Türkiye ağır bir ekonomik krizden geçerken günden güne demokratik, laik, sosyal hukuk devleti olmaktan da uzaklaşıyor.
Bu süreç içinde demokratik, laik, sosyal hukuk devletlerinde her biri büyük skandal niteliği taşıyan olaylar hayatın normal akışına dönüştürüldü.
Son günlerde yaşanan birkaç olay bu dönüşümün çarpıcı örneklerini oluşturuyor.
Kuru ekmek
Örneğin kuru ekmek tartışması…
TBMM kürsüsünde konuşan CHP Grup Başkanvekili Engin Altay, AKP sıralarına seslenerek "Arkadaşlar millet aç, perişan. Evet herkesin midesine bir şey giriyor; kuru ekmek giriyor" dedi. AKP Denizli Milletvekili Şahin Tin ise "O zaman aç değil demek" yanıtını verdi.
Her gün biraz daha yoksullaşan Türkiye'de, döviz kurlarının fırlaması, Merkez Bankası döviz rezervinin eksiye düşmesi, savaş, seferberlik, salgın hastalık hallerinde kullanılmak için ayrılan ihtiyat akçesinin seçim öncesinde harcanması ve sonradan ortadan kaldırılması, asgari ücretin açlık sınırının altında kalması olağanlaştığı gibi, 22 milyonun yardımla yaşayabildiği Türkiye'de kuru ekmek yiyebilmenin "tokluk" sayılması da iktidarın övüneceği bir olay haline geldi. AK Parti milletvekilinin "kuru ekmek yiyorlarsa demek ki aç değiller" mantığı iktidarın ekonomi politikasını özetleyen bir yaklaşımdı. İktidara göre kuru ekmek de olsa karın tokluğuna yaşamak açlıktan sayılmıyordu.
Sahte diploma
Milli güreşçi Hamza Yerlikaya'nın sahte lise diplomasıyla Cumhurbaşkanı danışmanlığı, bakan yardımcılığı, milletvekilliği görevlerinden sonra Vakıflar Bankası Yönetim Kurulu üyesi olması diğer bir çapıcı örnek.
Lise diplomasının sahte olduğu mahkeme kararıyla tescillenen Hamzakaya skandalıyla ilgili ne kendisinden ne iktidar kanadından ne de görev yaptığı banka yönetiminden bir tepki geldi.
Banka yönetim kurulu üyeliği gibi çok özel ve nitelikli eğitim, uzun bir deneyim gerektiren bir görevde, bu alanda hiçbir eğitimi ve deneyimi olmayan bir güreşçinin ne gibi bir katkısı olur? Lise diploması sahte olmasa bile beden eğitimi okumuş ve aynı alanda yüksek lisans derecesi almış olsa bile bir katkısı olmayacak bu göreve getirilmesinin skandal sayılması gerekirken hayatın normal akışından sayılması, hukuk devleti olmaktan ne kadar uzaklaşıldığının somut bir kanıtı. Ayrıca sosyal devlet olmanın gereğine de aykırı. Bir değil iki, hatta üç üniversite diploması olan, yüksek lisans ve hatta doktora yapmış birçok genç işsiz. Öğretmen olduğu halde ataması yapılmayam birçok genç inşaatlarda, pazarlarda çalışıyor, sokaklarda çekirdek satıyor.
"Nasıl olsa kimse bize hesap soramaz, hesap vermeyiz, bizi kimse denetleyemez" rahatlığı içinde sırtını iktidara dayamış olan siyasetçiler ve üst düzey kamu görevlileri hukuka aykırı biçimde işlem yapıyor, kayırmacılığın çok çarpıcı örneklerini sergiliyorlar. Örneğin bir rektör, bu işsizlik ortamında liyakati bir tarafa bırakıp iki oğlunu, iki gelinini rektörü olduğu üniversitenin öğretim kadrosuna atıyor. Bir diğeri eşini danışmanı olarak üniversiteye işe alıyor. Bir diğeri yeğenini, damadını öğretim üye yardımcısı olarak görevlendiriyor.
Bu rahatlık iktidarın hesap verme zorunluluğu olmadığını düşünmesinden ve liyakat yerine sadakati esas almasından, diploma yerine tarikat referansını geçerli bulmasından kaynaklanıyor.
Çıplak arama
Demokratik hukuk devletiyle bağdaşmayan, olağan bir uygulamaymış gibi yaygınlaştırıldığı anlaşılan çıplak arama da bir başka örneği oluşturuyor.
Uşak'ta 30 genç kadının çıplak aramaya maruz kaldıklarının HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu tarafından iddia edilmesi bu konuda birçok şikâyeti de gündeme getirdi. Uşak Valisi Funda Kocabıyık, Gergerlioğlu'nun iddiasını kesin dille yalanlamış olsa da böyle bir muameleye maruz kalan birçok kadın ve erkek çıplak arandıklarını yer ve zaman belirterek açıkladılar.
İnsan onuruna yakışmayan bir tür işkence sayılacak çıplak aramanın da olağan bir önlem gibi uygulanması ve savunulması kabul edilemez. Demokratik hukuk devletlerinde özel hayatın ve bedenin dokunulmazlığı esastır.
Böyle olmasına karşın Türkiye 2020 yılında bir yönetmelik değişikliğiyle çıplak aramayı mevzuatına soktu.
29.3.2020 tarihinde değiştirilen Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik'in 34. maddesinin 2. fıkrasında çıplak arama koşulları şöyle belirlendi:
"Hükümlünün üzerinde, kuruma sokulması veya bulundurulması yasak madde veya eşya bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin varlığı ve kurum en üst amirinin gerekli görmesi hâlinde, çıplak olarak veya beden çukurlarında aşağıda belirtilen usullere göre arama yapılabilir: a) Çıplak arama, hükümlünün utanma duygusunu ihlâl etmeyecek şekilde ve kimsenin görmemesini sağlayacak tedbirler alınarak gerçekleştirilir. b) Arama sırasında önce bedenin üst kısmındaki giysiler çıkarttırılır, bedenin alt kısmındaki giysiler üst kısmındaki giysiler giyildikten sonra çıkarttırılır. Bu giysiler de mutlaka aranır. c) Çıplak arama sırasında bedene dokunulmaması için gerekli özen gösterilir. Aranan kişinin beden çukurlarında bir şeyin bulunduğuna dair makul ve ciddi emarelerin bulunması hâlinde öncelikle, hükümlüden madde veya eşyanın kendisi tarafından çıkartılması istenir, aksi hâlde bunun zor kullanılarak gerçekleştirileceği bildirilir. Beden çukurlarındaki arama, cezaevi tabibi tarafından yerine getirilir."
Çıplak arama ve beden çukurlarının aranması insan onuruna aykırı bir uygulamadır.
Teknolojinin bu denli geliştiği bir çağda insanın beden çukurlarında bir madde veya eşya taşıyıp taşımadığı bedenine dokunmadan da cihazlarla saptanabilir. Eğer saptanırsa da beden sağlığına zarar vermeyecek şekilde doktor tarafından çıkarılabilir.
Ayrıca bu tarz bir arama düzenlemeye göre sadece ceza infaz kurumlarında yapılabilir. Karakollarda ve diğer emniyet birimlerinde idari emirle yapılamaz. Mahkeme kararı gerekir.
Böyle olması gerekirken infaz kurumu memurlarınca çıplak arama yapılması kabul edilemez ve bu uygulama hayatın olağan akışına dönüştürülemez.