İktidarın, önümüzdeki seçimler için izleyeceği politika belli oldu.
Muhalefeti "terörist" yaftasıyla düşmanlaştırmak, HDP üzerinden kutuplaşmayı keskinleştirmek ve bunun üzerinden çoğunluk desteğini kazanmak.
MHP lideri Devlet Bahçeli, ısrarla "HDP bir daha açılmamak üzere kapatılmalıdır" diyor. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın HDP hakkında kapatma davası açmasını bekliyor.
Bu talebini kamuoyuna açıkladıktan sonra bir süre bekleyen Bahçeli, bu kez Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı dava açmazsa, MHP'nin Siyasi Partiler Yasası'nın verdiği olanakla HDP'nin kapatılması için dava açacağını söyledi.
Bahçeli, HDP'nin kapatılması için harekete geçeceklerini vurgularken, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da CHP'lileri ve HDP'lileri "terörist" ilân ettiler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, cezaevindeki Selahattin Demirtaş için "teröristtir" dedi. Soylu aynı söylemi tekrar etti. Bahçeli de, HDP'liler için "onlar bizim gözümüzde teröristtir" açıklaması yaptı.
Terörist olarak yaftalanan bir diğer siyasetçi CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu'ydu. Kaftancıoğlu'nun DHKP-C'li olduğu ithamını bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan dile getirdi.
Araştırmacı yazar, KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'ın "negatif kimlikleme" dediği bu söylem ortaya koyuyor ki, iktidar önümüzdeki seçimlerde seçmene, "ya bizi ya teröristleri seçeneksiniz" diye propaganda yapacak.
Millet İttifakı'nı oluşturan veya destekleyen bütün partileri terör cephesinde göstererek, seçmeni güvenlik endişesiyle "terörist-milliyetçi" ikileme üzerinden güdülemeye çalışacak.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, son ziyaretleri ve kabulleriyle Saadet Partisi ve DSP'ye de Cumhur İttifakı'na katılmaları konusunda bir yoklama yaptı. Anlaşılıyor ki Erdoğan, 1970'lerdeki Milliyetçi Cephe (MC) gibi bütün sağ ve muhafazakâr partilerin Cumhur İttifakı çatısı altında toplanmasını istiyor.
Cumhur İttifakı'nın liderleri ve sözcüleri bu cepheleşmeyi yaratmak için giderek sertleşen bir üslup kullanıyorlar. Toplumsal gerginliği artıran bu söylem kutuplaşmayı körüklüyor.
İktidarın gündeminde HDP, Kılıçdaroğlu, Demirtaş, Kaftancıoğlu var. Bu isimler hakkında ağır suçlamalarla siyaset yapılıyor ancak ülkenin ciddi sorunları hakkında konuşulmuyor, bir çözüm de üretilmiyor. Artık çok acil bir soruna dönüşmüş olan Covid-19 aşısı ve salgınla mücadele için yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında bile Cumhurbaşkanı Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nu eleştirmek için, aşıya ayırdığından daha fazla zaman ayırıyor. Bahçeli de konuşmalarını HDP'nin kapatılması talebinde yoğunlaştırıyor.
Oysa Türkiye'nin çok ciddi bir salgın ve aşı sorunu var.
Ekonomik kriz insanları işsiz bırakıyor.
Gerçek enflasyon yüzde 36 düzeyinde.
Geniş tanımlı gerçek işsizlik yüzde 27'ye çıkmış durumda.
Esnaf bir bir kepenk kapatıyor.
Orta ölçekli işletmelerde iflaslar yayılıyor.
23 milyon kişi yoksulluk sınırında yaşamaya çalışıyor.
Çöp kutularından ve pazar artıklarından yiyecek toplayarak açlıkla mücadele eden insan sayısı her geçen artıyor. Pazar tezgahları kalktıktan sonra artıklardan sebze ve meyve toplamaya çalışanlar artık kendilerini saklamıyor, havanın kararmasını beklemiyor. Belediyenin çöp kutusundan iki salatalık bulmuş çocuğun, ikisini sımsıkı kavrayarak, annesine sevinç içinde koşan fotoğrafı yürek acıtıyor. Bakkala veya markete gittiğinizde, siz içeri girmeden yanınıza yanaşıp, "bize ekmek, süt alır mısınız" diyen çocukların sayısı artıyor.
Halk, ekmeğin hesabını yaparak geçinmeye çalışıyor. Halk ekmek büfelerinin önündeki kuyruklar bunun kanıtı. İstanbul Belediye Meclisi'nden karar geçiremeyen Ekrem İmamoğlu'nun başlattığı seyyar ekmek büfesi uygulamasının gördüğü büyük ilgi geçim sorununun ne boyutlarda olduğunu ortaya koyan bir gerçek.
Çocukların, ucuz ekmek minibüsünün mahalleye gelmesini koşarak, sevinçle annelerine müjdelemeleri, Türkiye'nin üzerinde düşünmesi gereken gerçek sorundur. Ve gerçek sorunların, gündeme sokulan yapay tartışma konularından çok farklı olduğunu gösteriyor.