06 Eylül 2019

Türkiye yalnız ülkeler arasına girmemeli

Erdoğan'ın 'nükleer' açıklaması ABD’ye yönelik, “benim isteklerimi kabul etmezsen ben de Rusya ile nükleer silah projesi geliştirim” anlamında bir baskı taktiği mi?

Ankara, Fırat’ın batısında Rusya ve Suriye ile İdlib’te orta yol bulmaya çalışırken, Fırat’ın doğusunda ABD’yi güvenli bölge konusunda kendi görüşlerine çekmeye çalışıyor. Her iki alanda da henüz net bir sonuca varılmış değil.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise savunma ve dış politika konularındaki çıkışlarıyla dünyada gündem oluşturacak açıklamalar yapıyor. Hem ABD’ye hem Rusya’ya mesajlar veriyor.

Erdoğan, beklenmedik bir çıkış yaparak Türkiye’nin nükleer silaha sahip olması gerektiğini söyledi. “Birilerinin elinde nükleer başlıklı füze var, bir tane iki tane değil. Ama benim elimde niye nükleer başlıklı füze olmasın. Ben bunu kabul etmiyorum" dedi ve “Yanı başımızda var” diyerek İsrail’i işaret etti.

Erdoğan’ın Türkiye’nin savunma konseptini değiştirecek önemdeki bu açıklamasını ele alalım.

Nükleer tehdit mi var?

Türkiye hem Suriye İç Savaşı hem de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra başta hava savunması olmak üzere silah sistemlerini güçlendiriyor. Bunun en çarpıcı örneği Rusya’dan S-400 satın alması oldu.

ABD ile ilişkileri geren bu tercihten sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin ABD’nin hava savunma sistemi Patriotları da alabileceğini açıkladı.

Hem S-400, hem Patriot hava savunma sistemlerini alarak ABD’nin muhtemel tepkisini düşürmeyi hedefledi.

Ancak ABD’nin, Türkiye’yi yatırımcı ortağı olduğu F-35 projesinden çıkarma kararı gelince, buna karşılık olarak Rusya’dan savaş uçağı alınabileceğini söyledi.

Son Moskova gezisinde Putin’le birlikte SU-57 uçağını inceledi.  ABD’ye açık şekilde, "F-35 projesinden çıkarsak biz de Rus savaş uçaklarına yöneliriz" mesajı verdi.

Bir yandan S-400-Patriot tartışması, diğer yandan F-35, SU-35 ve 57 savaş uçaklarının alımı konusunda restleşme sürerken Erdoğan’ın, "Türkiye’nin elinde nükleer başlıklı füze olmalı” açıklamasıyla tartışma çok daha başka bir düzeye çıktı.

ABD’nin, İran’ı nükleer silah geliştirmekle suçladığı, İran’la arasında nükleer silah yapımını önleyecek anlaşmayı bozduğu ve ambargo uyguladığı, Kuzey Kore’yle savaşın eşiğine gelip döndüğü bir ortamda Türkiye’nin nükleer başlıklı füze ihtiyacından söz etmesi dünyaya şaşırtıcı gelmiş olmalı.

Erdoğan’ın nükleer silah çıkışı, “Türkiye nükleer saldırı tehdidi altında mı” sorusunu da gündeme getirdi.

Konvansiyonel hava saldırılarına karşı S-400 alan, Patriot da alabileceğini açıklayan, SU-57’lerle ilgilenen ama F-35’ten de vazgeçmeyen Ankara’nın nükleer silah ihtiyacından söz etmesi düşündürücü bir durum.

Nükleer Silahların Yayılmasının Önlenmesi Antlaşması'nı onaylamış bir ülke olarak, şimdi nükleer başlıklı füze edinmek istediğini açıklayan Türkiye’nin bu tutum değişikliğinin nedeni elbette bütün dünyada merak konusu.

Türkiye’nin ABD’nin itirazlarına karşı S-400 alıp SU-57’lerle ilgilenmesinin yanı sıra nükleer silah edinme açıklaması acaba yine ABD’ye yönelik, “benim isteklerimi kabul etmezsen ben de Rusya ile nükleer silah projesi geliştirim” anlamında bir baskı taktiği mi?

Bu sorunun yanıtını henüz bilmiyoruz.

Ancak, diğer taraftan Türkiye’nin Rusya’ya Akkuya’da nükleer enerji santrali kurduruyor olması dikkate alındığında, bu soru akıllara takılabilir.

Enerji için kurulan nükleer santralin, nükleer silah üretilmesine zemin oluşturması gibi bir kuşku, Türkiye’yi de İran gibi, Kuzey Kore gibi hedef tahtasına oturtur mu?

Türkiye’yi yalnız ülkeler arasına doğru itebilir mi?

Veya dünyada “Çılgın Türkler” kaygısına yol açabilir mi?

Bu soruların yanıtı Ankara’nın nükleer silah konusundaki girişimlerine ve dünyanın buna vereceği tepkiye bağlı.

MGK kararı mı?

Erdoğan’ın nükleer silah açıklamasından sonra yanıtı merak edilen bir soru da Türkiye’nin Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nin değiştirilip değiştirilmediği.

Türkiye’nin tehdit algılamasına göre zaman zaman güncellenen bu belgeye nükleer tehdit öncelikli hale mi geldi?

Cumhurbaşkanı’nın açıklaması MGK’da kararına dayanan böyle bir stratejik değişikliğin ifadesi mi yoksa taktik bir çıkış mı?

Bunu da önümüzdeki günlerde göreceğiz.

 

 

 

 

 

 

 

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"