08 Temmuz 2019

Merkez Bankası Başkanı operasyonunun nedenleri ve siyasi riskler

Merkez Bankası çevrelerinde ve ekonomi kulislerinde, Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasının, üç önemli nedeninden söz ediliyor

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’yı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile görevinden alarak yerine yardımcısı Murat Uysal’ı atadı.

Merkez Bankası Başkanı’nın görevden alınması ilk kez oluyor. Geçmişte, 12 Eylül yönetimi döneminde Merkez Bankası Başkanı İsmail Hakkı Aydınoğlu’nun istifaya zorlanması ve onun da istifa etmesi sayılmazsa, Çetinkaya, banka tarihine görevden alınan ilk Merkez Bankası Başkanı olarak geçecek.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Merkez Bankası yönetimiyle görüş ayrılıkları yaşadığı biliniyordu. Zaman zaman Merkez Bankası’nın kararlarını eleştiriyor, zaman zaman da kurumun bağımsızlığından söz ederek, beğenmese de kararları kabul etmiş görünüyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KHK ile Merkez Bankası Başkanı’nı görevden alıp alamayacağı da ayrı bir tartışma konusu oldu. Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı’nın, yasada açıkça düzenlenmiş konularda KHK çıkaramayacağı, kanunla düzenlenmiş konularla KHK arasında çelişki varsa kanunun uygulanacağı, Banka Kanunu’nda sayılan “görev ifa edemez” haller dışında başkanın görevden alınamayacağı (Madde-27) hükmü gibi çeşitli gerekçelerle, bu işlemin hukuka uygun olmadığını öne süren uzmanlar oldu. Bu tartışma özellikle, iktidar ile muhalefet arasında ve hukuk dünyasında tartışılmaya devam edecektir.

Üç gerekçe

Ankara’da, Merkez Bankası çevrelerinde ve ekonomi kulislerinde, Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’nın görevden alınmasının, bu süreçte yaşanan üç önemli nedeninden söz ediliyor.

1. Gerginlik: Merkez Bankası kârının Hazine’ye erken aktarılması

Siyasi otorite ile Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya arasında ilk gerginlik, Merkez Bankası kârının zamanından önce Hazine’ye aktarılması talebiydi. 31 Mart yerel seçimlerine giderken Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet cephesinden gelen talep bu yöndeydi. Hazine’de nakit sıkıntısı vardı. Seçime giderken bu sıkıntıyı aşmak için, Merkez Bankası’nın, normal olarak geçtiğimiz nisan ayında toplanması gereken Genel Kurulu’nun -olağanüstü toplantı biçiminde- öne çekilmesi isteniyordu. Erken yapılacak Genel Kurul’da Merkez Bankası kârının nisan ayını beklemeden Hazine’ye aktarılması sağlanacaktı.

Başkan Çetinkaya, böyle olağanüstü yollara başvurulmasının, iç ve dış piyasaların Merkez Bankası’na olan güvenini zedeleyeceği, bankayı öngörülemez bir kurum haline getireceği savıyla, bu talebe karşı çıktı.

Ancak baskının yoğunlaşması üzerine bu talebi kabul etti ve Merkez Bankası Genel Kurulu 18 Ocak’ta toplandı ve kârını Hazine’ye aktardı.

Ancak, hükümet, Çetinkaya’nın hanesine bir “eksi” yazdı.

2. Gerginlik: İhtiyat Akçesi’nin aktarılması

Siyasi otorite ile Başkan Çetinkaya arasında ikinci gerginlik de, bankadaki “ihtiyat akçesi”nden (yedek akçe) de Hazine’ye kaynak aktarılması talebiydi. Merkez Bankası’nın; doğal afet, seferberlik, kıtlık, ekonomik çöküntü, çok büyük dış krizlerin etkisinden korunmak, savaş gibi olağanüstü hallerde kullanmak üzere ayırdığı ihtiyat akçesini hükümet istiyordu.

Bu talep de Türkiye yine bir seçim sürecindeyken geldi. 23 Haziran’da yapılan İstanbul yenileme seçimi öncesinde, yedek akçeden kaynak talep edilmişti.

Başkan Çetinkaya bu talebe karşı da direndi. İhtiyat akçesinin bu şekilde kullanılmasının, iç ve dış piyasalar için negatif bir algıya neden olacağını ve piyasa dengelerini bozacağını savundu.

Bu tutumu da Çetinkeya’nın hanesine ikinci “eksi” olarak geçti.

