27 Haziran 2022
Yeni bir zihniyetin kapısı açılmıştır. Yurttaşlar görüşlerinden dolayı yargılanacaklar. Dönem böyle bir dönem ve kapının önünde, yurttaşlara yasa kapısı kapalı.
Yurttaşları nasıl mı yargılayacaklar? Ceza davası açacaklar ve sadece suç atacaklar. Yurttaş suçlu olmadığını ispat edemezse mahkûm edilecek ve görüşlerinden dolayı hapse atılacak.
Evrensel ceza hukuku ilkelerini ters çeviriyorlar.
Görüş sahibi olanların değil; ama onların görüşlerinin yargılanacağı ve bu yüzden görüş sahibinin mahkûm edileceği yeni yargı düzeni ortaya çıkacaktır ve adı yeni demokrasinin sansürü olacaktır.
Gazeteciler yargılanıyordu, yargılanmaları sürecektir, vazgeçmeyecekler ve haklarındaki ceza davalarını çoğaltacaklar ve çok daha fazla kötülük göreceklerdir.
Artık yurttaşlar gazetecilerin yanında sıraya girecek ve daha çok yargılanacaklar…
Görüşler daha çok bastırılacak ve yeni medya düzeninde sadece düşüncelerin suçlandığı ceza hukuku siyasal iktidarın yanı başında yer alacaktır.
Yurttaşlarının görüşlerinden dolayı yargılandığı bir düzende “hukuk” olmayacaktır.
Toplum dijital demokrasiyi ortaya çıkardı, sahibi yok. İnternet muhteşem bir özgürlüktür. Bizde ise özgürlüğe düşmanlıktır.
Sayısal yurttaşlar aramızdaki özgürlüğün gelişimini yaygınlaştırıyor mu yoksa sınırlandırıyor mu?
Cambrige İnternet Sözlüğünde Sayısal Yurttaş; “Başkalarıyla iletişim kurmak, alım-satım yapmak, siyasete katılmak için İnternet kullanma becerisi/yetkinliği kazanmış, bunun nasıl güvenli ve sorumlu bir yolla yapılacağını bilen kişi” demektir.
1997 yılından itibaren ağ-yurttaşları siyasal toplumla görüş alışverişinde bulunmak, bilgi vermek, bilgi almak, oy kullanmak, bilgiye ulaşmak gibi amaçlarla İnterneti bir araç olarak kullanan yurttaşlardı. [i]
E-Yurttaşlık hizmetleri denilince parmakla gösterilen ülke Estonya 2000 yılında internet erişimini bir insan hakkı olarak tanıdığını duyurdu.
Bizde ise erişimin engellenmesi için kanun yapıldı. Sansüre hizmet için yarışılıyor.
Otokrasi dijital demokrasiyi sınırlandırıyor ve daha da sınırlandıracak.
Örnek derseniz; “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/4471) ile Dijital Mecralar Komisyonu ve Adalet Komisyonu Raporları” ….
İçinde ruh hastalıklarından, kişisel bozukluklardan bahsedilerek kanun değişikliklerine gerekçe yazılmış… Basın Kanunu’nda değişiklik yapmak üzere Meclis'te bulunan Kanun teklifinin genel gerekçesi ne özgürlükleri ne interneti korumak istiyor; sadece sınırlandırmak ve erişim engellemek suretiyle herkese hâkim olmak….
Gerekçede yazılanlara göre; internetle sağlanan kolay erişim ve iletişim yöntemleri “sosyal medya” kavramını toplumsal yaşamın merkezine taşımış, internet, haber ve bilgiye erişimi kolaylaştırdıkça ve hızlandırdıkça, buna bağlı olarak sosyal medyanın kullanımı da artmış, bu artış, yeni ve farklı temalı sosyal medya platformlarının oluşmasına ve insanların zamanının büyük bir bölümünü bu platformlarda geçirmesine neden olmaktadır. Böyle bir görüşle oluşan gerekçenin mimarları çürük temeller üzerine kurulu dijital demokrasiden medet ummasınlar.
Düşünmeli; bir kanun teklifi yazanlar acaba neden böyle şeyler yazarlar? Bu nasıl bir aklın ürünüdür?
Uzmanlar diyormuş ki; “Öyle ki, dijitalleşme ortamıyla bağlantılı olarak yeni sosyal problemlerin, kişilik bozukluklarının ya da psikolojik hastalıkların tartışıldığı bir dünyaya doğru gidildiği, uzmanlarınca dile getirilmektedir. Diğer taraftan dijital dünyanın insan hayatında fazlasıyla etkili olması ve sosyal medya platformlarının bu denli çeşitlenmesi, kişilerin gerek sosyolojik gerek hukuki birçok problemle veya kişisel haklarının ihlaliyle karşılaşmasını beraberinde getirmiştir.”
