Son dönemlerde iktidar, gündemdeki konuları mutlaka beka sorununa bağlıyor.
Böylece konuları "milli mesele" haline getirip, karşı çıkanları milli çıkarlara aykırı davranmakla suçluyor ve bu suçlamayı zaman zaman hainliğe kadar vardırıyor. Muhalefet partilerinin tamamı, iktidar tarafından ülkenin bekasını düşünmeyen, milli menfaatleri savunmayan, Türkiye’nin düşmanı dış güçlerle birlikte hareket eden partiler olarak suçlanıyor.
Bu artık iktidarın genel olarak kullandığı bir saldırı ve savunma yöntemi haline geldi.
Gerçek elbette böyle değil.
Aksine Meclis’e gelen ulusal nitelik taşıyan birçok kararı muhalefet partileri de desteklediler. Suriye’ye yapılan askeri harekâtlar gibi... Libya ile imzalanan deniz yetki alanlarıyla ilgili mutabakat gibi... Muhalefet sadece Libya’ya asker gönderilmesini öngören yasaya karşı oy kullandı, gerekçelerini de açıkladı.
İktidarın tartışılan her konuyu beka ve milli sorun yaklaşımı içinde sunması bu iki çok önemli kavramı günlük politikanın içinde yıpratıyor. Beka sorunu ve diğer milli nitelik taşıyan sorunlar Anayasal kurumlar içinde ve muhalefetin de desteği aranarak çözüm bulunması gereken konulardır.
Kuruluşa itiraz
İktidarın bu yaklaşımı gibi ele alınması gereken bir diğer yaklaşımı da son günlerde tartışılan konularla ilgili olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuyla ilgili sorunlu bir söylem kullanması.
Osmanlı İmparatorluğu’na özenti içinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu anlaşmalarına bir altyapı projesini bile vesile bilip değersizleştirmeye çaba göstermek yanlış tutumdur.
Türkiye’nin kuruluş belgesi olan Lozan’ı toprak kaybı anlaşması olarak eleştirmek ve değersiz kılmak ve onun tamamlayıcısı olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’ni "Türkiye’ye bir faydası yok" diye nitelendirmek esas olarak kuruluşa bir itirazdır.
Lozan, bütün dünyanın kabul ettiği bir diplomasi başarısı olarak tarihe geçtiği gibi Montrö de Türkiye Cumhuriyeti’nin boğazlar üzerinde tam egemenliğini sağlayan bir başka diplomatik başarı öyküsüdür.
Yine asıl milli yaklaşım Lozan’ı ve Montrö Boğazlar Sözleşmesini korumak, bu iki temel kurucu belgede gedik açtırmamaktır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının güvencesi olan bu iki belge gibi devletin temel nitelikleri yaşamsal önemdedir.
Örneğin Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir devlet olması ona temel niteliğini kazandıran ilkedir. Türkiye Cumhuriyeti’ni, yakın coğrafyasındaki Ortadoğu ve Arap ülkelerinden ayıran en önemli nitelik budur. Laiklik niteliği ayrıca demokrasinin de hem kaynağı hem güvencesidir.
Lozan ve Montrö’yü yetersiz görmek Türkiye Cumhuriyeti’yle ne kadar sorunlu bir yaklaşımsa, laiklik ilkesini etkisiz kılmak da o kadar sorunlu bir yaklaşımdır.
Kaldı ki, iktidarın elinde ne Lozan’ın yerine koyabileceği daha iyi bir bağımsızlık anlaşması yaratmak olanağı ne de Montrö’nün yerine koyabileceği daha iyi bir sözleşme imzalatma koşulları vardır.
Bu nedenle iktidarın yapması gereken Lozan’ı ve Montrö’yü tartışmaya açmak değil aksine bütün hükümleriyle korumak ve uygulamak ve devletin temelini oluşturan laiklik ilkesinin gereğini eksiksiz yerine getirmektir.
Aksi bir tutum ne milliyetçilikle ne milli menfaatçilikle ne de beka sorumluluğuyla açıklanamaz.