07 Haziran 2021

Çürümüşlüğün boyutu

Yeni Türkiye'de bu işler neden bu kadar büyük çapta ve kolay yapılabiliyor? Çünkü ortada bunu denetleyecek, engelleyecek, hesap soracak bir devlet kurumu kalmadı. Hepsi devre dışı

Suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş Sedat Peker'in ortaya attığı iddialar ve anlattığı ihaleler üzerinden devleti soyma mekanizması hafife alınacak cinsten değil.

Bugüne kadar ortaya attığı iddialar çürütülemedi. Aksine iddialarının doğru olduğunu kanıtlayan gelişmeler yaşandı. İstifalar, ekrandan gönderilmeler gibi.

Bundan sonra da benzer gelişmeler şaşırtıcı olmayacaktır.

Anlatılan ihale sistemi, yetkinin kötüye kullanılması, "çökme" olayları devlette ve toplumdaki çürümüşlüğün boyutlarının nerelere uzandığını göstermesi bakımından düşündürücü ve üzücüdür.

Düşünün ki mahkemelerin çözeceği ihtilafları suç örgütleri çözmeye başlamış. İhtilafın tarafları mahkemeye başvurmak yerine suç örgütüne başvuruyor ve ihtilafı suç örgütü çözüyor. Buna bankaların ihtilafları da dahil.

Demokratik hukuk devletlerinde ihtilaflar mahkemelerde çözülür. Eğer bir ülkede mahkemelerin yerini organize suç örgütleri almışsa çürümüşlüğün boyutunu siz düşünün. Davacı da davalı da mahkemede yargıçların kuracağı hükmü değil, suç örgütünün keseceği raconu esas alıyorsa, o ülkede demokrasiden, hukuktan, hukukun üstünlüğünden, hak ve özgürlüklerden söz edilemez.

Kararı yargıç değil suç örgütü veriyorsa ya mafya devletleşmiş ya da devlet mafyalaşmıştır.

Maalesef ortaya dökülenler Türkiye'nin böyle bir konuma sürüklendiğini gösteriyor. İçler acısı…

Siyasi ve ekonomik güç odaklarını savunanlar, iddiaların suç örgütü liderliğinden hüküm giymiş biri tarafından gündeme getirilmiş olması nedeniyle ciddiye alınmaması gerektiğini, üzerinde konuşulmaya değmeyeceğini, muhalefetin bir suç örgütü liderinin iddialarından siyasi fayda sağlamaya çalıştığını, bunun arkasında dış güçlerin ve hatta açıktan ABD Başkanı Biden'in bulunduğunu öne sürüyorlar.

Oysa iddiaların boyutu ve niteliği o kadar büyük ki öyle peşin hükümle yok sayılacak, ciddiye alınmayacak, üstü örtülecek cinsten değil.

Aksine ilgili tüm devlet kurumlarının harekete geçip, iddiaları tek tek araştırıp gerçeği gözler önüne sermesi ve yargıya teslim etmesi gerekiyor.

Yeni Türkiye bunu yapabilir mi?

Biraz zor.

Nedeni ise bunu yapabilecek kurumların tamamının felç edilmiş ve iktidarın kontrolü altına alınmış olmasıdır.

Bunun böyle olduğunu muhalefet partilerinin verdiği araştırma komisyonu kurulması önergesinin iktidar gruplarının oylarıyla TBMM'de reddedilmiş olması da gösteriyor. KKTC, Kutlu Adalı cinayetine ilişkin iddialar nedeniyle bu yöndeki öneriyi oy birliğiyle kabul ederken TBMM reddetmiş durumda. İş daha başından Meclis'te iktidar tarafından reddedildiğine göre, devletin diğer ilgili kurumlarından sonuç beklemek pek gerçekçi değil.

Benzeri iddialar ortaya saçıldığında, hor görülen, beğenilmeyen, küçümsenen eski Türkiye'de hiç olmazsa ağır aksak da olsa devlet kurumları görevlerini yapmış, konu yargıya teslim edilmiş ve mahkûmiyet kararları verilmişti.

Yeni Türkiye'de, ağzını açtığında söze, ezan, bayrak, vatan, din, dua ile başlayan, iktidar yanaşmalığına soyunmuş birçok dindar görünümlünün devlet kesesinden zengin olmak dışında bir amacı ve uğraşı olmadığı anlaşılıyor.

Yeni Türkiye'de bu işler neden bu kadar büyük çapta ve kolay yapılabiliyor? Çünkü ortada bunu denetleyecek, engelleyecek, hesap soracak bir devlet kurumu kalmadı. Hepsi devre dışı.

Eski Türkiye'de akçalı işleri denetleyen, yolsuzları, rüşveti, kayırmacılığı soruşturan, sonuçlarını yargıya taşıyan kurumlar iyi kötü işlerini yaparlardı.

Örneğin her bakanlığın ciddi teftiş kurulları vardı. Bakanlık içindeki işlemleri denetler, ihbarları araştırır, ihalelerin yasalara uygun yapılıp yapılmadığına bakar, suç oluşturan bir unsur varsa ilgili memuru açığa alır, konuyu savcılığa gönderirlerdi. Her bakanlık, her genel müdürlük böyle bir iç denetimden geçerdi.

Ayrıca dış denetim kurumları vardı.

Örneğin diğer bakanlıkları da denetlemeye yetkili bir Maliye Bakanlığı Teftiş Kurulu vardı. Bütün özel sektörü denetlemeye yetkili bir Maliye Bakanlığı Hesap Uzmanları Kurulu vardı. Maliye Bakanlığı Gelirler Kontrolörleri Kurulu vardı. Maliye Bakanlığı Bankalar Yeminli Murakıplığı vardı. Devletin tüm gelirini, giderini ve mallarını, tüm ihaleleri, ihale sözleşmelerini ve uygulamalarını TBMM adına denetlemeye yetkili bir Sayıştay vardı.

Bu kurumların hemen hepsi ortadan kaldırıldı. Kaldırılmayanların da yetkisi kısıldı.

Peki o kurumlar varken Türkiye'de yolsuzluk, rüşvet, kayırmacılık yok muydu? Elbette vardı, o kurumlar bunlarla mücadele ederdi. Öyle "sen, ben, bir de bizim oğlan" denilerek hazineyi soymak bu kadar kolay değildi.

Köy köpeksiz kalınca, değneksiz gezmekte sakınca kalmadı.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.