13 Kasım 2020

Yanlışta ısrarın faturasını vatandaş ödeyecek

Türk halkı "acı reçete"nin ne anlama geldiğini biliyor: Vergilerin artması, ücretlerin erimesi, yaşam standardının düşmesi, vatandaşın daha da yoksullaşması

Türkiye'de ekonomi yönetimi değişti.

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak istifa etti, yerine Lütfi Elvan atandı. 

Merkez Bankası Başkanı Murat Uysal görevinden alındı, yerine Naci Ağbal atandı.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Türkiye'nin hazinesini, maliyesini ve varlık fonunu teslim ettiği Berat Albayrak, en yakınında tuttuğu, en güvendiği isimdi. Cumhurbaşkanı, belirlediği ekonomi, maliye ve para politikasını Albayrak üzerinden uygulamaya sokuyordu. Bu politikaya uyum sağlamayan, bazen bağımsız davranmaya çalışan Merkez Bankası'nı da, talimatının dışına çıkamayacak bir pozisyona getirdi. Merkez Bankası'na 2001 krizinde sağlanan bağımsızlık ortadan kalktı.

Albayrak'ın istifasının birkaç boyutu var. 

Instagram hesabından duyurduğu istifa mektubu sitem ve tepki yüklüydü. Albayrak, yaptığı bir açıklamada ilk kez Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan övgüyle söz etmek, şükranlarını sunmak bir yana hiçbir atıfta bulunmamıştı. Aksine, açıklamasında "at izi it izine karıştı", "Allah sonumuzu hayır etsin" gibi eleştiriler vardı.

Albayrak'ın istifasında Naci Ağbal'ın Cumhurbaşkanı'na verdiği ve Merkez Bankası rezervlerinin eridiğini ortaya koyan brifingin etkili olduğu söylendi. Ağbal'ın Merkez Bankası Başkanlığı'na atanmasının da Albayrak açısından bardağı taşıran damla olduğu belirtildi.

Yapılan haber ve yorumlarda, Erdoğan'ın, Merkez Bankası'ndaki rezervin erimesinden yeni haberdar olduğu ifade edildi. Bu nedenle ekonomi yönetiminde değişikliğe gittiği söylendi.

Bu yaklaşım pek inandırıcı değil. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçtikten sonra, bütün kararları Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın aldığı biliniyor. Merkez Bankası'ndaki döviz rezervinin, TL'nin dolar karşısında değer kaybetmesini önlemek için eritildiğinden haberi olmaması mümkün değildir. Cumhurbaşkanı'nın onayı olmadan Hazine ve Maliye Bakanı ile Merkez Bankası Başkanı, rezervleri doları tutmak için piyasaya satma kararını kendi başlarına alamazlar.

Sel felaketine, deprem felaketine, yangı felaketine, Korona'yla mücadeleye giden bakanların bile söze "Cumhurbaşkanımızın talimatıyla geldik" diye başladıkları bir yönetim sisteminde, Erdoğan'ın haberi olmadan Merkez Bankası'nın kamu bankaları üzerinden 1 dolar bile satmaları söz konusu olamaz.

Ekonomi yönetimindeki değişikliğin nedeni bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belirlediği ve kamuoyuna açıkladığı faiz politikasının iflas etmesi, ekonomik ve mali krizin daha da büyümesidir. 

Erdoğan'ın, yanlış olmasına rağmen, faizi enflasyonun altında tutması, TL'nin dolar karşısında hızla değer kaybetmesinin temel nedenidir. Faiz enflasyonun altında kaldıkça, vatandaş da borçlu veya borçsuz şirketler de dolara hücum etmişlerdir. Hatta, inşaat sektörünü canlandırmak için talimatla verilen düşük faizli kredileri alanlar da paralarını dolara yatırmışlardır. Buna tüketici kredisi kullananlar da dahildir.

Bu politikayı sürdürmek için Merkez Bankası'ndaki döviz rezervlerinin kamu bankaları üzerinden piyasaya satılması çözüm olmamıştır. Bir süreliğine TL'nin değer kaybetmesini önlemiş ancak elde satacak rezerv kalmayınca dolar yeniden fırlamıştır. Olan Merkez Bankası'nın 100 milyar dolar civarındaki döviz rezervine olmuştur. Boşa harcanmıştır. 

Hazine ve Maliye Bakanı'nın "biz dövize bakmıyoruz, dövizi serbest bıraktık" sözlerinin nedeni de Merkez Bankası'nın rezervi eritmiş olmasıdır.

Şimdi Cumhurbaşkanı bu politikadan dönmenin sinyallerini veriyor.

Cumhurbaşkanı'nın "faizlerin en azından enflasyon seviyesinde tutulma mecburiyeti, bu konuda verdiğimiz mücadeleyi zora sokuyor", "gerekiyorsa devlet ve millet olarak fedakârlık yapmaktan, acı da olsa doğru reçeteleri uygulamaktan kaçınmayacağız" sözleri bu dönüşün ifadesidir.

Cumhurbaşkanı, faizin en az enflasyon oranı kadar olması gerektiği gerçeğini belirtirken, yine "her zaman dediğim gibi faiz enflasyonun nedenidir" demişse de, faizi artırma mesajları gerçeğin böyle olmadığının da kabulü anlamına gelir. 

Cumhurbaşkanı vatandaşlara "Türk lirasını tercih edin" tavsiyesinde bulunarak doların yeniden yükselmesini önlemeye çalışıyor. Ancak, geçmiş yıllarda da bu tavsiyede bulunmuş ve bu tavsiyeye uyanların dövizin yükselmesi nedeniyle tasarrufları küçülmüştü. Keza, vatandaşa Türk Lirası tavsiye edilirken, havaalanı, köprü, yol, tünel gibi altyapı yatırımlarının müteahhitlerine hazineden dolarla garanti verilmesi büyük çelişkidir.

Türkiye kaynak sıkıntısı çekiyor. Türk Lirası'nın değer kaybetmesi, Türk malları ucuzladığı için ihracatı artırıyor ama üretimin bağımlı olduğu ithalatı da pahalılaştırıyor ve cari açık büyüyor. Ekim ayında 17 milyar lira ihracat yapılırken, 19,4 milyar dolar ithalat yapıldı ve cari açık 2.4 milyar dolar oldu. Dolayısıyla Türkiye dış ticaretten döviz kazanmıyor aksine kaybediyor.

Bu tıkanmanın aşılması için Türkiye'ye yüklü miktarda yabancı sermaye girmesi bekleniyor. Oysa süreç bunun tam aksine işliyor. Yeni yatırım gelmediği gibi mevcutlar da Türkiye'den gidiyor.

Bunun en önemli nedeni siyasete ve yargıya olan güvensizlik. Para en korkak olgudur. Kendini güvende hissetmediği, hukuka güvenmediği yerde durmaz, kaçar. Türkiye'nin yaşadığı budur.

Dış ticaret fazlası veya yeni büyük sermaye girişleri yoluyla Türkiye'nin kaynak bulmasının zor olduğu çok açık.

Geriye Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın telaffuz etmeye başladığı "acı reçete" kalıyor.

Türk halkı "acı reçete"nin ne anlama geldiğini biliyor: Vergilerin artması, ücretlerin erimesi, yaşam standardının düşmesi, vatandaşın daha da yoksullaşması.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"