Kanun değişikliğinin gerekçeleri arasında -nerden biliyorlarsa- kişilik bozuklukları var, psikolojik hastalıklar var, hukuki ve sosyolojik birçok problem var. Uzmanlar hasta mı?
Yasa koyucuya sorarsan yap kanun, düzelsin!
Çok daha dehşet bir tespit ise; “kişisel hakların ihlaliyle” karşılaşılan bir sosyal medya getirilmiş...
Yap kanun kişilik haklarının ihlaliyle ortaya çıkan sosyal medya ortadan kalksın; öyle mi?
Genel Gerekçeye dönelim…. Asıl suçlular bakın kimler!...
Sosyal ağ sağlayıcıları veya dijital dünyanın arka planında rol alan diğer aktörleri suçluyorlar…
Milyarlarca dolar gelir elde ettikleri halde; “kişilerin haklarının korunması noktasında ihtiyaç duyulan önleyici ve koruyucu mekanizmaları geliştirmedikleri ya da etkin tedbirler almadıkları veyahut kullanıcıların ve devletlerin haklı taleplerine direnç gösterdikleri gözlemlenmektedir.”
Milyarlarca dolar gelirle aklı bozulan kişilerin psikoloji bozulursa tedavi olmalıdır.
Devletlerin talepleri ve hatta kullanıcıların talepleri ne ise (?) haklıymış ve buna direnç gösteriliyor, hatta kişilik hakları korunmuyor (muş)? Düzene uygun kullanıcılar düzene uyum gösterse ve Devletlerin talepleri yerine gelse neredeyse kanun değişikliğine gerek bile kalmayacak….
Kanun teklifinin genel gerekçesinin dilinin altında saklı olan şudur:
“İnternet ortamının; ulusal sınır tanımayan olgusu, hızlı erişim ve geniş paylaşım kolaylığı sağlaması, dağınık, çok değişkenli ve dinamik küresel ağ yapısı nedeniyle kötü niyetli kullanıcıların kimliklerini gizleyerek yasa dışı iş ve eylemlerini hayata geçirmesine fırsat tanıdığı artık bilinen bir gerçekliktir. Dolayısıyla, sahte isim ve hesaplarla yasa dışı içerik oluşturup paylaşma, farklı siyasi düşüncedeki kişilere, herhangi bir alanda rakip olarak gördüklerine, farklı dinlere veya milletlere yönelik küfür, iftira veya hakaret etmek, karalamak ya da itibarsızlaştırmak, nefret ve ayrımcılığa zemin oluşturmak amacıyla kullanıldığı durumlarda internet, düzenleme yapılması gerekli alan olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durumda kişilik hakları ihlal edilen bireyler, anayasal güvence altında olan haklarının korunması noktasında devletten beklenti içine girmektedirler. Devletin bu alandaki yükümlülüğü, temel hak ve özgürlüklerin korunacağı ve aynı zamanda ifade özgürlüğünün de güvence altına alınacağı düzenleyici bir rol üstlenmesidir. Bunun sonucunda devletlerin vatandaşlarının temel hak ve özgürlüklerini hem diğer kullanıcılara hem de sosyal medya platformlarına karşı koruması gerekmektedir.”
Bütün bunlar sanki bir kanun teklifinde yer alabilecek nitelikte gerekçeymiş gibi yapacaklarını sayıyorlar ve açık açık sansür diyorlar.
Uluslararası düzenlemelere atıf yaparak ve hatta sakız gibi ifade özgürlüğünü her yerde ve her şeyde kullanarak edilen sözlere aldanmamalıdır. Haklardan bahsederek temel insan hak ve özgürlüklerini sansürlemek dijital iletişimdeki sorunlar çözülemez.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin 10'uncu maddesinden söz ediliyor. Hiç inandırıcı ve ikna edici yanı yok.
“Belirtmek gerekir ki, dijital dünyada da insanların onur, şeref ve saygınlığının, kişisel haklarının, özel hayatlarının dokunulmazlığının ve kişisel verilerinin korunması gerekmektedir.” İşte genel gerekçedeki tek doğru bu cümledir; ama aksini yapmakta ısrarlı olacaklardır.
Kanun teklifinin özü…
“Bu bağlamda, yalan haberi kasıtlı olarak üretme ve yayma eyleminin (dezenformasyon), birey ve toplum iradesini ipotek altına alan ve vatandaşların gerçek bilgiye ulaşma hakkını engelleyen ciddi bir tehdit haline geldiği aşikârdır. Bu tehdit, aynı zamanda çeşitli özgürlükleri istismar etmek suretiyle başta ifade özgürlüğü ve haber alma özgürlüğü olmak üzere temel hak ve özgürlüklerin kullanılmasını engellemeye yöneliktir. Gelişen teknoloji ile birlikte dezenformasyonun vardığı nokta, temel hak ve özgürlükleri korumak adına bu tehditle mücadele etmeyi zorunlu kılmıştır. Bu çerçevede mevzuatımızdaki mevcut düzenlemeleri yeni duruma uygun hale getirmeye yönelik ilave düzenlemeler yapılması zorunluluğu ortaya çıkmıştır.”
