Atatürk'ün gösterdiği hedeflere doğru değil, tam aksi yöndeki hedeflere doğru ilerlemeye çalışan AK Parti iktidarı 20 yıldır işbaşında.
2002-2007 yıllarında iktidara iyice yerleştikten sonra önce yavaş yavaş, sonra hızlanan bir tempoyla Türkiye'nin temel niteliklerini değiştirme çabasına giren iktidar, dünyayı Atatürk'ün değil, Atatürk karşıtı Müslüman Kardeşler'in gözüyle okumaya başladı. İç ve dış politikasını Müslüman Kardeşler'in tezlerine ve amaçlarına göre belirledi ve uyguladı. Bu çizgiyi bugün de sürdürüyor.
Bu tezlere yeni Osmanlı hevesini katan iktidar, devletin laik yapısını değiştirmeye, dini değerleri devletin ve toplumsal yaşamın merkezine koymaya yöneldi ve nihayet Lozan'ı hezimet, Montrö'yü yararsız olarak görmeye başladı.
Lozan, Atatürk ve İnönü'nün Türkiye Cumhuriyeti'ni bütün dünyaya kabul ettirdikleri büyük bir diplomatik zaferdir. Montrö de, Türkiye'nin Boğazlar üzerindeki egemenliğini tescil ederek bağımsızlığını sağlamlaştıran tamamlayıcı belgedir. Bu iki belge bir arada Türkiye Cumhuriyeti'nin tapu senedidir.
AK Parti iktidarı, Türkiye'nin laik niteliğini ve bağımsızlık belgelerinin çizdiği sınırları zorluyor. Ancak dayandığı bu sınırlarda kendisi de zorlanıyor.
İktidar, kuvvetler ayrılığı ilkesini fiilen işlemez hale getirdikten sonra anayasal kurumları, anayasa, yasalar ve laiklik esasıyla değil dini referanslarla yönetmek isteyen kadrolara bıraktı. Diyanet İşleri Başkanlığı, izlenen politikayı dinen destekleyen bir işlev üstlendi. Atatürk ve laiklik karşıtı bir pozisyona yerleşti. Diyanet İşleri Başkanı siyasi otoritenin hemen yanıbaşında tüm önemli faaliyetlerde boy göstermeye başladı. Ayasofya'nın cami olarak açılmasından sonra baş imam olarak atanan Mehmet Boynukalın ikinci bir Diyanet İşleri Başkanı gibi fetvalar vermeye başladı. Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'ı da sollayarak, laikliğin kaldırılmasını ve 1921 Anayasası'nda olduğu gibi devletin dininin İslam olarak değiştirilmesi mesajı veren açıklamalar yaptı. Kadın-erkek eşitliğinden faiz politikasına kadar her alanda konuşmaya başladı.
İktidar, başlangıçta Boynukalın'a tepki vermedi. İzlemeyi tercih ederek toplumdaki tepkiyi bekledi. Ancak muhalefetten ve kamuoyundan gelen tepkiler üzerine Boynukalın'ı taşıyamadı ve görevden ayırdı. Anayasa'dan laiklik ilkesini çıkarmak, "devletin dini İslamdır" hükmü koymaya yönelik nabız yoklamaları sonuç vermedi.
İktidarın zorladığı bir başka sınır olan, Lozan'ı fiilen yok sayarak, eski Osmanlı coğrafyası üzerinde, Ortadoğu ve Kuzey Afrika'da ekonomik ve siyasi hakimiyet kurmaya yönelik çabalarından da sonuç çıkmadı. Dünyanın Osmanlı dönemindeki dünya olmadığı anlaşıldı. Mısır'dan Suudi Arabistan'a Arap ülkeleri Türkiye'nin karşısında birleşti. İktidarın elinde yine beğenmediği Lozan kaldı.
Suriye'de ve başka Orta Doğu, Afrika ülkelerinde Müslüman Kardeşler'i iktidara getirme çabaları da başarısız oldu. Bu amaçla girilen Suriye iç çatışmasında Müslüman Kardeşler'i iktidara getirmek bir yana PKK-YPG üzerinden ABD'nin desteği ve koruması altında PKK devletçiği sorunuyla karşılaştı. Beka sorunu olarak gördüğü terör örgütü PKK'ya karşı Şam'la işbirliği yapmak yerine, Şam'a karşı radikal siyasi İslamcılarla işbirliği yapmayı tercih etti. Bu politikada da sınıra dayandı. Sonuç alamadı.
Montrö'ye gelince...
Ukrayna nedeniyle Karadeniz'de suların ısındığı dönemde, Türkiye'yi İstanbul Sözleşmesi'nden tek imzayla çıkaran Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın, Montrö'den çıkma yetkisi olduğunun TBMM Başkanı Mustafa Şentop tarafından açıklanmasıyla yeni bir tartışma başladı. Kanal İstanbul üzerinden gündeme gelen Montrö'nün tartışılması sürecinde emekli amiraller ortak bir açıklama yaptılar. Montrö'nün tartışmaya açılmasının yaratacağı sorunlar ve bir amiralin üniformasının üzerine giydiği tarikat cübbesi ve sarığıyla verdiği görüntüden duydukları endişeyi kamuoyuyla paylaştılar. Bu görüntüyle FETÖ'nün 15 Temmuz darbe girişimine doğrudan atıf yapmayıp genel bir atıf yapılmasından hareketle, emekli amirallerin açıklaması başta Cumhurbaşkanı Erdoğan ve iktidar sözcüleri tarafından "darbe çağrısı, darbe tehdidi" olarak değerlendirildi. Bu açıklamaya imza koyan 10 emekli amiral hemen gözaltına alındı. Haklarında darbe çağrısı soruşturması başlatıldı. Montrö'yü değiştirmek isteyen ABD'nin karşısında duran bu emekli amirallerin gözaltına alınmalarının, Washington'un Karadeniz'de kuvvet tutmak istediklerini ve iki gemiyi yola çıkardıklarını açıkladığı döneme gelmesi de dikkat çekiciydi.
Ancak, emekli amirallerin bildirisinden sonra Cumhurbaşkanı Erdoğan "Türkiye'nin Montrö'ye bağlı olduğunu, daha iyisini buluncaya kadar sözleşmeye bağlı kalınacağını" açıkladı. Ayrıca emekli amirallerin duyurusunda yer alan cübbeli, sarıklı amirali tasvip etmediklerini, Milli Savunma Bakanlığı'nın gereğini yapacağını da açıkladı. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın değerlendirmeleri, emekli amirallerin değerlendirmeleriyle örtüştü. Bu iki konuda yapılan kamuoyu yoklamaları da halkın büyük çoğunluğunun bu değerlendirmelerle aynı yönde görüş bildirdiğini ortaya koydu.
İktidar bu konudaki sınırları değiştirecek söylemde ısrar edemedi.
Ukrayna sorunu dolayısıyla Karadeniz'de ABD ile Rusya'nın arasında kalan Ankara'nın sarıldığı belge yine beğenmediği Montrö oldu. Ankara'nın tarafsızlığını korumasının, Karadeniz'de bir sıcak çatışmaya sürüklenmesi riskini ortadan kaldırmasının ancak Montrö sayesinde mümkün olduğu bir kez daha görüldü.
Lozan'ın, Montrö'nün öyle buruşturulup çöpe atılacak belgeler olmadığı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bağımsızlığının, egemenliğinin kaynağı olduğu yaşanarak bir kez daha anlaşıldı.