14 Mayıs 2015

Doğu Batı Dostluk ve Barış Rallisi‘nde ben de bir One Minute vakasına vesile olabilirim!

Ralli hiç de öyle turistik gezi değilmiş...

Allgäu Orient Rally yani Doğu Batı Dostluk ve Barış Rallisi‘nde ikinci günü geride bıraktık. Ralli’de ilk öğrendiğim şey kesin planlar yapmamak oldu. Hiç de benim öyle düşündüğüm gibi turistik bir gezi değilmiş. Günde ortalama 600 km yol yapmak, takım arkadaşlarınla koordinasyonu sağlamak hemen hemen bütün vaktinizi alıyor. Otoyol kullanmadığınız için hız yapamıyor, dolayısıyla zamandan tasarruf edemiyorsunuz. Ama iyi ki, otoyol yasağı konmuş aksi halde pek çok küçük kent ve köyü göremeyeceğiniz gibi doğanın güzelliğine şahit olmaktan da yoksun kalabilirsiniz.

Ralli’yi anlatmaya aslında startından başlamak şart. Doğu Batı Ralli’si her yıl doğum yeri olan Bavyera eyaletindeki Allgäu’a bağlı Oberstaufen’dan başlıyor. Oberstaufen yaklaşık sekiz bin nüfuslu küçük ve tipik bir Bavyera kasabası. Ralli bu yeşillikler içindeki dağlık kasaba halkı için çoktan bir festivale dönüşmüş bile. Kasabalılar bayramı bekler gibi bu günü bekliyorlar. Kasaba meydanında starttan bir gün önce kurulan çadırlar eğlencenin merkezi. Bavyera’nın meşhur biraları yudumlanırken etrafa sosis kokuları yayılıyor.  Bavyera melodileri de hem kasaba halkının hem de ertesi gün ralliye katılacakların neşesini pekiştiriyor. Geceyi Oberstaufen’da dağların arasındaki bir otelde geçiriyoruz. İnsanın günlerce burada kalası ve nefis dağ havasını soluyası geliyor.

Ertesi gün, gün erken başlıyor. Festival çadırının içerisine sembolik bir rampa ve sahne hazırlanmış. Eskiden 23 Nisan ya da 29 Ekim’de kasabalarda yapılan kutlamaları andırıyor atmosfer. Start törenini izlemeye gelenler kahvaltılarını da orada ayaküstü yapıyorlar. Sahnede rallinin organizatörlerinin yanında sıralanmış cüppeli din adamlarını görüyorum ve önce bir anlam veremiyorum. Meğer her yıl, Protestan ve Katolik kilisesi papazları ile bir imam ve haham ralliye katılanları dualarla yolcularmış. Hepsi rallicilerin kazasız belasız evlerine geri dönmelerini diliyor tanrıdan ve herkes kendi dilinde amin diyor. Farklı kültürleri bir araya getiren, Doğu’yu ve Batı’yı buluşturan rallinin ruhuna uygun bir uğurlama bu. Sıra ralli bayrağının start için sallanmasına geliyor. Ralli ve sponsor logolarıyla, takımların sembolleriyle süslü eski arabalar tek tek rampaya çıkıp start alıyorlar. Bir sunucu takımları müzik eşliğinde tanıtıyor. Adını hiç duymadığım ne çok küçük şehir ve kasaba varmış meğer Almanya‘da. Ralliye katılan gençler kadar kadınların da çok olduğu dikkatimi çekiyor.

