04 Ocak 2021

Normal, nasıl da ulaşılmaz bir lüks haline geldi

Bugün günlerden ne, ben kaç yaşındayım, sokağa çıkma yasağı var mı, ben hangi saatlerde çıkıyordum diye düşünmeden dışarıya çıkmak...

Korona salgını günlük yaşamımızı altüst etti.

Salgın öncesi hayatın olağan akışı içinde farkına bile varmadan yaptıklarımız artık ulaşılması güç, özlediğimiz, lüks davranışlar haline geldi.

Örneğin maskesiz dışarı çıkmak.

Karşılaştığınız bir dostla tokalaşıp, sarılmak, öpüşmek.

Bir kafede oturup, korkmadan sohbet edip bir şeyler atıştırmak veya ailece, arkadaşlarla, dostlarla akşam yemeğini dışarıda yemek.

Bugün günlerden ne, ben kaç yaşındayım, sokağa çıkma yasağı var mı, ben hangi saatlerde çıkıyordum diye düşünmeden dışarıya çıkmak.

Yine korkmadan dolmuşa, otobüse, taksiye, trene, uçağa binmek.

Yanındaki yolcuyla, "virüs kapar mıyım" endişesi taşımadan tanışmak, sohbet ederek yolculuk etmek.

Bakkala, markete korkmadan girmek, koşarcasına alış veriş yapmadan, raflar arasında gezinerek alacaklarını alabilmek.

Kaldırımda yürürken karşıdan gelenden kaçmamak.

Kapı kollarına, asansör düğmelerine korkmadan basmak.

Çocuğunu korkmadan öpmek.

Onları korkmadan servise bindirmek, okula gönderebilmek.

Arkadaşlarıyla oynamalarını korkmadan izleyebilmek.

"Biliyor musun şu da Korona'ya yakalanmış" cümlesi kurmadan günü tamamlayabilmek.

29 Ekim'de Cumhuriyet Bayramı'nı sokakta coşkuyla kutlayabilmek.

10 Kasım'da Anıtkabir'i ziyaret edip Atatürk'ün önünde saygıyla eğilebilmek.

23 Nisan'da çocukların şenliğine katılabilmek.

19 Mayıs'ta gençlik koşusunu izlemek.

30 Ağustos'ta coşkulu törenlere tanıklık etmek.

Salgından önce gayet normal, sıradan olan bu davranışlar artık ulaşılması zor lüksler haline geldi.

Normalin lüks haline geldiği davranışlar sadece günlük yaşamımızla sınırlı değil.

Siyasal, sosyal, kültürel birçok normal davranışımız da çok uzaklarda, ulaşılması zor, lüks davranışlara dönüştü.

Örneğin haklı olduğunuzdan emin bir şekilde, korkmadan yargıç karşısına çıkmak.

Bir şey söylerken veya yazarken "acaba gözaltına alınır mıyım, tutuklanır mıyım" diye korkmadan konuşup yazabilmek.

"Acaba hakkımda on yıllarca hapis cezası istenen bir dava açılır mı" diye kaygılanmadan kitap yazabilmek.

"İşimden atılır mıyım, içeri girer miyim" diye korkmadan haber yapabilmek.

"Acaba şu soruyu sorarsam yarın kapının önüne konulur muyum" diye endişe duymadan soru sorabilmek.

Liderleri birbirlerine hakaret etmeden aynı masa etrafında, bir açık oturumda izleyebilmek.

Yarışma sınavını bileğinin hakkıyla kazanıp devlette işe girebilmek.

Bir tarikata yanaşmadan öğrenci yurdunda yer bulabilmek.

"Acaba siyasi otorite nasıl bir karar bekliyor" diye düşünmeden hüküm kurabilmek.

Anayasa, yasalar ne diyorsa tereddütsüz uygulamak.

Kadın cinayetlerini protesto etmek için dayak ve gaz yemeden gösteri yapabilmek.

İşçi ücretlerini ve tazminatlarını ödemeyen işvereni protesto etmek için yerlerde tekmelenmeden yürüyebilmek.

Bunlar da artık normal olmaktan çıkıp ulaşılması güç lüks davranışlar arasına girdi.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.