19 Mayıs, Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı’nı yarın, Koronavirüs salgını nedeniyle evlerde kutlayacağız.
19 Mayıs’ın stadyumlarda kutlanması kaldırılmıştı. Maalesef Türkiye milli bayramları kutlamada, çelenk koyma törenlerinde son dönemde engellemelerle karşılaşan, tartışmalar yaşayan bir duruma geldi.
Devlet büyükleri, törenlere katılmayı, Anıtkabir’i ziyaret etmeyi, eski Türkiye’nin devlet büyükleri kadar önemsemiyor. Bu tutum, kuşkusuz Atatürk ve Atatürk devrimlerine bakış açısından kaynaklanıyor.
Atatürk’ün, Kurtuluş Savaşı’nı başlatmak için 1919'da Samsun’a ayak bastığı gün olan 19 Mayıs, ilk kez 1926 yılında "Gazi Günü" adıyla kutlandı.
1935 yılında ise "Atatürk Günü" olarak kutlanmaya başlandı. 1938’de Beşiktaş ve Fenerbahçe stadyumlarında yapılan kutlamalarda, Atatürk Günü’nün gençlikle ve sporla birlikte kutlanması önerildi. Atatürk’ün sağlığında 20 Haziran 1938 tarihinde çıkarılan bir yasayla 19 Mayıs, "Gençlik ve Spor Bayramı" olarak ilân edildi.
12 Eylül 1980’den sonra da "Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı" oldu.
Koronavirüs salgını nedeniyle gençlerin sportif faaliyetlerle bu büyük bayramı kutlama olanakları yok. Gençler de evde kutlayacaklar.
Ev koşullarında, Bayram’ın gençlik ve spor tarafı geri planda bırakılarak, "Atatürk’ü Anma" tarafı üzerinde yoğunlaşmak daha anlamlı olacaktır. "Evde kal" uygulaması nedeniyle daha fazla insanın görece daha fazla zamanın bulunduğu bu günlerde Atatürk’ü anmak, eserlerini düşünmek, O’nu okumak özellikle gençler için çok faydalı olacaktır.
Dünyanın ve Türkiye’nin içinden geçtiği bu dönemde Atatürk’ün devrimleriyle attığı Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerine bugün daha çok ihtiyacımız olduğunu söylemek mümkün.
Siyasal ve hukuki temel
Atatürk’ün en büyük devrimlerinden biri Ulusal Kurtuluş Şavaşı'nı başarıya ulaştırmaksa, ikincisi cumhuriyeti ilân etmesidir.
Hilafeti ve saltanatı kaldırarak, ümmeti millete ve eşit yurttaşlara dönüştüren Atatürk, modern bir devlet kurmuştur. Bu devlete karakterini kazandıran da laik bir yapıya sahip olmasıdır. Bu yapıyı modern kılan diğer önemli adımlar ise her biri devrim niteliğindeki yasalardır.
Genç Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık düzeyine yetiştirme amacı güden bu yasaların önemlileri şunlardır: Hilafetin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat (Eğitim Birliği) Kanunu (3 Mart 1924), Şapka Kanunu (25 Kasım 1925), Tekke ve Zaviyelerin Kapatılması Kanunu (30 Kasım 1925), İtalya’dan alınan Ceza Kanunu’nun kabulü (1 Mart 1926), İsviçre’den alınan Borçlar Kanunu'nun kabulü (22 Nisan 1926), İsviçre’den alınan Medeni Kanun'un kabulü (4 Ekim 1926), Latin alfabesine geçiş (1 Kasım 1928), Kadınların belediye seçimlerine katılması, muhtar seçilebilmelerine ilişkin düzenlemeler (1930), Kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı tanıyan Anayasa ve Seçim Kanunu değişikliği (5 Aralık 1934).
Son dönemde Türkiye’nin yaşadığı sürece baktığımızda, bu temelden çok uzaklaşıldığı görülmektedir. Eğitim birliği bozulmuş durumdadır, bilimsel-laik anlayışa sahip olması gereken eğitim sistemi yıllardır cemaat ve tarikatların etkisi ve hatta yönetimi altındadır, kadına, kadın haklarına, kız çocuklarına bakış, kadın cinayetlerindeki artış düşündürücü boyuttadır.
