20 Ocak 2021

Demokrasimizin eksikleri

Cumhuriyeti kuran ve demokrasiye geçiren parti olan CHP'nin, önümüzdeki seçimler için en büyük vaadinin "cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak" olduğu düşünülürse, demokrasi sorunumuzun boyutu daha iyi anlaşılır

Türkiye, 1950 yılında çok partili hayata geçmiş olmasına karşın, 70 yılda demokrasiyi kurum ve kurallarıyla oturtabilmiş değil.

Bugün hâlâ demokrasiye geçiş süreci devam ediyor. Devlet ve siyaset kurumu, demokratik sistemi geliştirmek, yerleştirmek yerine elde olanı da yok etmek konusunda çaba sarf etmekten geri durmadı.

Cumhuriyeti kuran ve demokrasiye geçiren parti olan CHP'nin, önümüzdeki seçimler için en büyük vaadinin "cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak" olduğu düşünülürse, demokrasi sorunumuzun boyutu daha iyi anlaşılır. Demokrasiye geçişin üzerinden 70 yıl geçmesine karşın kurucu partinin vaadinin "demokrasiye geçiş" olması, bu konudaki başarısızlığımızın en güçlü kanıtı.

21. yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye hâlâ siyasette şiddet görüyor ve siyasal şiddeti tartışıyorsa, demokrasinin özünü kavramaktan uzak olduğumuz rahatlıkla söylenebilir.

Demokrasi bir rıza rejimidir. Farklı görüşteki siyasi partilerin ve siyasilerin, aynı demokratik alanda, bir arada siyaset yapabilmeleridir. Bu ortamın tahrip edildiği ülkelerde demokrasiden söz etmek mümkün değildir. İktidar partisinin bir sonraki olası seçimde iktidarı kaybetmeyi göze alabildiği, muhalefet partilerinin ise bir sonraki seçimde iktidar umudu taşıyabildikleri rejimdir demokrasi. Bunun teminatı ise demokrasiyi içselleştirmiş bir toplum ve devlet düzenidir.

Bütün siyasi görüşlerin ve kişilerin demokratik kanallardan siyaset yapabilmesinin güvencesi iktidar ve muhalefetin seçimle belirlenmesi ve seçimle yer değiştirebilmesidir. Bu demokratik mekanizmanın hem iktidar hem muhalefet partileri hem de devlet kurumları tarafından kabullenilmesidir.

Böyle işleyen bir demokratik düzende siyasal şiddete yer yoktur. Siyasal şiddetin ortadan kaldırılmasının yolu demokratik sistemin işlemesidir. Siyasal şiddet demokrasinin özü olan farklı siyasi partilerin ve siyasetçilerin bir arada siyaset yapabilmelerini engelleyen, anti demokratik bir yöntemdir. Demokrasi alanını daraltır ve giderek ortadan kaldırır.

Askeri darbeler, sivil baskıcı rejimler siyasal şiddetin devlet eliyle uygulanması halidir. Türkiye her iki tür siyasal şiddeti birkaç kez yaşamış bir ülkedir.

1950 seçimleriyle demokratik yoldan iktidara gelen Demokrat Parti'nin; muhalefeti devlet eliyle yok etmeye çalışması, tahkikat komisyonunun yetkileri, CHP'nin mallarına el koyması, İsmet İnönü'yü tutuklamaya yönelmesi, basını baskı altına alması demokratik alanı daraltmış, bunu gerekçe göstererek gerçekleştirilen 27 Mayıs askeri darbesi üç idamla siyasi tarihe kara bir leke bırakmıştır.

Bu darbe sonrasında yapılan 1961 Anayasası'nın getirdiği özgürlükler içinde Türkiye'nin solla ve sendikalarla tanışması ve demokratik mücadele ortamının doğması ise yine bir başka darbeyle, 12 Mart 1971'da kesintiye uğramıştır. 12 Mart da 27 Mayıs'ın rövanşı olarak üç idamla tarihe kendi kara sayfasını geçirmiştir.

12 Mart sürecinde, 1970-1980 arasında devam eden koalisyon ve iktidarın seçimlerle el değiştirmesi gibi demokratik mekanizmasının çalıştığı sürece ise siyasal şiddet eşlik etmiştir ki bu da 12 Eylül 1980'de demokrasinin sonunu getirmiştir. 12 Eylül'ün işkenceler ve idamlarla yok ettiği genç insanlar da bir diğer kara sayfadır.

1960-1970 ve 1970-1980 arasındaki demokrasi deneyiminde, koalisyonların demokrasinin doğasına uygun bir uzlaşma oluğunu kabul etmek yerine bir istikrarsızlık olarak görülmesi siyasi tarihimizin en büyük hatalarından biridir. Oysa her iki dönemde de istikrarsızlığa yol açan koalisyonlar değil, siyasete eşlik eden siyasal şiddettir.

Darbeleri yapan ulusal ve uluslararası güçler tarafından beslendiği bugün bilinen siyasal şiddetin, öğrenci hareketleri ve dernekleri tarafından yürütülmesi maalesef solda da sağda da "meşru" görülmeye ve gösterilmeye çalışılması, bugünlerin moda değimiyle "üst akıl"ın işidir. Türkiye'yi kurtaracağına inanan, bunu kendine ulusal görev sayan sağ ve sol öğrenci hareketlerinin şiddete yönlendirilmesi Türkiye'ye 5 binden fazla cana ve demokrasiye mâl olmuştur.

Bugün de demokrasi alanının daraltıldığı bir süreçten geçiriyoruz.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi, demokrasinin can damarı olan kuvvetler ayrılığı ilkesini rafa kaldırmış durumda. Yasama ve yargı erkleri yürütme erkinin baskın etkisi altında. Kuvvetler ayrılığının dördüncü kuvveti sayılan basın da büyük çoğunluğuyla yürütme organının aracı haline gelmiş durumda. O kadar ki, Hazine ve Maliye Bakanı'nın istifasını, bir siyasi partinin genel başkan yardımcısının öldüresiye dövülmesini, bir gazetecinin fiziki saldırıya uğramasını haber yapabilmek için iktidardan işaret bekleyecek kadar meslekten uzaklaşılmış durumdadır. Bu yapı içinde yer almak uğruna sesiz kalmayı tercih eden meslek mensuplarının bulunması da işin ayrı bir zaafını göstermektedir.

Bu koşullarda Türkiye'de demokrasinin unsurlarının felç olduğu söylenebilir.

Bu durumdan kurtulmanın yolu yine demokrasiye sarılmak, demokrasi için mücadele etmek ve siyasal şiddeti reddetmekten geçer.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.