İktidar artık bir karar alırken, o kararın muhatabı olan kişiler veya kurumların görüş ve önerilerini almak veya onları ikna etmek gibi bir çaba göstermiyor.
İktidarını mutlak bir iktidar olarak görüyor ve aldığı kararlara itiraz edilmesi bir yana tartışılmasını bile istemiyor. "Ben yaptım oldu" mantığıyla hareket ediyor.
Melih Bulu'yu rektör atarken Boğaziçi Üniversitesi'nin öğretim üyelerinin, yetkili kurullarının, öğrencilerin, idarecilerin görüşlerini almadığı gibi, üniversitenin ihtiyacı ve başvurusu olmadığı halde iki yeni fakülte açılmasına da bir gece karar verdi. Boğaziçi Üniversitesi, 1,5 asırlık ömründe ihtiyaç duymadığı halde, bugün bir hukuk ve bir iletişim fakültesi var.
Türkiye'nin uluslararası alanda saygınlığına sahip birkaç üniversitesinden biri olan Boğaziçi Üniversite'nin tarihi boyunca iddialı olmadığı ve ihtiyaç duymadığı hukuk ve iletişim alanında fakülteler kurulmasına ilişkin bir kararı yok. Yetkili kurullarında böyle bir karar almış ve YÖK'e başvurmuş değil. Bir sabah uyandığında üniversitesinde Cumhurbaşkanı'nın kararıyla bir hukuk bir iletişim fakültesi kurulduğunu öğreniyor. Yetkili kurallarda olsun veya olmasın öğretim üyelerinin böyle bir karardan haberleri yok.
Oysa eskiden üniversitelerde fakülte kurmaya, uzun araştırmalar sonunda bir ihtiyaç saptanırsa, yetkili kurullarda yüzlerce sayfa raporların incelenmesi sonucunda karar verilir ve bir yasayla kurulurdu. Şimdi ise Cumhurbaşkanı'nın tek başına aldığı bir kararla kurulabiliyor. Artık yeni fakülte kurulabilmesi için araştırma raporlarına, üniversitenin kurullarına, ihtiyaç olup olmadığına bakılması gerekmiyor. Cumhurbaşkanı istediği gibi fakülte kurabiliyor.
Öğretim üyelerinin ve öğrencilerinin direnciyle karşılaşılan rektör atamasından kısa süre sonra iki fakülte kurulmasının akla yatkın tek nedeni, rektöre ve iktidara biat etmeyen Boğaziçi Üniversitesi içinde bir Boğaziçi Üniversitesi daha kurmak olmalı. Rektör Bulu, öğretim üyelerinin kendisiyle çalışmak istemediklerini bildirmeleri üzerine, bir yönetim kurmakta zorlanıyor. Rektör yardımcısı, kendisiyle çalışacak dekan, üniversite yönetim kurulu, üniversite senatosu gibi kurulları kendine yakın isimler bulamadığı için oluşturamıyor. İki yeni fakültenin kurulması, yeni rektöre bu olanağı yaratmak için verilmiş bir destek niteliğinde.
Öğretim üyelerinin yüzde 98'nin istemediği rektör Bulu'yu sırf o koltukta tutabilmek için açılan iki fakülteye dışarıdan, iktidara yakın dekan ve öğretim üyeleri atanarak, yeni rektörün, rektör yardımcısı, üniversite yönetim kurulu ve senatosunda birlikte çalışacağı bir kadro oluşturulacağı anlaşılıyor.
İki yeni fakültenin açılması bir çeşit inatlaşmanın ürünü.
İktidar, "madem siz benim atadığım rektörü kabul etmiyorsunuz, ben de yeter sayıda yeni fakülte açar, yeni öğretim üyeleri atar ve rektörle çalışacak bir kadro kurarım" diyor.
Böylece, Boğaziçi'nde bir Boğaziçi daha oluşturup, üniversitenin yapısını bozarak iktidarın hâkimiyeti sağlanmış olacak.
Mevcut koşullarda bunun başka bir izahı yok.
Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine yapılan muameleye gelince…
Üniversitenin görüşü, yerleşmiş kurulları ve kültürü dikkate alınmadan yapılan rektör atamasını protesto eden öğrencilere, toptancı bir yaklaşımla "terörist ve sapık" yaftaları yapıştırıldı. Güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımıyla birlikte sayılan birçok terör örgütü ismiyle, öğrencilere karşı toplumda bir tepki doğması hedeflendi. Öğrenciler, "bir yandan bölücü terör örgütü mensubu, bir yandan LGBTİ+ sapkın, bir taraftan Kâbe'ye hakaret eden din düşmanları" olarak topluma sunuldular.
Yargı aşamasında bunların hiçbirinin doğru olmadığı anlaşıldı.
Bu tür eylemleri provoke etmek için öğrencilerin arasına karışmış örgüt mensupları, Kâbe düşmanları varsa, bunları bulup çıkarmak zaten güvenlik güçlerinin görevi.
Öğrenciler düşmanlaştırılarak, toplumun, öğrencileri "haksız, terörist, din düşmanları" olarak algılamaları amaçlandı. Ancak, gerçekler kısa sürede ortaya çıktığı için böyle bir algı oluşmadı. Toplum, iktidarın dayanaksız, algı oluşturmaya yönelik iddialarına inanmadı.
Boğaziçi'nde yaşananlar bir ilk değil.
Anadolu'da birçok üniversitede aynı süreç yaşandı.
Boşalan rektörlüklere AK Partili rektörler atandı. Eski milletvekilleri, genel başkan adayları, belediye başkan adayları arasında siyaset dışında kalmış olan akademisyenler rektör atanarak ödüllendirildi. Bu tercihlerde, özerk olması gereken üniversitelerin de iktidara bağlı sıradan birer devlet dairesine dönüştürülmesi amacı var.
Oysa üniversitelerin, bütün dünyada olduğu gibi Türkiye'de de bilimsel bağımsızlığa, idari ve mali özerkliğe, özel bütçeye ve kendi kendini yönetme yetkisine sahip bilim kurumları olmaları gerekir.
Sırf atanan rektör yerinde kalabilsin diye yeni fakülteler açarak üniversite içinde üniversite kuracak kadar güç ve kararlılık göstermek üniversiteleri tümüyle iktidarın kontrolüne almak dışında bir amaçla izah edilemez.
Oysa yapılması gereken, öğretim üyelerinin yüzde 98'nin karşı çıktığı, öğrencilerin itiraz ettiği rektör Melih Bulu'nun istifa etmesi ve yerine seçimle belirlenecek yeni rektörün atanmasıdır.
Ve bu yöntemin yasalaştırılarak, bütün üniversitelerde uygulanmasının sağlanmasıdır.