03 Temmuz 2020

Yasaklar çare olmaz

Devlet kurumu olması gerekirken iktidar kurumu haline gelmiş olan mercilerin kararlarını siyasi otoritenin verdiği kararlar olarak görmek gerekir

Çözüm üretemeyen iktidar yeni sorunlar üreterek, mevcut sorunların üstünü örtmeye çalışıyor.

Bunu yaparken yasakçı bir zihniyetle hareket ediyor.

Kontrol edemediği alanları yasaklayarak, kontrol edemediği kurumları yasa ve devlet gücüyle parçalayarak etkisiz kılmak istiyor.

Bunun en sıcak ve bariz örneği Halk TV ve Tele1 televizyonlarına verilen ceza.

RTÜK, beş gün ekran kapatma kararıyla tarihinin en ağır cezasını, Halk TV’ye ve Tele1’e verdi. Bu cezanın bir sonraki aşaması iki televizyonun da yayın lisansının iptal edilerek tamamen kapatılması.

Bu kararın demokratik hukuk devletinde yeri yoktur. Nitekim RTÜK, beş günlük ekran karartma gibi çok ağır bir cezayı verirken, yasal dayanak bulmakta oldukça zorlanmışa benziyor.

Yargının bile kolayca veremeyeceği sansür niteliğindeki bu kararın yine yargıdan döneceğine inanmak istiyorum.

RTÜK bir yargı organı değildir.

Yasama organının seçtiği, özerk olması gereken, idari devlet organıdır.

Bu nedenle, idari kararlarla yayın organlarının faaliyetini durdurmak gibi ancak yargının yetkisinde olması gereken ağır cezalar verebilmesi çok ciddi bir sorundur.

RTÜK’ün sadece iktidarın istediği gibi yayın yapmayan televizyonlara ağır cezalar yağdırması, iktidar yanlısı yayın organları hakkındaki şikayetleri ise gündemine bile almaması, kuruluş amacından ve niteliğinden çok uzaklaştığını gösteriyor.

Devlet kurumu olması gerekirken iktidar kurumu haline gelmiş olan mercilerin kararlarını siyasi otoritenin verdiği kararlar olarak görmek gerekir.

Halk TV’ye ve Tele1’e verilen ceza da siyasi bir karardır.

Yasak sonuç getirmez

AK Parti’nin iktidara gelirken en büyük iddialarından biri "yasaklarla mücadele" edeceğiydi. Propagandası bu taahhüde dayalıydı.

İktidarını güçlendirdikten sonra tam aksini yapmaya başladı.

Önce basını kontrol altına almaya yöneldi.

Bu amaçla devlet gücünü ve kamu sermayesini kullanarak basının bir bölümünü kontrolü altındaki iş insanlarına bağladı.

Bununla da yetinmedi…

Türk basınının en büyük grubu olan Doğan Medya Grubu’nu, önce vergi cezalarıyla, sonra sahipleri hakkında ağır ceza davalarıyla baskı altına aldı ve nihayet bir kamu bankasından alınan krediyle, el değişmesini sağladı. Doğan Grubu medyadan çekilmek zorunda kaldı.

Bu gruba ait gazeteler ve televizyonlar da daha öncekiler gibi iktidardan yana yayın yapmaya başladılar.

Bugün itibariyle Türk medyasının yüzde 90’nından fazla iktidarın kontrolünde.

Ancak bu tablo ne iktidarın kolayca seçim kazanmasını sağladı ne muhalefetin güçlenmesine engel olabildi ne de özgür basın faaliyetlerini yok edebildi.

Halk TV, Tele1, KRT gibi büyük sermayeye dayanmayan, daha çok meslektaşlarımızın yoğun emeği ve özverisine dayalı olarak gazetecilik yapılan yayın kuruluşları, toplumun haber alma hak ve ihtiyacını karşıladığı gibi büyük sermayeye ve iktidar gücüne dayalı yayın organlarından çok daha etkili oldular. Buna kendi olanaklarıyla YouTube üzerinden yayın yapan meslektaşlarımızın açtığı mecralar da dahil oldu.

Yine Cumhuriyet, Sözcü, Yeniçağ, Birgün, Evrensel gibi gazeteler de Basın İlân Kurumu’nun baskısı altında özgür gazetecilik yapmayı ve etkili olmayı sürdürüyorlar. İktidarın kontrolü altına girmeyen haber siteleri de halkın haber alma hakkını koruyor ve geniş okuyucu kitlelerine ulaşmayı başarıyorlar.

Bu televizyon ve gazetelerin yasaklanması ve baskı altına alınmasının nedeni, iktidara yakın medyadan çok daha etkili olmalarıdır. Yasaklanmaları, ağır cezalara muhatap olmaları başarılarının kanıtıdır.

Buradan çıkan sonuç iktidarın yasaklarla, cezalarla, kapatmalarla basını, muhalefet partilerini susturamayacağı ve halkın en az yüzde ellisini yok sayamayacağıdır.

Ulusal televizyonları ve gazeteleri tek tip yayın yapan organlar haline getirmenin sosyal medya karşısında etkisiz kaldığı da bir başka gerçektir.

Bunun son örneği, üniversite sınavının önce ertelenip sonra öne çekilmesine gençlerin sosyal medyadan verdikleri tepkidir.

Sosyal medya da bir haberleşme aracı olarak basının gördüğü işleve yakın bir işlev görüyor.

Elbette bu mecraları nefret söylemeni yaymak, hakaret etmek için kullanan düzeysiz, meczup  kafalı kullanıcılar var.

Bu düzeysizlik, ahlaksızlık, en son Esra Albayrak ve Berat Albayrak çiftinin yeni doğan bebekleri vesilesiyle yapıldı. Esra Albayrak’a yapılan bu ahlaksız saldırı elbette kabul edilemez. Daha önce Başak Demirtaş’a, Canan Kaftancıoğlu’na, Meral Akşener’e, Nevşin Mengü’ye ve daha birçok kadına yapılan saldırıların kabul edilemeyeceği gibi…

Kuşkusuz sosyal medyayı böyle istismar eden kullanıcılar için yasal takip yapılmalıdır. Bu tür suçlar ve nefret söyleminin önlenmesi için Almanya’nın, Fransa’nın yaptığı gibi yasal düzenlemeler de yapılabilir.

Burada önemli olan yasal düzenlemenin sosyal medyayı düzgün kullanan insanlar için yasaklanmış alan haline getirilmemesidir.

Düzenleyici yasanın "yasak" yasasına dönüşmemesi gerekir.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"