Ekonomik ve sosyal temel
Atatürk’ün attığı ekonomik ve sosyal temele de bugün her zamankinden daha çok ihtiyacımız olduğu bir gerçektir.
Koronavirüs karşısında vatandaşını korumaktan aciz kalan neoliberal ekonomik sistemlerin ne kadar başarısız kaldığını bütün dünya gördü. Ekonomide ve ona dayalı siyasal sistemde sosyal devletin ne kadar büyük bir ihtiyaç olduğu da görüldü.
Atatürk’ün devlet desteğinde geliştirmeye çalıştığı liberal ekonomi politikasını 1929 Dünya Ekonomik Buhranı’na yaklaşırken, buhran sırasında ve sonrasında devletçi bir yaklaşımla nasıl aştığının özellikle bugünlerde yeniden incelenmesinde büyük fayda vardır.
Atatürk’ün sanayileşme politikası ve devlet yatırımlarıyla, "ekonomide devletçilik" ilkesini nasıl yaşama geçirdiği örnekleriyle anımsayalım.
1923’ten sonra henüz gelişmemiş olan özel sektöre teşvik ve krediler verilirken, özellikle savunma sanayi konusunda devlet fabrikaları kurulmaya başlanmıştı. Bunlardan bazıları şunlardı:
Ankara Fişek Fabrikası (1924), Gölcük Tersanesi (1924), Eskişehir Hava Tamirhanesi (1925), Kırıkkale Mühimmat Fabrikası (1926), Alpulu Şeker Fabrikası (1926), Uşak Şeker Fabrikası (1926), Bünyan Dokuma Fabrikası (1927), Eskişehir Kremit Fabrikası (1927), Kırıkkale Elektrik Santrali ve Çelik Fabrikası (1928), Ankara Çimento Fabrikası (1928), Ankara Havagazı Fabrikası (1929), İstanbul Otomobil Montaj Fabrikası (1929), Kayaş Kapsül Fabrikası (1930).
1931’de devletçilik ilkesinin CHP programına girmesinden sonra, Sovyetler Birliği deneyiminden de esinlenerek planlama Türkiye’nin gündemine girmiş ve Birinci Sanayi Planı 1933 yılında yürürlüğe konulmuştur. Bu kapsamda kurulan fabrikalardan önemlileri de şunlardır:
Sümerbank (1933), Eskişehir Şeker Fabrikası (1934), Turhal Şeker Fabrikaları (1934), Konya Ereğli Bez Fabrikası (1934), Bakırköy Bez Fabrikası (1934), İzmit Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası (1934), Zonguldak Kömür Yıkama Fabrikası (1934), Keçiborlu Kükürt Fabrikası (1934), Kayseri Bez Fabrikası (1935), İzmit Kağıt ve Karton Fabrikası (1934), Nazilli Basma Fabrikası (1934), Etibank (1935), Bursa Merinos Fabrikası (1935), Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası (1935), Gemlik Suni İpek Fabrikası (1935), Ankara Çubuk Barajı (1936), Nuri Demirağ Uçak Fabrikası (1936), Malatya Sigara Fabrikası (1936), Karabük Demir Çelik Fabrikası (1937), Divriği Demir Ocakları (1938) Sivas Çimento Fabrikası (1938).
Atatürk dönemi Türkiye’nin ağır sanayi başta olmak üzere devlet eliyle sanayileştiği ve özel sektörü de bu yönde teşvik ettiği bir karma ekonomi dönemidir.
Türkiye, 1980 sonrasından bugüne kadar bu fabrika ve tesislerin neredeyse tamamını satarak, en büyük bölümünü inşaat sektörüne gömdü.
Elde, satacak kamu ekonomik tesisi de kalmadı.
İşte bu nedenle, Koronavirüs sonrası daha da ağırlaşacağı açık olan ekonomik krizle baş edebilmek ve yeni bir başlangıç için Atatürk’ü ve yaptıklarını anlamak gereklidir.