Sevgili Deniz,
Bugün günlerden Pazartesi. Sabah nedense canım hiç işe gitmek istemedi. Aslında Perşembe akşamından beri böyleyim, biraz hüzünlü, biraz sıkkın, biraz savrulmuş. Canım çok şey yapmak istiyor, nereden başlayacağımı bilemiyorum. Aklıma Perşembe günü gelen ve ertelediğim sana yazmak isteğini gerçekleştirmek ile başlamak istedim. Diğerlerini ise sen çıkınca konuşuruz. Çünkü bir an önce çıkacağına derinden inanmak istiyorum.
Köln’deyim. Yani iki aylık İzmir tatil dönemim bitti, o yüzden Almanya gündeminin içinde debelenip duruyorum. Hafta sonu Hamburg’da G20 zirvesi yapıldı. Ortalık toz duman. Protestolara katılan 50 kişi hakkında tutuklama emri çıkarıldı. Tutuklananlar arasında Fransız, İtalyan ve İspanyollar da var. Alman siyasetçiler, Avrupa’dan gelen protestocuların nasıl olup da olaylara karıştığını tartışıyor. Genosse’lere (Yoldaşlar) karşı folklorik yani olumlu yaklaşımın artık eskidiği de konuşuluyor. Ha bir de otuz kadar gazetecinin G20 akreditasyonu iptal edildi. Anlayacağın basın özgürlüğü buarada da hırpalanıyor. Türkiye’de senin tabirinle Dersimli Kemal’in başlatıp başarı ile sonuçlandırdığı “Adalet Yürüyüşü” nün yankıları gündemde. Sen nerede olmak isterdin acaba? Hamburg mu İstanbul mu? İkisinde de olmak istediğinden eminim. Haber yapma, yazı yazma açlığını bildiğimden, ikisini de kaçırmamayı arzulayacağından eminim.
İkisinde birden olmak isteği. Senin, benim gibi iki evi olanlar için ne güzel bir duygudur. Biri sana ihanet ederse diğerine sığınırsın. Biri diğerinin kötü muamelesini görürse aslan kesilir. Almanya’daki dostların sen içeriye düştüğünden beri böyleler. Yalnız değilsin, hiç yanlız değilsin Deniz. Perşembe dedim ya! İşte o gün #FreeDeniz inisiyatifi ve WDR Cosmo radyosu senin ve senin gibi parmaklıklar ardındaki meslektaşlarımız için bir dayanışma gecesi düzenlediler. Çok güzeldi. Kimler yoktu, kimler. Thomas Gottschalk, Oliver Welke, Christine Westermann, Olli Dittrich, Carolin Emcke, Günter Wallraff, Oliver Polak, Fatih Cevikkollu, Else Buschheuer, Imran Ayata, Halima Ilter, Osman Okkan, Doris Akrap, ve kardeşin İlkay Yücel. Hepsi senin kitap ve makalelerinden pasajlar okudu sahnede. Belki hepsini değil ama Olli Dittrich’inkini mutlaka ama mutlaka dinlemeni, izlemeni isterdim.
Olli Dittrich, senin 2005 yılında Jungle World haftalık gazetesinde yayınlanan “Zu deutsch” adlı yazını sahnelendirdi. Sahnelendirdi diyorum, biliyorum, böyle bir Türkçe fiil yok ama ben dedim oldu, çünkü okumaktan çok fazlasıydı yaptığı. Türkçe aksanında neredeyse hiç hata yoktu. Bir Alman olarak Bayram Karamollaoğlu’nu söyleyebilmek ayrı bir yetenek ister. Sen de iyi yazmışsın ha! Berlin duvarının yıkılması ile Türklerin düştüğü ironik, bak bu kelime de yokmuş Türkçede -Autokorrektur haber verdi-, durumu hoş bir dille anlatmışsın. Deukisch diyorduk galiba bir zamanlar bu dile. Yok yok! aslında Almanca konuşurken içine Türkçe kelimeler serpiştirilen konuşma tarzı için kullanılıyordu bu terim. Seninki bildiğin Tarzan Almancası olmuş. Senin eski yazılarını hiç okumamışım. En çok Gezi ile ilgili yazdıklarını ve sonrakileri biliyorum. Onların pek çoğu güldürmüyor lakin. Boş ver, gözlerim dolacak yine... Zaten sulu gözlünün tekiyim. Kapı gıcırtısına ağlarım
Ah Deniz! sahnede o yazıların okundukça, gözümün önünden kare kare “memleketimden insan manzaraları” geçti. Sanki o ülkeyi hiç tanımıyormuşum da biri bana anlatıyormuş gibiydi, yabancı biri, yabancı bir ülkeyi. Biz bize konuşsaydık, o Beyoğlu’ndaki ilk ve son buluşmamızdaki gibi, o kadar koymazdı belki. “Kol kırılır yen içinde kalır” Bu atasözü ile aramda bir aşk ve nefret ilişkisi var benim. Çünkü ne zaman gerekli olduğunu hiç bilemem. Aslında lafı uzatıyorum boşuna. Seni parmaklıklar arkasında hem de yalnız düşünmek koyuyor bana be. Deniz insansız ne yapar? diyorum. Hoş sen o gece bize yolladığın mektubunda günlerini nasıl geçirdiğini yine ironik bir dille anlatmışsın. Sanırım anaçlık hormonları bunlar, biz kadınlar olayları fazlasıyla dramatize etmeyi severiz. İş ki göz yaşlarımız aksın... Aksın da taaaa Deniz’e kadar ulaşsın.
Yok be Deniz, bu sefer durum hakikaten dramatik. Tutmazsak kendimizi okyanusa dönecek bütün yeryüzü. Doğrusu senin sabrına, metanetine, oradayken bile başkalarını düşünme yetine hayranım. Bir dahaki sefere seni güldürecek şeyler yazacağım söz. Keşke yazmasam da anlatsam. Ha! dayanışma gecesine sıkı bir başlık atmışlar; Wir wollen das Meer sehen, Deniz’i görmek istiyoruz. Deniz! ben de seni görmek istiyorum, o bir akşamlık bol rakılı, bol tütünlü ve bol “Türkiyeli” sohbetimizin tadı damağımda kaldı çünkü. Bis bald.
Sevgiyle kucaklıyorum.
Fulya