Bu zihniyet tehlike demektir.
Artık sadece gazeteciler yargılanmayacak, mahkûm olmayacak; sıra yurttaşlarda…
Yurttaşlar yargılanacak. Söz söyleyenler, görüş açıklayanlar ve görüş edinme hakkını kullanan herkes suçlanacak.
“Açım” derse eğer ve yalan söylemiş olur ve aç olduğunu ispat etmelidir; yoksa suçludur.
“Geçinemiyorum” diye yakınırsa şikâyetinin doğru olduğunu ispatlamalı yoksa para cezasına çarptırılmalıdır!
“Yaşayamıyorum” derse yaşayamadığını kanıtlamalı….
“Yaşıyorum” derse nasıl olur da bu koşullarda yaşayabildiğini ispat etmeli; yoksa yalan söylemekten mahkûm edilebilir.
“Yalan söylemiyorum” derse; yalan söylemediğini kanıtlamalı yoksa yalancılıktan ceza alır.
İyi niyetli olduğunu ileri sürerse iyi niyetini; başkası kötü niyetli olduğunu ileri sürerse aksini ispat etmelidir…
Suç mu istiyorsunuz; işte bütün bunlar yalan rüzgarlarının suçlarıdır ve her şeyin suçunuz olduğu bir itham sistemine geri dönülmektedir. Savunmanın önemi yoktur; asıl olan iddiadır, suçlamadır.
Tek doğrunun itham tek gerçeğin suç olduğu bir gerçek olarak kabul edilen bir düzendir beklenen….
Ne düşünüyorsunuz; sakın düşünmeyin suç olur.
Yeni bir düzen zihniyetinin hâkim kılınmak istendiği tehlikeler yurttaşların ifade özgürlüğüne yeni sansür biçimleri getirecektir; kral çıplak diyebilirsiniz ama dikkatli olun ispatlayamazsanız suç olacaktır. Çünkü kralın çıplak olduğunu ispat edemezseniz mahkûm sizsiniz; çünkü yalancısınız.
Gazeteciler ve yurttaşlar nasıl yargılanmalı?
Yargılamadan önce “yargının ne olduğuna dair yargıda bulunmak” yalan değil gerçekçidir.
Yargı aslında ikincildir ve ondan önce yasa vardır. Yasalar yapıp değiştirmeye, Türkiye’de yasak ve baskı kurmaya yarıyor.
Yasaların kapılarını tutanlar vardır. Egemenler yasa yapar, sonra yasanın kapısından içeri girmeye çalışanlara engel olur ve yasaların giriş kapısının önüne muhafızlar dikerler.
Sonra yıllarca beklediğiniz kapı önünde kalırsınız, kapıyı kapatıp giderler.
Mahkemelerde artık gazetecilerin yargılanması sırasında iddialara karşı bir şey söylemek beyhudedir. Sözlerinizi kimse dinlemeyecektir. Vereceğiniz dilekçeler okunmayacaktır. Talepleriniz karşılanmayacaktır ve yargılama sadece edebiyat yaratacaktır.
Yasa önüne çıkarmak ile mahkeme önüne çıkmak arasında fark var mıdır? Yoktur.
“Yasanın önünde bir kapı muhafızı dikilmektedir. Köyden gelen bir adam belirir ve içeri girip yasaya dahil olmak için izin ister. Ancak muhafız ona izin vermeyeceğini söyler. Adam biraz düşünür ve giriş izninin daha sonra verilip verilmeyeceğini sorar. “Olabilir” der muhafız, ancak şimdi değil. (…) Muhafız ona bir tabure uzatıp onu kapının önüne, biraz uzağa oturtur. Adam orada günler, yıllar boyu oturur. İçeri kabul edilmek için birçok girişimde bulunur ve yakarışlarıyla muhafızı rahat bırakmaz…nihayet gözlerinin feri söner ve artık etrafına karanlık mı bastığını yoksa gözlerinin mi onu yanılttığını bilemez olur. Ancak şimdi, bu karanlıkta yasanın kapısından ebediyen yayılan görkemli ışığı çok iyi seçmektedir. Artık fazla ömrü kalmamıştır. Ölümünden önce, kafasında birikmiş yılların bütün tecrübesi, muhafıza o zamana kadar henüz sormadığı bir soruyu sormaya sev keder onu. Yerinden doğrulamadığı için muhafıza bir işaret yapar. Aralarındaki boy farkı, köylü adamın aleyhine değişmiş olduğu için muhafızın iyice aşağı eğilmesi gerekir. “Ne bilmek istiyorsun hala?” diye sorar. “Doymak bilmiyorsun”. “Eğer herkes yasadan medet umuyorsa” der adam, “nasıl oluyor da geçen bunca zaman boyunca benden başka kimse giriş izni istemedi?” Kapının muhafızı, adamın sonunun geldiğini hissederek, artık neredeyse işitmez olan kulak zarına iyice erişmek için şöyle kükrer: “Buraya senden başka hiç kimse giremezdi, zira bu giriş sadece senin için yapılmıştı. Şimdi, buradan gidiyorum ve kapıyı da kapatıyorum” (Franz Kafka. Yasanın Önünde).[ii]
Yasanın önündeki muhafız açık kapıyı kapatır ve gider.