Biz yani ‘Queens of Peace – Barışın Kraliçeleri’ takımı “cesur kadınlar” olarak anons edildikten sonra yola çıkıyoruz. İlk durağımız Oberstaufen’daki muhteşem göl, Alpsee… Ve ilk ödevimiz ise gölün ortasındaki adaya yerleştirilen Roudbook yani kılvuz kitapcığını almak. Adaya pedallı bot, sandal ya da sal ile gidip dönmek mümkün. Soğuk göl suyunda yüzmeyi tercih edenler de oluyor. Rotamız Avusturya ve İtalya üzerinden Macaristan’a geçmek. Yeşilin onlarca tonuna tanık olarak ve ardarda ilerliyoruz. Avusturya’da bir seyir yerinde yemek molası veriyoruz. Ayağımızın altında kocaman bir vadi, masmavi bir göl ve karşımızda cüsseli bir dağ var. Yağı, patatesi ve eti bol nefis Avusturya yemeklerini yerken güneş bizi yakıyor. Askılı tişörtlerimizle dağın zirvesindeki kara bakarak serinliyoruz. Bu mola bizim ilk tanışma şansımız. Maalesef trafik lambasını kaçırdığımız için Alman fotoğrafçı arkadaşım Almut ve ben takımımızı kaybediyoruz…

Rallinin otoyol ve GPS kullanmamak gibi kuralları olduğu, henüz birbirimizin telefonlarını da almadığımız için, daha önce haritada çizdiğimiz rotayı takip ediyoruz. Olası buluşma noktasını bulup bekliyoruz ama kimse gelmiyor. Ralli organizatörleri üzerinden takım arkadaşlarımızı buluyoruz ancak öğreniyoruz ki rotalarını değiştirmişler. Malum kadınlık halleri… Aslında bizim de dahil olduğumuz medya ekibi bize kucak açıyor. Şimdi Barışın Kraliçeleri ile karşılaşmak umuduyla ilerliyoruz. Kraliçeleri yakalamaya kararlıyız zira son derece enteresan bir takım, hatta benim için rallinin en dikkat çekici takımı. İkisi Filistin, ikisi İsrail, ikisi Ürdünden geliyor, Alman Almut ve ben Köln’den katılıyoruz. Kadınlardan biri Amerika’da doğup büyümüş bir İsrailli, biri ise Çin kökenli ve İsrail’de yaşayan bir Amerikalı. Filistinliler’den biri Süryani kökenli ve ataları Türkiye’ye kadar dayanıyor. Almut ve ben yani bir Alman ve Türk’ü de kattınız mı Ortadoğu’nun bütün aktörlerini yan yana görmüş oluyorsunuz. Eğer takım içerisinde harmoni sağlanırsa, ki benim ilk izlenimim tersi yönünde, barış için umut var demektir. Ancak daha ilk günden liderliği İsrailli kadınlar yapıyor. Yemek molasında Filistinliler ben ve Almut bir, İsrail ve Ürdünlüler bir başka masada oturuyor. Bir daha ne zaman birleşiriz ne zaman sohbet ederiz henüz bilemiyorum. Tek bildiğim İstanbul’un bizi buluşturacağı. Bu buluşma ne kadar sürer onu da bilmiyorum. Belki ben de bir One Minute vakasına vesile olabilirim…

Yazarın Diğer Yazıları

Döner macht schöner (Döner güzelleştirir)

Nasıl ki, Alman iç politikasının Türkiyeli göçmenler ile entegrasyonu döner ile sınırlı ise Türkiye ile ilişkiler de mültecilere indirgenmiş durumda. Türkiye yapısal reformları gerçekleştirmeden bu kısır döngü bitmeyecek. Bitse de en fazla ekonomik ilişkiler canlanacak

Ah İran! Ah Almanya!

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra yaratılan dünya düzeni yine o düzeni yaratanlar tarafından yıkılıyor. İran-İsrail kavgasını da bu oyunun içinde görmek gerekir. Gazze savaşı ile birlikte değerlere dayalı dış politika ve küresel dünya düzeninin dayandığı kurum, kural ve normlar da anlamsızlaştı. Gazze sadece otuz binden fazla kişinin değil, uluslararası düzenin de mezarlığı haline geldi

Dejavu: Menekşe Toprak Berlin’de Suat Derviş’in izini sürdü

30’lu yılların Berlin’i ile bugünün Berlin’i arasında benzerlikleri görmek bende de bir dejavuya neden oldu. Menekşe Toprak’ın ilk kadın romancı ve gazeteciler’den Suat Derviş’i anlattığı kitabına "Dejavu" adını vermesi tesadüf değil

"
"