11 Kasım 2020

Atatürk'e sevgi azalmıyor, artıyor

Bu Türkiye, Atatürk'ün tahayyül ettiği Türkiye değil. Bu tablo Atatürk'e olan sevgiyi ve özlemi artırıyor

Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 82. yıldönümünde özlem, sevgi ve saygıyla andık.

Bu 10 Kasım'da da, salgın koşullarına karşın, halk akın akın Anıtkabir ve Dolmabahçe'yi ziyaret etti.

Milli bayramlarda ve 10 Kasım'da Ata'ya olan ilgi gösteriyor ki halkın Atatürk'e olan sevgisi asla azalmıyor. Emaneti olan laik cumhuriyete karşı hamleler arttıkça Atatürk'e olan sevgi ve özlem azalmıyor, artıyor.

Kuşku yok ki Atatürk 20. yüzyılın en büyük lideridir. 21. yüzyılda da O'nu ve vizyonunu aşacak bir lider de görünmüyor.

Buna karşın, Atatürk'e, O'nun ilke ve devrimlerine, laik Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı hareketleri, karşı devrim çabaları da bitmiş değil.

Bunun son örneğini 15 Temmuz 2016'da, ABD desteğindeki FETÖ'nün giriştiği kanlı askeri darbe girişiminde gördük. İktidarın desteği, ortaklığı ve ABD'nin işbirliğiyle güçlenen FETÖ mensubu asker ve sivil kesimler, 15 Temmuz'da bir askeri darbeyle karşı devrimi taçlandırmak istediler. Ancak başaramadılar.

Karşı devrimin son hamlesi olarak girişilen darbe, Türk Silahlı Kuvvetleri'nde, Emniyet teşkilatında hâlâ varolan, Atatürk'e, cumhuriyete ve Anayasaya bağlı komutanlar, amirler, askerler, polisler ve sokaklara dökülen halkın direnişiyle bastırıldı.

17-25 Aralık 2013 olaylarına kadar, darbeye kalkışanların önünü açan, onları kritik sivil ve askeri görevlere getiren, yargıda etkinleştiren AK Parti iktidarı, bizzat Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'ın ağzından "aldatıldığını" ilân etti.

Yüzlerce asker ve sivil şehit verilerek yaşanan bu süreç mevcut iktidara da bundan sonra iktidara gelecek olan siyasi kadrolara da ders olmalıdır.

Şu gerçek artık görülmelidir ki, Atatürk'ün temellerini attığı demokratik, laik, hukuk devleti nitelikleri Türkiye Cumhuriyeti'nin, çağdaş bir devlet olarak ayakta kalmasının güvencesidir. Nitekim, çağdaşlarının kurduğu devletler ve ideolojileri tek tek tarihe gömülürken, Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk'ün demokrasiye, laikliğe, bilime ve akla dayandırdığı Türkiye'nin 21. yüzyıla girebilmiş olması bunun kanıtıdır.

Türkiye, çoğulcu demokrasiden, laiklikten, bilim ve akıldan uzaklaşan bir yolda ilerliyor.

FETÖ gibi bir facia yaşanmış olmasına karşın, bugün de başka tarikat ve cemaatler el üstünde tutularak, devlette kadrolara yerleştiriliyorlar. Yine en değerli referans tarikatlar. Tarikatlar devlet kurumlarında yarış halindeler. Liyakat yerine "mensupluk" esas alınıyor.

Atatürk'ün cephedeyken bile süresi bitince, cepheden gelip Büyük Millet Meclisi'nden başkomutanlık yetkisini yeniden alıp tekrar cepheye dönecek kadar önem verdiği, Kurtuluş Savaşı'nı birlikte yönettiği Meclis'in işlev ve yetkilerini kaybettiği bir dönemdeyiz.

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde TBMM'nin elinde etkili bir denetim aracı bulunmuyor. Yürütme yetkisini elinde toplayan Cumhurbaşkanı'nın da bakanların da Meclis'e karşı bir sorumluluğu yok. Milletvekilleri sadece bir bürokrat olan Cumhurbaşkanı Yardımcısı'na soru gönderebiliyorlar.

Yürütme organı Meclis denetimi dışında olduğu gibi fiilen yargı denetiminin kapsama alanına da girmiyor. Yargı, yürütme organının etkisi altında. Bu gerçek yargı kararlarına yansıyor. Birçok yargı kararı yürütme organının beklentilerine uygun olarak veriliyor. Yargı kendi içinde de hiyerarşik düzenini kaybetmiş durumda. Siyasi otoritenin beklediği yönde bir karar söz konusu olduğu zaman bir alt mahkeme, en üst yargı organı olan Anayasa Mahkemesi'nin kararını çöpe atabiliyor. Alt mahkemenin Anayasa'ya aykırı bu tutumu, yürütme organı tarafından destekleniyor.

Halk adına iktidarı denetlemekle görevli medya organlarının yüzde 90'ından fazlası iktidarın doğrudan kontrolü altında. 9 gazete aynı manşetle çıkabiliyor. Hazine ve Maliye Bakanı'nın istifasını talimat gelmediği için 24 saat haber yapamıyor. Binlerce radyo, televizyon ve gazeteden sadece ulusal düzeydeki 5 televizyon ve gazete bu haberi yayınlayabiliyor.

Türkiye Cumhuriyeti'nin dış politikasının esasını oluşturan, Atatürk'ün "yurtta barış, dünyada barış" ilkesini pasif bulup, din esaslarıyla yönetilen Arap ülkelerine özenen ve onlara doğru koşan Türkiye'den Arap ülkeleri kaçıyor ve İsrail'in, Yunanistan'ın yanında saf tutuyor. Müslüman Kardeşleri, Arap ülkelerinde iktidara taşımak amacıyla gayret sarfeden Türkiye Cumhuriyeti bölgesinde yalnızlaşıyor, Müslüman ülkelerin desteğini kaybediyor. Onlar Türkiye'yi model alacaklarına, Türkiye onların radikal versiyonlarını model alıyor.

21. yüzyılın ilk çeyreğinin sonuna yaklaşırken, dünya bilimde, teknolojide devrim sayılacak sıçramalar yaparken, Türkiye, eğitimini, üniversitelerini dini bilimin önüne koyan bir yapıya teslim ediyor.

Bu Türkiye, Atatürk'ün tahayyül ettiği Türkiye değil.

Bu tablo Atatürk'e olan sevgiyi ve özlemi artırıyor.

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.