Ayasofya'nın yeniden cami olarak açıldığı gün kılınan Cuma namazının hutbesinde Diyanet İşleri Bakanı Ali Erbaş, ismini vermeden Atatürk'e, "lanet" okudu.
Gelen tepkiler üzerine yaptığı açımlamada ise yine Atatürk'ün ismini vermeden, "vefat eden kişilere dua okunur, beddua okunmaz" dedi. Fatih'in vakfiyesine atıfta bulunduğunu, görevini yaptığını söyledi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Danıştay'ın kararının açıklandığı 10 Temmuz günü yaptığı "millete sesleniş" konuşmasında, Ayasofya'nın, Atatürk tarafından müzeye çevrilmesi kararını kastederek, "hem tarihe ihanetti, hem hukuka aykırıydı" demişti. "Ayasofya'nın açılması aynı zamanda Fatih'in ağır bedduasından kurtulmamızı sağlamıştır" diye de konuşmuştu.
Bu süreçte yanıtlanması gereken birkaç soru var…
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bir sene önce, Ayasofya'nın açılmasını talep edenlere karşı çıkışmıştı. "Bu bir tezgah, oyuna gelmeyelim. Bunun siyasi yönü var, götürüsü var. Daha Sultanahmet'i dolduramıyorsunuz, Ayasofya'nın açılmasını istiyorsunuz" diye özetlenebilecek bir yanıt vermişti.
Bir sene önce Ayasofya'nın açılmasını "tezgah" olarak gören Erdoğan, aradan geçen sürede ne oldu da düşüncesini 180 derece değiştirdi? "Tarihe ihanet, hukuka aykırılık ve bedduadan" kurtulmak için 18 yıldır neden bekledi?
Bu sorulara yanıt verilmedi. Ancak ne yanıt verilirse verilsin Danıştay'ın kararının hukuka aykırı ve Ayasofya'nın açılmasının siyasi bir hamle olduğu gerçeğini değiştirmez.
Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş, Ayasofya'da Atatürk'ü anmadığı gibi dolaylı lanet okumasıyla ilgili olarak Atatürk'ü, lütfedip "vefat eden kişi" mertebesine çıkarmış ve "vefat eden kişinin arkasından dua okunur, beddua okunmaz" demiş.
Peki o zaman "niye dua etmedin" sorusuna vereceği bir yanıt da var mı acaba?
Ayasofya'nın Atatürk'e meydan okunacak bir yer olmadığını Ali Erbaş bilmiyor mudur?
Elinde kılıçla Ayasofya'da hutbe vermeyi, namaz kıldırmayı Atatürk'e borçlu olduğunu bilmez mi? İstanbul'u ve Ayasofya'yı İngiliz işgalinden kurtaranın Atatürk olduğunu hatırlamaz mı? Eğer Atatürk olmasaydı Ayasofya'nın yanından bile geçemeyeceğini? "Kimse karışamaz" denilen egemenliği Atatürk'ün sağladığını? O başkanlık koltuğunda oturduğu Diyanet İşleri Başkanlığı'nı Atatürk'ün kurduğunu?
Arka bahçeye sığınma
Türkiye, tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşarken çözüm üretemeyen iktidar siyaseti yine din alanına hapsetmeye yöneldi.
Bunlardan biri Ayasofya hamlesiydi…
Bir kararnameyle her zaman camiye dönüştürme olanağı varken, bunu bir "yüksek mahkeme" kararının gereği gibi yerine getirmenin İslamcı tabanda büyük bir memnuniyet yaratması gayet doğal. Toplumun büyük kesiminde de Ayasofya'nın cami olarak açılmasına itiraz gelmemesi de doğal. Ayasofya açılsın veya açılmasın zaten AK Parti'ye oy verenler yine vereceklerdir. Sevinçten ağlayanlar da zaten AK Parti'nin çekirdeği içinde yer alanlar. Dolayısıyla Ayasofya kararının AK Parti'ye fazladan getireceği bir seçmen grubu yok.
Bunun üzerinden bir kutuplaşma yaratmak hedefi de tutmuş gibi görünmüyor. Muhalefetten beklenen kutuplaştırıcı malzeme bu kez gelmedi.
İkinci hamle de kadına her türlü şiddetin önlenmesini amaçlayan İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme konusu…
Bu sözleşmeden Türkiye'nin çıkmasını talep edenlerin tarikatlar olduğu kamuoyuna yansıdı. Bu amaçla hazırlanan raporu da meslektaşımız Murat Yetkin açıkladı. Raporda, sözleşmenin "cinsiyetsizlik" yarattığı gibi dayanaksız iddialar var.
Sözleşmeden çıkılmasını isteyenler, kadının evde de toplumda da ikinci sınıf kalmasını isteyen erkek egemen düzenin savunucuları. Kadının sadece evde oturmasını, çocuklarına bakmasını, kocası dövünce akşam yemeğinden sonra bir çay götürüp niye dövdüğünün nedenini sormasını isteyen Diyanet'e başkanlık yapan, Atatürk'ü lanet okuyanlar.
Bu tablo iktidarın sorunlarına çözüm üretemeyip sorun üreterek halkı meşgul etmeyi yeğlediğini gösteriyor.