Demokrasilerde egemenlik halkındır.
Halk, bu hak ve yetkisini seçimler yoluyla kullanır. Sandık milli iradeyi belirler ve ülke bu iradenin tercihine göre iktidara gelen parti veya partiler tarafından yönetilir.
Ancak, halkın sandıkta verdiği yetki; mutlak, denetimsiz bir yekti değildir. Demokratik ülkelerde iktidarın kullandığı yetki, anayasal kurumlar tarafından denetlenir. Demokrasinin temelini oluşturan kuvvetler ayrılığı ilkesi bunu ifade eder.
Bu durum Anayasa’nın 6. maddesinde ifadesini bulmuştur.
6. madde hükmü şöyledir:
"Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasa'dan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz."
Bu hükme göre halkın yönetme yetkisi verdiği iktidar, bu yetkisini anayasal diğer organlarla birlikte kullanır ve iktidara bağlı olmayan bu organlar tarafından da denetlenir.
Türkiye ise son dönemde, iktidardan bağımsız ve tarafsız hareket etmesi ve denetim görevini yerine getirmesi gereken kurumların egemenliği kullanma yetkilerini fiilen ortadan kaldırdı.
Tarafsız ve bağımsız olması gereken kurumlar ise iktidarın istediği yönde işlev gören dolayısıyla devletin anayasal kurumları gibi değil iktidar partisinin kurumları gibi çalışmaya başladılar. Bu yeni düzenin dışında kalıp ağır aksak da olsa anayasal görevini yerine getirmeye çalışan kurumlar da baskı altına alındılar. Örneğin Anayasa Mahkemesi’nin yeniden yapılandırılması, yetkilerinin törpülendirilmesi, içinin boşaltılması taleplerinin gündeme getirilmesi, RTÜK’ün yargısal yetkisi olan Sayıştay’ın raporlarının yayımlanmasını yasaklaması ve basın yayın organlarıyla gazetecileri baskılamaya başlaması gibi.
İktidarın istediklerini yapmayan ve aksine karar üreten devlet kurumları ile meslek kuruluşları ve sivil toplum kuruluşları ya kapatılma ya da yapısının değiştirilmesi tehdidi ve baskısı altındalar.
Bu tablo; iktidarın demokratik, hukuksal, ekonomik ve mali denetimi yok edip, sadece kendine bağlı bir devlet ve toplum örgütleri istediğini gösteriyor.
İktidarla uygun adım atmayan baroların çoklu baro sistemine geçmesi için yasa çıkarılması, salgın bahane edilerek baro seçimlerinin ertelenmesi, yine iktidara uymayan Türk Tabipleri Birliği’nin kapatılması talebi, Anayasa Mahkemesi’nin hedef haline getirilmesi, denetim raporlarının haberleştirilmesinin önlenmesi, TÜİK’in ekonomiyle ilgili rakamları iktidarın istediği ölçüler içinde ve gerçeklerden uzak bir halde açıklaması, Sağlık Bakanlığı’nın salgınla ilgili vaka sayısını gizlemesi, HDP’li belediyelerin büyük çoğunluğunun seçilmiş başkanlardan alınıp devlet memuru olan kayyıma verilmesi, geniş çaplı tutuklamaların yapılması, salgın yasaklarının muhalefet aktivitelerine uygulanıp iktidar yanlısı aktivitelere uygulanmaması, egemenliğin sadece iktidar tarafından kullanıldığı, demokrasinin de sandığa indirgendiği bir yönetim modelini ifade ediyor.
Demokratik ve anayasal denetimin fiilen askıya alındığı böyle bir yönetim yapısında, daha önce anayasal kurumlar tarafından denetlenen devlet kurumları ve bunların faaliyetleri denetim dışına çıkarılmış durumda. Davet usulüyle yapılan ihalelerin ihaleden önce ve sonra denetlenmesi de ortadan kaldırıldı. Hangi ihalenin, hangi koşullarda, hangi yüklenicilere verileceği iktidarın tercihine göre belirleniyor. Hazine kaynakları bu ihaleleri alan şirketlere bağlanmış durumda. Varlık Fonu’na alınan kurumlar da yine anayasal kurumların ve ihale kanununun denetimi dışında kalıyor. Bu yapı, vatandaşın verdiği oyun ve ödediği verginin denetimini olanaksız kılıyor.
TBMM’ye gönderilen tırpanlanmış raporlar bile ekonomik ve mali tıkanmayı göstermeye yetiyor. Bu raporlar; Diyanet İşleri Başkanlığı dahil 9 kamu kurumunda 42.7 milyar lira ödenek üstü harcama yapıldığını, bütçede ayrılan 53.4 milyar liralık yedek ödeneğin de kullanıldığını gösteriyor. 2019 yılında 125,2 milyar lira iç, 31.8 milyar dış borçlanma gerçekleştiği, 2020 yılına devredilen Hazine garantili borç toplamının 114.4 milyar lira olduğu kamuoyuna yansıdı.
Merkez Bankası kaynaklarının sadece döviz fiyatlarını tutabilmek için kullanıldığı ancak kaynaklar küçüldükçe bunun mümkün olmadığı, doların 7.94 lirayı, euronun 9.35 lirayı gördüğü bir ortamda, ekonominin çok iyi oyduğunu, Türkiye’nin çok iyi yönetildiğini söylemek artık halka inandırıcı gelmiyor.
Bütün bunlar iktidarı başarılı göstermek için yapılıyor. Ekonomide, maliyede, salgınla mücadele, dış politikada "başarıdan başarıya koşan" bir Türkiye algısı yaratmak için büyük çaba harcanıyor. Bu uğurda demokratik ve anayasal denetim kurumları devre dışı bırakılıyor ve muhalefet ağır biçimde baskılanıyor.