Baro başkanları Ankara girişinde 26 saat polis tarafından abluka altına alındıktan sonra, barikatlar kaldırıldı ve yol açıldı.
Savunma yürüyüşü planlandığı gibi Anıtkabir'de sonlandı.
Madem barikatlar kaldırılacak, baro başkanları sembolik bir Ankara'ya giriş yürüyüşünden sonra araçlarla Anıtkabir'e gideceklerdi, o halde avukatlara 26 saat neden eziyet çektirildi?
İçişleri Bakanlığı ve Ankara Valiliği'nin bu soruya verecekleri tatmin edici bir hukuki veya idari yanıt bulmaları çok zor. Baro başkanlarına çektirilen eziyetin, iktidarın, muhalif her alana ağır baskı uygulamak, gözdağı vermek kararından başka bir izahı yok.
Baro başkanları "savunma yürüyüşü"nü salgın koşullarını dikkate alarak, sağduyu içinde, sembolik bir tarzda gerçekleştirdiler. Kitlesel bir yürüyüş yapmadılar. Sadece baro başkanları illerinin çıkışında belli bir mesafeyi tek başlarına yürüdüler ve sonra araçlarla Ankara girişinde buluştular. Ankara girişinde de 200 - 250 metrelik yine sembolik bir yürüyüşten sonra Anıtkabir'e gitmeyi ve protesto eylemini orada sonlandırmayı planladılar.
Baro başkanlarının yürüyüşleri Anayasa'nın 34. maddesinde güvence altına alındığı gibi, hiçbir makamdan izin almadan gerçekleştirecekleri bir haktı. Ankara girişinde ablukaya alınmaları, anayasal bir hakkın kullanılmasına polis gücüyle engel olunmasıdır.
Emniyet güçlerinin 58 baro başkanının önüne üç kat barikat koymaları, zor kullanarak engellemeleri, itip kakmaları, yere düşürüp gözaltına almaları kabul edilebilecek bir müdahale değildir. Bu yetmiyormuş gibi yıllarını adalet hizmetine adamış, yargı erkinin ayrılmaz parçası olan savunmayı temsil eden, bir çoğu yaşını başını almış başkanların, gündüz güneş, gece şiddetli sağanak yağmur altında tutulmaları nereden bakarsanız bakın kötü muameledir. Baro başkanlarına gönderilen yiyeceklere el konulması, Ankara Büyükşehir Belediye Başkan'ı Mansur Yavaş'ın gönderdiği sıcak çorbayı içeri sokmamaya çalışmaları, gece için gönderilen battaniyelerin kullanılmasını engellemeleri, temel insani ihtiyaçlarını giderdikleri kafenin erken kapatılması, kafeye ceza kesilmesi, yakındaki inşaatın işçilerinin baro başkanlarının üzerine yürütülmesi zulmetmedir. Hukuki hiçbir dayanağı ve izahı yoktur.
Baro başkanlarının yaptığı savunma yürüyüşü bu derece sert müdahaleyi hak eden bir eylem biçimi değildir. Başkanlar kamu düzenini bozacak veya genel sağlığı olumsuz etkileyecek bir yürüyüş yapmamışlardır. Barışçı ve hukuk içinde bir eylem gerçekleştirmişlerdir. Yapılan müdahalenin, anayasasında "demokratik hukuk devleti" yazan bir ülkede yeri yoktur.
Baro başkanlarına Ankara'da yapılan muamele, iktidarın kontrol altına alamadığı muhalefet partilerine ve meslek kuruluşlarına da bir mesaj niteliği taşıyor. İktidar, baroları parçalayıp istediği gibi bir düzen kurduktan sonra, yine kontrol edemediği Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB), Diş Hekimleri Birliği, Eczacılar Birliği gibi meslek kuruluşları da barolar gibi hedefte olabilir.
Öyle anlaşılıyor ki, iktidar kontrolü altına alamadığı bu kamu tüzel kişiliği niteliğindeki meslek örgütlerini "böl - parçala - yönet" politikasıyla etkisiz kılmayı amaçlıyor. "Çoklu baro", "çoklu tabip odaları" , "çoklu mühendis ve mimar odaları" , "çoklu eczacı birlikleri" ile Anayasa ve yasa güvencesinde olan bu meslek örgütlerini sendikalara uygulandığı gibi parçalamayı ve kontrol etmeyi düşünüyor.
Kamuda bağımsız ve özerk kuruluş istemediği gibi sivil toplum ve meslek kuruluşları arasında da istemiyor.
Demokrasilerde sadece iktidar ve onun istediği gibi kurumlar olmaz. Muhalefet de iktidarla uyumlu olmayan sivil toplum kuruluşları, meslek örgütleri ve medya da demokrasiye dahildir.
Hak ve özgürlükler
İktidarın Anayasa'nın güvence altına aldığı hak ve özgürlükleri hukuki dayanaktan yoksun şekilde kısıtlaması demokratik sisteme aykırıdır. İktidarın giderek otoriter bir yönetim tarzına yönelmesi, içeride demokratik alan ve yolları tıkadığı gibi Türkiye'nin dış dünyadaki görüntüsü ve imajını çok ciddi şekilde bozmaktadır.
Siyaset sahnesine çıktığı yıllarda Türkiye'ye daha fazla demokrasi getirecek, insan hak ve özgürlüklerini genişletecek, vesayet sisteminin kaldırılacak, Avrupa Birliği'ne tam üyelik yolunda demokrasi insan hakları değerlerleriyle uyumlu bir iktidar vaadeden AK Parti, bugün tam aksi yönde ilerliyor.
Türkiye'nin sorunlarını çözecek olan, demokratik alan ve yolların kısıtlanması değil daha fazla demokrasidir.