Koronavirüs'le mücadelede, 65 yaş üzerinde olanlar dışında zorlayıcı bir karar almayan devlet, "evde kal," "kendi OHAL’ini ilân et", "hayat eve sığar" slogan ve tavsiyeleriyle salgını önlemeye çalışıyor.
Sağlık personeli ise hastanelerde önemli bir risk altında tıbbi mücadeleyi sürdürüyor.
İktidarın ürettiği, Cumhurbaşkanı, Sağlık Bakanı gibi en üst düzey yetkililer tarafından dolaşımına sokulup etkili kılınmaya çalışılan tavsiyelerin, uymayanlar bakımından bir yaptırımı olmadığı gibi, toplumun çok büyük kesiminin istese de bu tavsiyelere uyması mümkün değil.
Bu açıdan bakıldığında, devletin bu tavsiyesine uyabilmeniz için yeterli ve sürekli bir gelire, ciddi bir maddi birikime veya devletin bütün hizmetinizi evinizde göreceğiniz bir konum veya yetkiye sahip olmanız gerekiyor.
Bu koşullara sahip olanlar için hayat elbette eve sığar.
Ancak sahip olmayanlar için sığmaz. Onlar hayatlarını her gün yeniden kazanmak için dışarıda olmak zorundalar.
Örneğin bir devlet memuru, "devlet, evde kal, OHAL’ini ilân et, hayat eve sığar dedi, ben de buna inanıyorum ve işe gitmiyorum, evdeyim" diyebilir mi?
Derse ve hakkında soruşturma açılırsa veya işten atılırsa, "ben devletin tavsiyesine uydum" diyerek işine dönebilir mi, sorumluluktan kurtulabilir mi?
Veya özel sektörde çalışan bir işçi patronu izin vermediği halde, "devlet tavsiyesiyle işe gitmiyorum, evdeyim" diyebilir mi?
Derse ve işten atılırsa, "ben devletin tavsiyesine uydum" diye mahkemede savunma yapabilir mi? Davayı kazanıp işine dönebilir mi?
Elbette ne memur ne işçi bunu yapabilir. Devletin en üstünden gelen tavsiyeye karşın, kendisini ve ailesini geçindirebilmek, hayatını sürdürebilmek için Koronavirüs riskini göze alıp işe gitmek zorundadır.
Tabii bu, günlük işler yaparak hayatını kazanan, günlük veya haftalık kazançla geçinen yoksul vatandaşlarımız için de geçerlidir. İşsizleri ve işten atılanları hiç saymıyorum. Onlar da dışarıda yaşamlarını sürdürebilecek bir iş aramak zorundadırlar.
Sürü bağışıklığı
İngiltere’nin, başlangıçta "önlem almayacağız, sürü bağışıklığı politikası izleyeceğiz" yönünde açıklamaları olmuştu. Kazın ayağının öyle olmadığı kamuoyundan gelen tepkiler üzerine anlaşılınca İngiltere Başbakanı Borris Johnson da bu kararından vazgeçip ciddi önlemler almaya başladı.
"Sürü bağışıklığı"nın anlamı, devletin bir önlem almaması, virüsün bulaşacağı kadar insana bulaşması ve sonuçta toplumun önemli bir kısmında bu virüse karşı direnç oluşması ve salgının böylece yok olması.
Tabii bu tercih, virüsü kapan insanlardan güçlü olanların yaşaması, güçsüz olanların da ölmesini göze almak anlamı da taşıyor. "Zayıflar, fakirler, hastalar ölsün, yük olmasınlar" diye özetlenebilecek, bir takım sağcı, ırkçı ideologların uydurup savundukları "sosyal Darwinizm" gibi…
Türkiye’nin başından beri böyle bir politika izlediği söylenemez ama başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentler olmak üzere salgının en kritik haftalarında vatandaşların toplu taşıma araçlarında işe gidip gelmelerinin virüsün yayılmasına zemin hazırladığı da bir gerçektir.
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, tüm Türkiye’de olmasa bile İstanbul için kontrollü bir sokağa çıkma yasağı getirilmesini istediği göz önüne alınırsa, ortada büyük bir risk var demektir.
Bu yolla enfekte olacak vatandaş sayısının hızla artması ve hastanelere başvurmaları halinde sağlık sisteminin yetersiz kalması olasılığı yüksektir.
Sosyal devletin görevi
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin "sosyal bir devlet" olduğu mevcut Anayasa’da da yazıyor.
Aynı Anayasa’nın 56. maddesinde ise, "Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini geliştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler" hükmü yer alıyor.
Bu hüküm, vatandaşların beden ve ruh sağlığını korumak konusunda devlete bir ödev yüklüyor. Bu ödevin yerine getirilmemesi veya ihmal edilmesi de devlete sorumluluk yüklüyor.
Devletin ihmalinden, dolayısıyla kusurundan kaynaklanan sağlık kayıpları için yüksek yargı organlarının kararları var.
Ayrıca eski Askeri Yüksek İdare Mahkemesi’nin, sağlık alanında yaşanan zarardan devleti, kusuru olmasa bile "kusursuz sorumluluk" hali nedeniyle sorumlu tutan kararı da var. (Doç. Dr. Gürsel Kaplan)
Hukukçular arasında sağlık ve benzeri konularda devletin kusursuz sorumluluğu olduğunun kabul edilmesi gerektiği yönünde akademik bir tartışma da mevcut.
Bu nedenle iktidarın, Koronavirüs salgınıyla ilgili kısmi önlemler alıp, önlem dışında kalanların hastalanması veya hayatlarını kaybetmesinden kendilerini sorumlu tutması doğru bir yol değildir.