturuyor.
Garmiryan’ı anlayacak müzisyenlerin ürünü
Sema, diğer albümlerinde olduğu gibi bunda da adeta bir arkeolog titizliği ile çalışmış. Bir iki taş plaktan başka hiçbir eseri kayda alınmayan Garmiryan’ın şarkılarının nasıl icra edileceği konusunda hiçbir fikri olmayan Sema, Dieter Moritz ile birlikte her parçayı adeta oya gibi işlemiş. Aslında Sema’nın bu eserlere ulaşması bile bir mucize. Bestecinin Kanada’da yaşayan oğlu, babasının bir dosya dolusu bestesini ARAS yayınevine, ARAS yayınevi de Sema’ya iletmiş. “Kitap rafımda tam on yıl sabırla bekledi ve sanırım Karnik Garmiryan benim kendisine ulaşmamı, şarkılarına sesimi katmamı istedi…” diyor Sema.
Eminim O’ndan başkası da Garmiryan’ın şarkılarına bu kadar güzel hayat veremezdi. Çünkü Sema, başta Dieter Morizt olmak üzere Garmiryan’ı derinden anlayacak farklı kültürlerden gelen müzisyenler ile birlikte çalışıyor. Bununla yetinmeyen Sema, Garmiryan’ı ve şarkılarını alıp dünyanın en güzel ve en çok kültürlü kentlerinden biri olan Berlin’e götürmüş. Stüdyoda canlı (hücum kayıt) yapılan kayıt bir bahar günü “Ölsem de Seni Unutmam Kalbim Sevemezse, Ruhum Sevecek Gözbebeğim Bin Sene Geçse” sözleriyle başlamış.
Bir duygudan diğerine
Hafif bir ritim ve saksafon ile giriş yapılan bu şarkı hüzünlü bir şarkı, cismi bitse de insanın ruhunun sevmeye devam edeceği ölümsüz bir aşkı anlatıyor. Tam gevşemiş, böyle bir aşkın özlemiyle yanarken ardından gelen Miras Yedi Kantosu, sizi hayallerden çıkarıp gerçek dünyaya döndürüyor. Ve aşk hakkındaki inancınızı oynak ritimlerle sarsıyor. Eeee aşk olur da hasret olmaz mı ? O’nu da kürdili hicazkar usulünde bestelenmiş üçüncü şarkı tamamlıyor. Saksafonun caz tadındaki uzun havası hasret duygunuzu en diplere sürüklüyor. Rast makamından bir hayal kırıklığının tam zamanı.
Aksak ritimdeki “Dilimdeki yad iken Virdi Cemalin” adlı şarkı, kaçan neşenizi yavaş yavaş yerine getiriyor. Bir sonraki hüzzam şarkı bir vals. Karnik Garmiryan’ın 1930 yılında bestelediği parça aşk şikayetlerinin bir asır önce de aynı olduğunu, sizi sahnede çiftinize yine de ayak uyduracak kadar hayretle hatırlatıyor.
“Define Bulunur Viranelerde” adlı hüzzam şarkı bir yandan kimin akil, kimin divane olduğu konusunda düşüncelere daldırıyor ama canlandırıyor da. “Kara biberim, her yer gezerim, beni sevene durmam giderim” sözleriyle başlayan bir sonraki rast şarkı neşenize neşe, canınıza can katıyor. Biri saba diğeri rast iki kantodan sonra üç aşk şarkısı sizi yine hülyalara sürüklüyor. “Tatlı bakışın aşk narına daldırdı beni. Sevda yolunda feda ettim bu can ü teni. Tahammül kalır mı aşık da görünce seni? Can ü dil ile seviyorum üzme bendeni” son şarkının sözleri.
Sema, besteciye dost elini uzatan ilk sanatçı belki
Sanırım 135 eserin hepsi, dinleyeni bir duygudan diğerine koşturan ama çoğu neşelendiren aşk şarkıları. İnsan acaba Ermeni müziğinden alıştığımız ağıtlar yok mu diye de merak ediyor. Gözlerini 1872’de Beyoğlu’nda dünyaya açan Ermeni Karnik Garmiryan kimbilir neler yaşadı ki, aşka saklandı. Kendisi de Ermeni olan Siranuş Köleyan ile evlenen Garmiryan’ın Araksi ve Ara adında bir kız bir de oğlu olmuş. Katiplik, muhasebecilik gibi işler yaparken müzik eğitimi de almayı ihmal etmemiş.
Hem harpatzum hem de batı notalarını öğrenmiş. Müziğe adadığı hayatı, 1947 yılında yine İstanbul’da sona ermiş. Başta çocukları olmak üzere, yakınlarının çoğu başka ülkelerde yaşıyor. Sema, ruhu Şişli Ermeni mezarlığında dinlenen Garmiryan’a 70 yıl sonra dostluk elini uzatan ilk meslektaşı belki. Aranjmanları yapan Dieter Moritz, “Belli ki, bir hazine sandığını açmıştık” derken bu dostluğun epey süreceğini de vurguluyor.
Albümün kitapçığına bir yazı yazarak Alin Taşçıyan ve fotoğrafları ile Ara Güler ve Ali Serim de hem Sema’ya hem de Garmiryan’a yarenlik etmiş. Aras yayınevinin 2004 yılında bestecinin hayatları ve eserlerini konu alan bir kitap yayınladığını da hatırlatmak isterim.
En büyük acı yok saymaktır
Gelelim, bu güzel albümün Alman Parlamentosu’ndaki soykırım kararı ile ilişkisine. Almanlar “evet biz Ermeni soykırımını seyrettik” diyerek kendilerince günah çıkarıyorlar. Bunu yaparken Türkiye’yi hiçbir şeye zorlamıyorlar. Biz onlara niye kızıyoruz? Ermenileri hatırlattıkları için kızıyoruz. Oysa bakın Sema bulmuş çıkarmış.
İçi cıvıl cıvıl aşk şarkıları ile dolu olan koca bir sandığı korkusuzca açmış. Ne Sema, ne Garmiryan, soykırımdan bahsediyor, sadece günlük hayata, Türk’ün, Kürt’ün, Ermeni’nin aynı şiddette hissettiği, aşka, hasrete, iç sızısına, neşeye, coşkuya tercüman oluyor. Kitapçığın bir köşesinde gözüme ilişti, albümün çıkarılmasına az da olsa Berlin Senatosu katkıda bulunmuş. Parlamentodaki bu kararla bu tür katkıların miktarı artacak belli ki. Belli ki Sema gibi sanatçılar, müzik dünyasında daha geniş kazılar yapacak.
Neden korkuyoruz, çıkacak zenginlikten mi? Özür dilememize, günah çıkarmamıza da gerek yok, kültürel mirasımızı görelim ve sevelim yeter. Çünkü en büyük acı yok saymakla verilendir.