3. Gerginlik: Faizin indirilmemesi

Hükümet ile Merkez Bankası Başkanı arasında üçüncü gerginlik faiz konusunda yaşandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve hükümet Merkez Bankası’nın yüzde 24 olan faiz oranını düşürmesini bir süredir talep ediyordu. Enflasyonun yaz aylarıyla birlikte düşme eğilimine girmesi nedeniyle Merkez Bankası’nın da faizi indirmesi gerektiği bildirilmişti. Ancak Çetinkaya ve banka yönetimi; enflasyondaki gerilemenin mevsimsel etkiden kaynaklandığı, konjonktürel bir durum olduğu, yapısal reformlar yapılmadan faizin indirilmesi halinde yeniden dövizin ve enflasyonun yükseleceği düşüncesinde ısrar ettiği için Haziran ayında yapılan Para Politikası Kurulu’ndan faiz indirimi kararı çıkmadı.

Bu da hükümet açısından Çetinkaya’nın hanesine yazılan üçüncü ve bardağı taşıran “eksi”ydi.

İstifa et-etmem

Üçüncü “eksi”nin kayda geçmesinden sonra, siyasi otoritenin Çetinkaya’dan istifa etmesini istediği de kulislere yansıdı.

Ancak Çetinkaya’nın, Merkez Bankası’nın bağımsız bir kurum olduğunu, istifasının bu bağımsızlığa gölge düşüreceğini, görevden ayrılma koşullarının Merkez Bankası Kanunu’nda yazılı oluğunu öne sürerek ve 2021’e kadar görev süresi bulunduğunu belirterek istifa etmediği yansıyan bilgiler arasında.

Çetinkaya’nın bu yanıtı üzerine de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın KHK ile görevden alma kararı verdiği belirtiliyor.

İhtiyat Akçesi ne olacak?

Merkez Bankası’ndaki İhtiyat Akçesi’nin Hazine’ye aktarılması konusu ne olacak?

Çetinkaya’nın bu aktarıma direnmesi karşısında, hükümetin bir yasal düzenlemeyle sorunu aşmayı düşündüğü kulislere yansımıştı. Ancak, bu kararın şimdilik askıya alındığı haberleri geldi. Merkez Bankası Başkanı’nın değiştirilmesi sonrasında, yasal düzenleme yapılmadan bu sorunun çözülebileceği düşüncesinin hakim olduğu ve yeni Başkan’ın tutumunun bekleneceği kulis bilgileri arasında.

Siyasi riskler

Merkez Bankası Başkanı Çetinkaya’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan’a yakın bir dünya görüşüne sahip olmakla birlikte, Banka’nın fiyat istikrarını sağlama amacından çok uzaklaşmamayı gözettiği, faizin indirilmesi, İhtiyat Akçesi’nin Hazine’ye kullandırılması gibi kararları, ülkenin taşıdığı siyasi risklerle birlikte değerlendirilince, bu kararlara imza atmak istemediği vurgulanıyor.

ABD ile ilişkileri geren S-400 krizinin henüz çözüme kavuşturulmamış olması, buna bağlı olarak ABD’den ekonomik yaptırımların uygulanması için düğmeye basılabileceği, Doğu Akdeniz sorunu ve İran gerginliğinin, ekonomik krizi daha da tırmandırması olasılığının da Çetinkaya’nın hükümetin taleplerine direnmesinde önemli etkenler olduğunun da altı çiziliyor.

Güven azaltıcı bir tasarruf

Merkez bankalarının özerk bir yapıda olması gerektiği görüşü 1970’lerde yaşanan ekonomik kriz döneminde kabul görmüş bir yaklaşımdır. 1970’lerde özellikle petrol krizinden sonra gelişmekte olan ülkeler, yüksek enflasyon, banka-finans krizleri ve dış borç yükü nedeniyle merkez bankalarının siyasi otoritenin popülist taleplerinden etkilenmemesi için görece hükümetten bağımsız bir yapıya kavuşturulması fikri hakim olmuş ve bu yönde düzenlemeler yapılmıştır. Türkiye de bu yönde karar alan ülkeler arasındadır ve 2001 krizinden sonra Merkez Bankası’nın özerkliği güçlendirilmiştir.

Buna karşın son dönemde Merkez Bankası’na siyasi baskının artırılması, hükümetle Banka’nın sürekli bir çekişme içinde olması ve nihayet Başkan’ın hükümetin taleplerini yerine getirmiyor diye görevden alınması, iç ve dış piyasalarda güven azaltıcı bir etki yaratacaktır.

Bu tasarruf piyasalara inandırıcı bir biçimde anlatılamazsa, olumsuz etkilerin büyümesi şaşırtıcı olmaz.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.