27 Mayıs 2020

Yasaklar ters tepiyor

İktidarın Davutoğlu’nun liderliğindeki Gelecek Partisi ile Ali Babacan’ın liderliğindeki DEVA Partisi’nin seçimlere girmesini engellemesi beklenen sonucu vermeyebilir, aksine seçmen nezdinde İstanbul seçimlerinde olduğu gibi ters de tepebilir

AK Parti’nin kuruluşunda "3 Y" formülü vardı…

Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar…

AK Parti, yoksullukla, yolsuzluklarla ve yasaklarla mücadele edeceği sözünü vererek iktidara yürüdü.

2001 krizinin yarattığı işsizlik ve yoksulluk, bankaların batması ve bağlantılı yolsuzluk iddiaları, vesayet altında özgürlüklerin kısıtlanması, AK Parti’nin seçim kampanyalarında kullandığı "3 Y" formülünün kaynağını oluşturuyordu.

Son günlerde erken seçim tartışmaları içinde AK Parti ve MHP’nin milletvekillerinin parti değiştirmesini engelleyecek bir düzenleme için ortak çalışma yürüttükleri haberleri geliyor. Son olarak AK parti Grup Başkan Vekili Naci Bostancı bu yönde bir açıklama yaptı.

Partisinden istifa eden milletvekilinin başka bir partiye geçmesinin yasaklanması veya belirli sürelere bağlanması üzerinde çalışıldığına ilişkin haberler yansıdı.

Bu çalışmaların CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçime girmelerini garanti edebilmek için İyi Parti’ye yaptıkları gibi Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’ne milletvekili katkısı verebileceklerini açıklamasından sonra başlaması anlamlıdır. Anlaşılıyor ki iktidar grubu, bir baskın veya erken seçim halinde AK Parti’den doğan bu iki partinin seçimlere girmesini istemiyor. Bu iki partinin alacakları oy yüzde 50 artı 1 sisteminde sonucu belirleyecek kadar etkili olabilir. Türkiye’nin yönetiminden memnun olmayan AK Partililerin, bu iki partiyi ikinci adres olarak görmeleri olasılığı yüksek olduğu için, örgütlenmelerini tamamlayıp daha fazla güçlenmeden yapılacak bir baskın veya erken seçimde sandık dışında kalmalarının hesaplandığı anlaşılıyor.

Çare olur mu?

Bir yasa düzenlemesiyle milletvekillerinin parti değiştirmesi engellenirse bu durum iktidar açısından beklenen sonucu verir mi?

"Yoksulluk, yolsuzluk ve yasaklar"la mücadele etmek üzere iktidara gelen AK Parti’nin bugün itibariyle bu üç alanda da karnesinin çok iyi olduğunu söylemek mümkün değil.

Kişi başına düşen milli gelir, işsizlik oranı, döviz fiyatları, dış borç yükü, bütçe açığı gibi göstergelere bakıldığında Türkiye’nin ağır bir ekonomik krizden geçtiği açıkça görülüyor. Buna Koronavirüs salgının ekonomi üzerinde yarattığı daraltıcı etkiyi de katarsanız, işsizliğin ve yoksulluğun artacağını tahmin etmek için ekonomi uzmanı olmaya gerek kalmıyor.

Yolsuzluk alanına bakıldığında ise iktidara yöneltilen eleştirilerin başında, belirli müteahhit firmalara, gerekli rekabet koşulları sağlanmadan, şeffaf ihale yöntemleri izlemeden verilen büyük işler ve hazineden verilen dolarla ödeme garantileri, yerel yönetimlerde rant üretimi, dağıtımı ve kayırmacılık geliyor. Kılıçdaroğlu’nun iktidara yönelttiği "500 bin lira rüşveti kim aldı" sorusu daha yeni ortaya atıldı.