Yasa herkes için erişilebilir ve evrensel olmadır, ama değildir. Yasa artık yasaktır. Kapısı açıktır ama içeri giriş izni yoktur her yasa kapısının önündeki muhafız yasaya erişime izin vermeyendir.
Yıllardan beri kapıları tutanların hakimiyetindeki yasalara egemen olanlar muhafızlar yüzünden temel insan hak ve özgürlükleri bambaşka bir buyurganlıkla donatılmış yasaklamalardır.
Artık “Basın hürdür, sansür edilemez” cümlesi kaldırılmış “Basın hürdür, sansür edilebilir” olarak değiştirilmiştir.
Ceza davaları açarak, yasaları değiştirerek basın özgürlüğünü sürekli kilitli tutan ülkede yaşamak eziyettir ve herkesi cezalandırmadır.
Tam aksini bellemiştik halbuki… Çağımızda kişilerin bilgi edinmeleri, elde ettikleri bilgiyi yorumlamaları ve bir başkasına ulaştırma hakkı ifade özgürlüğüydü. Ayrıca “özgür ve doğru haber dolaşımı” insanlar için haktı, artık değil.
İnternet özgürlüktür, deniz feneri gibi yolumuzu aydınlatır dedik.
Ama TBMM’de bekleyen son sosyal medya ile ilgili yasa teklifi aydınlığa düşman…
Sosyal medyaya; tartışma ortamı yaratmasın isteyenler tarafından duvar örülüyor. Şeffaf ve karşılıklı iletişim kurulabilen dijital ortamı sır alanına çevirip gizlilik duvarlarıyla örüyorlar ve kapıları kapatıyorlar.
TBMM bulunan yasa teklifi; sosyal medyayı kullanan ve yararlanan herkesin ve tüm kullanıcıların ifade özgürlüğüne müdahale niteliğindedir. Temel insan hak ve özgürlükler kullanılmak için vardır, yasaklamak için değil. Bu Kanun teklifi bir tuhaf sansür yaratacaktır.
Açılan her ceza davasında ifade özgürlüğünün ve adil yargılanma hakkının ne olduğunu ve demokratik hukuk devleti tartışılacaktır; beyhudedir. Yargılayanlar artık dinlemiyor bile.
Gazetecilerin yargılanmasından vazgeçilmelidir. Çünkü; haber, görüş ve düşünceler paylaşılmak için vardır; sansürlenmek ve cezalandırmak için siyasal demokratik yapı yok edilemez.
Bu yasa teklifi insanları yurttaş olmaktan, gazetecileri gazeteci olmaktan çıkararak “tehlikeli" ve "düşman" ilan etmektedir. Kral çıplaktır, ispat edemezseniz suçlusunuz. Yargısının yaratacağı "tehlikenin" önlenmesi şarttır.
Aksi takdirde herkesin kafasının içindeki düşüncenin dahi suçlanacaktır ve hatta cezalandırılabilen "düşünce ceza hukukuna" dönüşecektir.
Böyle bir gerçeğe aykırı ceza hukuku anlayışı kapıları tutan muhafızların sansürüdür.
[i] Cogito. Sayı 102. Yaz 2021. Banu Yobaş Dijital Yurttaşlık, Sınırlar, Algoritmalar. Sy178
[ii] Yargılama Fakültesi. Yasanın Önünde, Önyargılar Jacoue Derrrida. Sy103. İthaki. 2015
Fikret İlkiz'in bu yazısı, ilk olarak Bianet'te yayımlanmıştır.
"Araştıran bir birey, inşa eden bir vatandaştır. Araştıran insanlardan hoşlanmayan bir lider potansiyel bir tirandır”
Çocuklar yıkılmış, yakılmış evlerin, okulların, hastanelerin yıkıntıları arasında aç, yoksul, susuz ve ayakları çıplak oynuyorlar….
“Her şey” mümkün olduğunda her şeyi yapanların kötülüklerine karşı ne demeliyiz?
© Tüm hakları saklıdır.