Barış Pınarı Herakâtı şimdilik durdu. Devam edip etmeyeceğini önümüzdeki salı gününden sonra göreceğiz. Salı günü hem Türkiye ile ABD arasında varılan anlaşmaya göre 5 günlük süre dolacak hem Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Putin arasındaki görüşmenin sonuçları ortaya çıkacak.
Barış Pınarı Harekâtı, aysbergin görünen çok küçük bir parçasıdır. Altında tarihi kökleri çok eskilere dayanan devasa sorunlar yığını var. Türkiye’yi daha önce de yaşandığı gibi askeri harekâta sevk eden tarihi soruların en önemlilerinden biri Birinci Dünya Savaşı’nda İtilaf Devletleri’nin Osmanlı’yı yendikten sonra Anadolu’yu istedikleri gibi dizayn edecek bir sonuç alamamış olmalarıdır. Bunun nedeni Mustafa Kemal Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşı’yla kazandığı başarı ve üzerine inşa ettiği Türkiye Cumhuriyeti’nin sınırlarıdır.
İngiltere ve Fransa’nın başını çektiği İtilaf savaş grubunun, Birinci Dünya Savaşı’nı kazandıktan sonra sınırlarını cetvelle çizdikleri sınırımızdaki Arap ülkeleri dışında, Anadolu topraklarında dünya sahnesine çıkarmak istedikleri iki devlet daha vardır: Kürdistan ve Ermenistan.
Mustafa Kemal Atatürk’ün Sevr’i tarihe gömüp, Lozan’la kurmayı başardığı Türkiye Cumhuriyeti ile bu proje hayata geçememiştir. Ancak Batı bu sonucu, Atatürk’ün Anadolu’yu parçalamadan, tam bağımsızlığı, demokrasiyi ve laikliği esas alarak çağdaş devletler arasında Türkiye Cumhuriyeti’ne yer açmasını hazmedebilmiş, sindirebilmiş değildir. Türkiye’nin uzun yıllar yaşadığı Ermeni sorunu ve bugünde ağır şekilde yaşadığı PKK sorunun tarihi kökleri Birinci Dünya Savaşı ve Ulusal Kurtuluş Savaşı’na kadar uzanır. Osmanlının son dönemine kadar da gider.
Hiç kucaklamadı
Türkiye’nin inşasında ve İkinci Dünya Savaşı sonrasına kadar dış ilişkilerinde bu sorun her zaman olmuştur. Ulusal Kurtuluş Savaşı yıllarından başlayarak bu dönemde Türkiye’ye dış desteği veren başlıca ülke Sovyetler Birliği’dir. Atatürk’ün Ulusal Kurtuluş Savaşı sırasında Rusya’dan destek almasına karşın, Sovyetleri değil, savaştığı Batı dünyasına yönelmesine karşın, Batı dünyası Türkiye’yi içtenlikle kucaklamamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Sovyetler Birliği Bloku’na karşı güvenlik endişesi ile Türkiye’yi Batı’nın uluslar arası kurumlarına kabul etmiş ve özellikle NATO’nun güney kanadında bir karakol olarak görmüştür.
O yıllardan bu yıllara kadar Türkiye aleyhine Ermeni ve Kürt sorununu kaşımayı hiç ihmal etmemiş, bu alanlarda ortaya çıkan terör örgütlerini de desteklemiştir. Anadolu’dan bir Kürdistan bir Ermenistan çıkarma projesinden hiç vazgeçmemiştir.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batı’nın liderliğine yerleşen ABD de, Türkiye’yi ekonomik, teknolojik ve askeri olarak kendine bağımlı bir ülke olmasını hedeflemiş ve Soğuk Savaş yılları boyunca bunu büyük öçlüde sağlamıştır. Türkiye’de silah uçak fabrikalarının kapatılması da dahil Savunma bağımsız bir askeri sanayi kurulmasını önlemiştir. Türkiye’nin savunma ihtiyaçlarını kendi ürettiği silahlarla karşılamış ve istediği bağımlılığı elde etmiştir.
Türkiye de NATO şemsiyesi altında olmayı yeterli saymış, ta ki, 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında maruz kaldığı silah ve ekonomik ambargodan sonra, kendi savunma sanayini kurmaya yönelmiştir. Bu alanda önemli ilerleme sağlasa da henüz tüm ihtiyaçlarını yerli üretimle karşılayacak durumda değildir.
İki terör
Soğuk Savaş döneminde NATO ve CENTO ile Türkiye, İran ve Pakistan’la Sovyetler Birliği’ni çevrelediği yıllarda Kürdistan projesini gündemin arka sıralarında tutan Batı, Türkiye’yi önce 1970’lı yılların sormalarında Ermeni terör örgütü Asala ile sıkıştırmaya yönelmiştir. İran’da 1979 yılında Humeyni’nin işbaşına gelip şahın devrilmesi ve hemen ardından ABD desteğiyle Türkiye’de gerçekleşen 12 Eylül darbesinden bir süre sonra Asala sönülmenmiş, yerini PKK almıştır.
Türkiye’nin Cumhuriyet dönemi politikalarının eleştirisi ayrı ve Kürt sorunu olarak tanımlanan demokrasi alanındaki sorunlar ayrı PKK sorunu ayrı ele alınmalıdır. Ancak şu bir gerçektir ki, terör örgütü PKK, kurulduğu günden bu yana Batı ülkelerinden çok önemli ve kesintisiz destek görmüştür.
Terör örgütü üzerinden Türkiye’yi istikrarsızlaştırmak politikası süreklilik kazanmıştır. 35 yıldır aralıksız süren terör sorunuyla mücadele süresince Türkiye on binlerce şehit ve sivil can ve yüz milyarca dolar kaynak kaybına uğramıştır.
Türkiye’nin iç savaşın başladığı dönemde Suriye dış politikasına ilişkin eleştiriler ayrı konu, sorunun bütünüyle arz ettiği boyutları ayrı konudur.