11 Nisan 2016

İnsanlar ölmesin diye yapılıyor şarkılar

Mehmet Aktaş çarşamba günü İstanbul Zorlu Center'da...

 XJAZZ Festivali kapsamında, Laia Genç & Istanbul Composers Orchestra ve İstanbul x Berlin Ensemble Zorlu Performans Sanatları Merkezi’nde 13 Nisan’da bir konser verecek. Almanya’da yaşayan Mehmet Akbaş da programa katılan sanatçılar arasında yer alıyor. Aslen Diyarbakırlı olan Mehmet Akbaş, bir yandan kaybolmaya yüz tutan Zazaca şarkıları seslendirirken, diğer yandan Ortadoğu coğrafyasının bütün tınılarına dokunuyor. Akbaş’a göre, insanlar ölmesin diye yapılıyor şarkılar.

Kaç yaşından beri müzikle ilgileniyorsunuz?

Kendimi bildim bileli müzikle ilgileniyorum, ancak profesyonel olarak 18 yılında sahneye adımımı attım. ilk albümüm Wair’i, Zazaca sahip anlamına geliyor, 2001 yılında yayınladık. Zaza dilinin bütün ağızlarını barındıran halk şarkılarını derlediğimiz bu albümün prodüktörlüğünü Metin - Kemal Kahraman kardeşler yaptı. İkisi de modern Zazaca’nın temellerini atan ilk müzisyenler.

Almanya’ya gidişin müzik nedeniyle mi oldu?

Müzik nedeniyle de tabii. Ama hayat şartları artı politik koşullar beni zorladı diyebilirim. Aslında tesadüf de sayılır. Planlanmış değildi. Ama benim sürekli  bir yolculuk var hayatımda diyebilirim. On bir yıldır Almanya’dayım. Mehmet Akbaş olarak solo kariyerime orada başladım. Solo projeler ortak projeler ve albümlerle devam ediyorum.

Memnun musunuz Almanya’da olmaktan?

Müzik açısından çok memnunum. Ana dilimde rahatça müzik yapabiliyorum. Çok iyi müzisyenlerle çalışıyorum. Kendimi ifade edebileceğim her salonun kapısı açık müziğime.

Artık Türkiye’de de Kürtçe müzik serbest. Buna rağmen mi Almanya?

Bu konuda çok derinlere dalabiliriz ama kısaca şunu söylemek istiyorum; Türkiye’de hala, bırakın Kürt müziğini, Kürt kimliğini, alternatif herhangi bir kimliğin de özgür olmadığını düşünüyorum. Burada mutlu olabilseydim, kendim olabilseydim hiçbir yere  gitmezdim. Çünkü iklim olarak kültür olarak burada doğdum büyüdüm. Köklerim bu topraklarda. Burada kalmayı tercih ederdim ama Almanya’da da mutluyum, çünkü özgürüm.

Sen aslında bir anlamda Ortadoğu müziği yapıyorsun. Nasıl tanımlarsın müziğini?

Ben kendimi tanımlarken de zaten Ortadoğulu bir müzisyen olarak tanımlıyorum. Diyarbakırlıyım. Pek çok dilin dinin kültürün, kimliklerin hala yaşadığı, uzantılarının olduğu bir şehir Diyarbakır. Bize yakın bildiğim bütün dillerde şarkılar söylüyorum. Türkçe, Farsça, Ermenice, Süryanice, ama ana dilim Zazaca olduğu için ve kaybolma tehlikesi olduğu için ana dilimde ağırlıklı olarak şarkı söylüyorum. Diğer dilleri daha çok proje kapsamında kullanıyorum. “Şarkı” adlı hala devam eden bir projem var mesela, o çerçevede Arapça da söylüyorum. Ben bu toprakların seslerinin, tınılarının ortak olduğunu düşünüyorum. Ben müzikte de yerel kalabilecek bir insan değilim. Gerek müzik, gerekse dil açısından daha geniş bakmayı, evrensel bakmayı istiyorum. Bu toprakların müziklerini dünyanın farklı tınılarıyla birleştirme şiarıyla yola çıktım. Gayet de iyi gidiyor.

Kısaca dünya müziği yapıyorsun diyelim. Konserlerine de Kürtlerden ve Türklerden çok Almanlar, Avrupalılar geliyor gördüm kadarıyla.

Tabii bir süre sonra dil unsuru ortadan kalkıyor. Konsere gelenlerin yarıdan fazlası yabancı bizim topraklarımıza diyebilirim. Aslında her toplumdan gelen var. Şu da var;  Ortadoğu dikkat çeken bir coğrafya hem kültür, hem de politika açısından. Müzik sayesinde Avrupalıların ön yargılarını kırdığımızı düşünüyorum. Onlara güzel bir his yaşatıyoruz sanırım ve bizim seslerimizi tınılarımızı dinledikçe bu coğrafyayı daha çok merak ediyorlar.

Savaşlar maalesef kültür ve sanatı da bombalıyor. Suriye’deki savaşın etkisini müzik dünyasında hissediyor musunuz?

Tabii ki. Suriye’deki savaş resmileşmiş, ama Türkiye’de de gayri resmi bir savaş var ne yazık ki. İsmi konmamış ya da başka şekilde adlandırılmış. Müziği çok etkiliyor bu. Pek çok insanın kafasında müzik bir eğlence aracı olarak görülüyor. Ama müzik bir ifade biçimi, bir yaşam felsefesidir. Kendi duygularımızı, bize yakın olan insanların dünyasıyla buluşturup, bir şekilde kendimize göre bir dünya yaratıyoruz. Onun için savaş koşullarında müzisyenlerin işi zorlaşıyor. Önümüzü göremez olduk. Üstelik konserlerde “İnsanlar ölüyor siz müzik yapıyorsunuz” gibi tepkiler alıyorsunuz bazen.  Müziğin bir işlevi var. Barışın dili müzik. İnsanlar ölmesin diye şarkılar yazıyorsunuz. Ben her zaman şarkı söylemek niyetindeyim. Hiç vazgeçmeyeceğim. Müzik her zaman her şeye iyi gelir.

Onun için mi Türkiye’desiniz?

Evet. Çok özel bir proje ile buradayız. Caz piyanisti Laia Genç’in öncülüğünde bir proje bu. “Barış ve Özgürlük” adıyla önce Köln’de bir konser düzenledik. Çarşamba günü İstanbul’da Zorlu Center’de bir konserimiz olacak sonra da Berlin’e gideceğiz. Bu projede çok farklı ulus ve müzik disiplinlerinden gelen müzisyenler yer alıyor. Caz’dan, elektronik müzik yapanlara kadar.  Amerika’dan tutun da Polonya’ya kadar pek çok müzisyen katılıyor. Bir dünya caz müziği karışımı bir proje. Tam bir barış sembolü olacak bence.

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

"
"