Yasaklar konusunda da Türkiye özellikle son yıllarda iyi bir sınav vermiyor. Kişi hak ve özgürlüklerinin genişletileceği vaadiyle iktidara gelen AK Parti’nin son dönem uygulamaları bu vaadiyle çelişiyor. Cezaevindeki gazeteciler, bir twit yüzünden tutuklanan vatandaşlar, ifade ve basın özgürlüğü üzerindeki baskılar, "3 Y" formülüyle bağdaşmıyor.

Bunlara yeni iki partinin seçime girmesini önleyecek yasaklar eklenirse, AK Parti’nin kuruluş ilkeleri ve vaatlerinin tam tersi bir durum ortaya çıkar.

Türkiye’de siyasi alandaki yasaklar ve kısıtlamalar her zaman ters tepmiştir. 12 Eylül’den sonra liderlere uygulanan siyaset yasağı bunun çarpıcı örneklerinden biridir.

Yine parti kapatmalarının da bir çare olmadığı yaşanarak görülmüştür. Kapatılan partinin yerine yeni bir parti, yasaklanan siyasetçinin yerine yeni siyasetçi gelmiş ve yasaklar iktidarların beklendiği sonucu vermemiştir.

Son örneklerinden biri 30 Mart 2019 yerel seçimlerinden iktidarın 13 bin oyla kaybettiği İstanbul seçimini, geçerli bir neden ve kanıt olmadan YSK üzerinden iptal ettirmesidir.

Seçmen bu haksız kararı 23 Haziran seçimlerinde 800 bir oy fark yaratarak yanıtlamıştır.

Davutoğlu ve Babacan

İktidarın Davutoğlu’nun liderliğindeki Gelecek Partisi ile Ali Babacan’ın liderliğindeki DEVA Partisi’nin seçimlere girmesini engellemesi beklenen sonucu vermeyebilir, aksine seçmen nezdinde İstanbul seçimlerinde olduğu gibi ters de tepebilir. İktidar gücü kullanarak yapılan, ancak vatandaşın, seçmenin vicdanına sığmayan düzenlemelere karşı sandıktan hep tepki oyları çıkmıştır.

Milletvekillerinin parti değiştirmesini engellemeye yönelik düzenlemeler, sadece CHP’den bu iki partiye geçerek seçime girmelerini sağlayacak milletvekillerinin önlenmesiyle de sınırlı değildir. Belki AK Parti ve diğer partilerden de Davutoğlu’nun veya Babacan’ın partisine geçmek isteyen milletvekilleri olabilir. Bu yöndeki yasa teklifinin Meclis’e sunulması halinde yasalaşmadan önce bu partilere geçmeyi düşünen milletvekillerinin partilerinden ayrılması, iktidar ve muhalefet bloklarının Meclis’teki sandalye sayısını değiştirebilir ve bu da iktidar açısından Meclis çoğunluğu konusunda risk doğurabilir.

Ayrıca, partileri seçime giremese bile Ahmet Davutoğlu’nun ve Ali Babacan’ın 100 biner imza toplayarak cumhurbaşkanı adayı olmalarının önünde de bir engel yoktur.

Milletvekillerinin partilerinden istifa etmelerinde etik bir sorun yoktur. Bu ayrılma partilerinin izlediği politika ile ciddi olarak görüş ayrılığı içinde olan bir milletvekilinin verebileceği bir karardır. Ancak, kişisel çıkar, ikbal arayışı ve maddi beklenti ile milletvekillerinin parti değiştirmeleri etik değerlere ters düşer. Siyasi tarihimizde bu nedenlerin biriyle parti değiştiren milletvekilleri olmuştur. Bu tür kararlar elbette savunulamaz.

Doğal olan Gelecek Partisi ve DEVA Partisi’nin yasanın aradığı örgütlenmeleri yaparak seçime katılmalıdır. Ancak, İyi Parti’de olduğu gibi bu partilerin seçime girmemesi için özel bir gayret gösterilmemesi veya idari, yargısal, yasal engel çıkarılması halinde Kılıçdaroğlu ifade ettiği gibi katkı verme yolunu seçebilir.  

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"