Zirveden sonra iktidarı destekleyen medya "zafer" manşetleriyle yaygara koparacak olsa da bunun bir algı operasyonu olacağını da Türkiye'nin Brüksel'e ABD'ye karşı eli mahkûm biçimde gittiğini de bütün dünya biliyor.
Türkiye, ABD ile arayı düzeltmek için her ödünü vermeye razı bir pozisyonda. İki yıl içinde 128 milyar doları yiyip bitiren iktidar hazineyi tamtakır hâle getirmiş durumda. Merkez Bankası rezervi eksi 47 milyar dolar civarında. Yanlış faiz ve buna bağlı kur politikası ekonomiyi çok kırılgan bir hâle getirdi. ABD Başkanı Joe Biden'ın ağzından çıkacak bir olumsuz cümle doları füze gibi fırlatabilir, Türk Lirası'nı iyice pula çevirebilir. Türkiye'nin dış borcu anında katlanır, enflasyon resmi rakamlarla bile tutulamaz hâle gelebilir.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın Biden karşısında elini zayıflatan sadece ekonomi değil. Demokrasi, laiklik, insan hakları, hukukun üstünlüğü, ifade ve basın özgürlüğü konusunda da eski Türkiye'yi çoktan aratan, her şeyin tek karar vericiye bağlandığı bir rejim de ABD karşısında Ankara'yı zayıflatmış durumda.
Çok ağır ve çok ciddi iddialar karşısında Cumhurbaşkanı'ndan talimat almadıkça harekete geçemeyen bir yargı sistemi, suç örgütleriyle siyaset yapma, hazine kaynaklarına çökme, sadece yandaşı zengin etmeye yönelik bir ihale sistemi, medyaya ve kıyıda kıymetli arazilere devlet kredisiyle çökme olaylarıyla, dört beş yerden maaşa bağlanmış yüksek bürokrasi ve danışman ordularıyla, ABD'ye eli mahkûm bir Türkiye var.
Bu durumu Türkiye kadar ABD de biliyor. Bu nedenle ABD Erdoğan-Biden zirvesi öncesinde Ankara'nın önüne taleplerini ve koşullarını içeren bir liste koydu. Türkiye ise "ABD'yi nasıl yumuşatabilirim?" arayışı içinde. Bulduğu formüllerden biri Afganistan'ın başkenti Kabil Havaalanı'nın güvenliğini ve işletmesini üstlenerek, ABD'yi ve ABD askerlerini rahatlatmak oldu. Taliban'la karşı karşıya kalmak pahasına askeri bir maliyet üstlenerek ABD'nin yeni yönetimiyle arayı bulmaya çabalıyor. Dibe vurmuş ekonomisiyle ABD'li şirketlerin Türkiye'ye nişasta bazlı şeker ihracını kolaylaştırma dışında bir ekonomik adım atması mümkün değil. Bu nedenle askeri sorumluluk üstlenerek durumu düzeltmeye çalışıyor.
Bu koşullarda Türkiye'nin ABD ile arasındaki ulusal çıkar çatışmalarını kendi lehine sonuçlandırmasını beklemek gerçekçi değil. Üç temel çatışma konusu olarak; S-400'ler, Suriye-ABD'nin PKK-PYD-YPG'ye verdiği destek ve Fethullah Gülen'in iadesi konusunda Washintgon'un ödün vermeyeceği çok açık.
Türkiye, S-400'ler konusunda geri adım atmayacağını açıklamış olsa da Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar'ın orta yol bulma çabaları son güne kadar devam etti. Bu konuda ABD tarafı ise Türkiye'ye seçenekleri söylediklerini açıkladı. Bu da gösteriyor ki, Türkiye, S-400'leri istediği gibi kullanamayacak. S-400'lerin İncirlik'e götürülüp ABD askerlerinin kontrolüne verilmesi olasılığından dahi söz edildi. İncirlik'te veya başka bir yerde hangara kaldırılacak ve ABD kontrolüne verilecekse, bu "Türkiye egemenlik hakkını kullandı" söylemini boşa çıkarır. Türkiye'nin S-400'leri, Yunanistan'ın S-300'lerine döner ve olan zor günlerde ödenmiş 2,5 milyar dolara olur. Böyle bir ödün, Türkiye'nin F-35 projesine dönmesini sağlar mı? Bunun da garantisi yok.
Trump gibi Biden'ın da FETÖ lideri Gülen'i Türkiye'ye iade etmek gibi bir niyeti yok. Gülen'i korumaya ve Türkiye aleyhine kullanmaya devam edecektir. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra bile Gülen hakkında Türkiye'nin klasörler dolusu başvurusuna karşın ABD kılını kıpırdatmadı. Biden da kıpırdatmayacaktır.
PKK-PYD-YPG konusuna gelince…
Biden, Obama ve Trump'ın izlediği politikayı izlemeye devam ediyor. Suriye'nin kuzeyinde kurulan PKK devletçiğini siyasi ve askeri olarak desteklemeyi artırarak sürdürüyor. ABD'li generallerle PKK-YPG liderleri boy boy fotoğraf vermeye, karargâh görüntüleri yayınlamaya devam ediyor. PKK-YPG'ye düzenli bir ordu kuran ABD, Suriye'de PKK yönetiminde ikinci bir İsrail kurma hedefine emin adımlarla ilerliyor.
Biden'in sözde Ermeni soykırımını tanıması karşısında da Cumhurbaşkanı Erdoğan alıştığımız "eyy" diye başlayan veya "one minute" diyen bir çıkış yapamadı. İncirlik'i, Kürecik'i kapatmaktan söz edemedi. MHP lideri Devlet Bahçeli'nin, İsrail'in son Filistin katliamı karşısında dile getirdiği "gerekirse NATO üyeliği tartışmaya açılır" mealindeki sözlerine Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan destek gelmedi.
Bütün bunlar, Türkiye'nin ABD'ye, Avrupa Birliği'ne (AB) ve NATO'ya rest çekecek bir gücü ve niyeti olmadığını gösteriyor.
Ekonomiyi kendi zenginlerini yaratmak için eş-dost, ahbap çavuş ilişkisiyle yönetir, döviz rezervlerini, hazine kaynaklarını aynı zihniyetle yönetir, kimse hesap soramaz, "istediğim gibi yaparım" der, suç örgütlerini devletin ve ekonominin içine alıp çökme yöntemine yol verirseniz, devletin bütün denetim kurumlarını felç eder, Meclis'i, yargıyı ve medyayı devre dışı bırakırsanız, uluslararası arenada dik durmanız zorlaşır.