08 Haziran 2017

İncirlik’te son tango

Türkiye, Almanya’nın önemli gündem maddesi olmaya devam edecek

Almanya’da bakanlar kurulu askerlerinin İncirlik’ten çekilmesi yönünde karar aldı. Kararın kesinleşmesi için Federal Meclis’in onayının gerekip gerekmediği benim bu yazıyı yazdığım dakikalarda daha açıklığa kavuşmamıştı. Ancak bütün partiler kararı hem meclise taşımak hem de onaylamak gerektiği konusunda hemfikir görünüyorlar. Meclise taşınması Yeşiller ve Sol Parti gibi bazı partilerin, Almanya’nın İncirlik Hava Üssü’ne yaptığı yatırımları kesmesi, Ankara’nın Gümrük Birliği taleplerinin reddedilmesi gibi farklı isteklerini dile getirmesine fırsat da tanıyacak. Anlayacağınız Türkiye Almanya’nın önemli gündem maddesi olmaya devam edecek. Tersi de öyle.

Berlin akılla, Ankara duyguyla hareket ediyor.

Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in Ankara ziyareti öncesi yaptığı açıklamalar zaten Almanya’nın İncirlik’ten çekileceğine işaret ediyordu. Gabriel, söylediği gibi bir kez daha denemek istedi. Karar beni pek şaşırtmadı ama Berlin tarafından neden bu kadar sündürüldüğünü pek anlamış değilim. Alman yasalarına göre, Federal Meclis’e ait olan ordu mensuplarını parlamento üyelerinin ziyaret edememesi kabul edilir bir durum değil.  Belki Gabriel, 2016’da Federal Meclis’in Ermeni Kararı ile başlayan inadını bir kez daha kırabileceğini düşünmüş olabilir. Ancak Ankara, kendine bu kez bulduğu gerekçe de daha uzun direndi. Türkiye 15 Temmuz darbe girişimine katıldığı ve Fethulahçı olduğu iddiası ile aranan,  Almanya’da iltica başvurusunda bulunmuş asker ve diplomatları geri istiyor. Ankara dönüşü Türkiye’nin tutumunu “iç politika atağı” olarak nitelendiren Gabriel, Ankara’da sanırım çok net olarak şunu anladı; AKP hükümeti, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hala bir seçim propagandası yürütüyor.  Ama İncirlik krizi iki ülke arasında neredeyse yüzyıllardır yürütülen diplomatik ilişkilerin hiç ama hiç değişmediğini bir kez daha göstermesi açısından da ilginç. Berlin akılla, Ankara duyguyla hareket ediyor.

Alman askerleri pazarlık konusu olamaz

Bu seferki krizin çözümünde farklı ve önemli olan bir detay var; Berlin susar Ankara bağırır çağırır ve hep susanın dediği olurdu.  Şimdilik Ankara’nın inadı kazanmış gibi görünüyor. Zaten Alman medyası da bunu Erdoğan’ın güç gösterisi olarak yorumladı. Ancak Ankara’nın iadesini istediği subay ve diplomatları alabilme olasılığı çok düşük. Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel çok açık ve net bir biçimde, kendi ülkelerine sığınmış, iade edildiği taktirde adil yargılanacaklarından şüphe duydukları, uzun yıllar hapiste tutulacakları kesin olan şahısları kolay kolay Türkiye’ye yollamayacaklarını söyledi. Kendilerine başvuran herkes gibi darbeci oldukları iddia edilen subayların da iltica başvuruları Alman yasalarına göre titizlikle incelenecek. Ayrıca Gabriel, Alman askerlerinin bir pazarlık malzemesi yapılamayacağının altını da kalın kalın çizdi. Bu açıklamaları okuyunca benim aklıma ister istemez  mültecilerin ne kadar kolay pazarlık malzemesi yapılmış olduğu geliyor.

NATO sessiz

Sanırım Ankara’nın bu pazarlıkta elini güçlendiren NATO’nun İncirlik tutumu oldu. Farkındaysanız NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg, aylardır Türkiye’den terörle mücadele konusunda övgüyle bahsediyor. Bu kez de Stoltenberg, sürekli temas içinde olduğu her iki ülkenin de IŞİD ile mücadelede önemli katkılarda bulunduğunu tekrarlamakla yetindi. Bu bağlamda Almanya’da İncirlik konusunda Ankara’nın tavrının birlik anlayışını zedelediği için NATO Konseyi’nde tartışılması yönünde talepler olduğunu bu taleplerin şimdilik yüksek sesle dillendirilmediğini de hatırlatalım. Tabii bu hala NATO’nun bir değerler bütünü olduğuna inanan ya da inanmış görünenlerin talepleri. NATO tarihinde hiç demokrasi ihlalleri yüzünden bir üye ülkesine rest çekmedi. Yunanistan, 1967’den 1974 yılına kadar askeri cunta altında yaşadı. Portekiz’deki tek partili Salazar rejimi on yıllarca sürdü. Türkiye’deki askeri darbeler karşısında da NATO elini taşın altına koymadı. Şimdi niye koysun? Türkiye’nin lideri darbeci de değil, görünürde diktatör de.  Bir askeri birlik olan NATO için 1967 yılında Yunanistan için öne sürülen gerekçe yine baki. Avrupa’nın Güneydoğusunun güvenliği için Türkiye stratejik öneme sahip. Avrupa’nın enerji ihtiyacını karşılamak için düşünülen,  Kafkaslar ve Hazar Denizi’ne uzanan doğal gaz hatları için Türkiye kavşak görevi yapıyor. Boğalar üzerinden Akdeniz ve Karadeniz’e kolayca ulaşmak mümkün. Türkiye ve Yunanistan arasındaki gerginlik iki ülkenin NATO üyeliği sayesinde kontrol altında tutuluyor. Ayrıca Türkiye, ABD’den sonra en güçlü orduya sahip.  

NATO için demokrasi gibi değerler önemsiz

Yukarıda saydıklarım daha çok soğuk savaş öncesi Türkiye’nin önemini arttıran kriterlerdi. Soğuk savaş bittikten sonra NATO, varlığını garantilemek için demokrasi ve hukuk devleti gibi Batılı değerlere sarıldı ki, bu sayede pek çok Doğu Avrupa ülkesini kendine katabildi. Önümüzdeki günler neler gösterir bilinmez ama NATO, Türkiye’nin İncirlik kararı ile bir başka üyesinin hareket serbestisini engellemesi ya da Avusturya ile askeri işbirliğini veto etmesi, Yunanistan ile sınır problemini ısıtması gibi tavırlarını pek ciddiye almıyor. Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile yaşadığı krizleri nasıl geri adım atarak çözdüğünü düşünürsek, pekala NATO yetkililerine hak verebiliriz. Almanya’ya İncirlik’te kafa tutan aynı Türkiye, Rakka’yı vurması için Amerikan uçaklarına bu üssü hiç sorun çıkarmadan açabiliyor. Ayrıca hiçbir zaman bir değerler birliği olmayan bu konuda hep iki yüzlü bir tutum içinde olan NATO’nun bir üye ülkeyi üyelikten çıkarması ise bürokratik olarak neredeyse mümkün değil.

Türkiye-Almanya ilişkileri gerilecek

NATO ile ilişkiler önemsiz ise o halde İncirlik krizinin nasıl sonuçları olacak? Alman Dışişleri Bakanı Sigmar Gabriel’in dediği gibi İncirlik, Türk Alman ilişkilerinde bir başlangıç. 280 Alman askeri ile on bin ton teçhizatın taşınması için gerekli iki aylık süre boyunca IŞİD ile mücadeleyi sekteye uğratmayı göze alan Türkiye yanlış yere savruluyor olabilir.  İncirlik ile birlikte Türkiye’ye karşı sabrının sınırına gelen Almanya için kısa vadede tek bağlayıcı proje var o da Mülteci Anlaşması. Uzun vadede elbette ekonomik ilişkiler Almanya’nın elini bağlıyor. Ancak şimdiden Berlin’de Türkiye’nin Gümrük Birliği’nin hizmet ve tarım sektörlerine de genişlemesine yönelik talebine, karşı sesler yükselmeye başladı.  Ekonomik krizin eşiğinde olan Türkiye’nin buna her şeyden çok ihtiyacı olabilir. Malum AB’nde Almanya’nın sözü geçiyor. Üstelik  Eylül ayında Almanya’da genel seçim var. Nasıl iki ülke arasındaki gerilim Erdoğan’ın ekmeğine yağ sürdüyse, Almanya’daki her politikacınınkine de sürer. Seçimden sonrası tayfun. Bu gerilimin benim için tek olumsuz yönü var Deniz Yücel ve Meşale Tolu gibi meslektaşlarımın daha uzun süre tutuklu kalacak olması. Eğer Erdoğan ve Merkel arasında başka bir pazarlık yoksa. Zira pragmatik bu iki lider arasındaki ilişki kısa vadeli kazanımlara dayalı, bu yüzden de pek öngörülebilir değil.

Kıssadan hisse

Fakat öngörülebilen bir konu var O da başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere AKP’li politikacıların her “Ey Almanya!” nidası Türk halkının bu ülkeye duyduğu güveni sarsmıyor. Alman Konrad-Adenauer Vakfı’nın yaptırdığı ülke çapındaki bir araştırmaya göre,  genç Türkler ne Amerika ne de Rusya’ya en çok Almanya’ya güveniyor. Süddeutsche Zeitung yazarı Christiane Schlötzer’in bu sonuçtan yaptığı çıkarım gibi; Halk Almanya’yı hiç yorulmadan Nazi ve terör destekçisi olarak suçlayan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı ya iyi dinlemiyor ya da O’nun söylediklerine inanmıyor. Bu da umut verici...

 

Yazarın Diğer Yazıları

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

"
"