Askeri okullara giriş yönetmeliğinde yapılan değişiklikle, "irticai faaliyetlere katılmamış olmak" koşulu kaldırıldı.
Bu değişikliğe muhalefet doğal olarak tepki gösterdi.
Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ise yönetmeliğin yeni halini savundular. Akar, bir sorun olmadığını açıkladı. Bunun bir sorun yaratıp yaratmayacağını ancak zamanla anlayabileceğiz.
İktidarın bu irticai faaliyetleri bir sorun olarak görmemesi izlediği siyasi ideolojiyle uyumludur.
AK Parti'nin 2002 sonunda, iktidara geldikten sonra Türk Silahlı Kuvvetleri'yle (TSK) ilgili ilk icraatlarından biri 2003 Yüksek Askeri Şura'sında (YAŞ) "irticai faaliyetler" nedeniyle bazı askerlerin orduyla ilişkisinin kesilmesiyle ilgili kararlara "şerh" koymasıdır. İlerleyen yıllarda Başbakan ve Milli Savunma Bakanı bu kararlara şerh koymayı sürdürdüler. Zamanla irticai faaliyetlere katıldıkları için TSK'dan atılan askerlerin sayısı azaldı. Bugün ise FETÖ'cü oldukları kesinleşenler dışında böyle bir uygulama neredeyse kalmadı. Buna karşın hâlâ TSK'da önemli görevlere getirilen FETÖ'cü, tarikatçı general ve amiraller çıkıyor. Hem de 15 Temmuz 2016 yaşanan darbe girişimine karşın, bu tarihten sonra generalliğe, amiralliğe terfi edenler olduğu da anlaşıldı.
AK Parti iktidarının, başından beri irtica diye bir sorunu olmadı. YAŞ toplantılarında "şerh" koymanın dışında Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nden de (Kırmızı Kitap) irticai faaliyetleri çıkardı. Milli Savunma Bakanlığı ve Genelkurmay Başkanlığı'nın aksi görüşüne karşın, "iç düşman mı olurmuş" savıyla görüşünde ısrar etti.
Zaman içinde irticai faaliyetlere katılmanın, FETÖ veya başka bir tarikata mensup olmanın TSK'dan atılma sebebi değil, aksine terfi nedeni olduğu da görüldü.
"Başı secdeye değiyor" olmak sadece TSK'da değil, emniyette de, yargıda da terfi nedeni haline geldi. İktidar hem askeri hem de sivil bürokrasiyi bu kadrolarla doldurdu ve yüksek makamlara getirdi. En çarpıcı örneği, 12 Eylül 2010 Anayasa değişikliğiyle ve açık yapılan pazarlıklarla Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) ve yüksek yargıya FETÖ'cülerin doldurulmasıydı. Ondan sonra Ergenekon ve Balyoz gibi davalarla FETÖ'cü savcı ve yargıçlar TSK'da büyük bir tasfiye yaptılar. Tasfiye edilenlerin yerine de YAŞ toplantılarında FETÖ'cüler general ve amiral yapılarak atandılar.
Sonuç 15 Temmuz 2016 kanlı darbe girişimi oldu.
İrtica yanlısı FETÖ'cü askerler iktidarı devirip, laik Türkiye Cumhuriyeti'ni ortadan kaldırıp, din devleti kurmak üzere darbeye kalkıştılar.
Böyle çok acı ve ağır bir deneyim yaşamış, 251 şehit vererek, zorlu bir mücadeleyle darbe girişimini önlemiş olan Türkiye'nin bundan sonra yoğurdu üfleyerek yemesi gerekirken, irticai faaliyetleri veya tarikat mensubu olmayı "sorun" olarak görmemesi üzerinde düşünülmesi gereken bir konudur.
Türkiye kışlaya ve camiye siyasetin sokulmasının ne büyük sorunlara yol açtığını yaşayarak öğrendi.
Ülkenin savunmasından sorumlu ordusuna, güvenliği ve asayişi korumakla görevli emniyet teşkilatına, tarafsız ve bağımsız şekilde adalet dağıtmak zorunda olan yargı kurumuna siyaset ve tarikat girerse bu kamu hizmetleri gerektiği gibi görülemez. Kurumlar bölünür, demokratik, laik, hukuk devleti tehdit altına girer.
Her vatandaşa eşit ve ücretsiz verilmesi gereken "tam kamu hizmeti" niteliğindeki savunma, emniyet ve adalet hizmetleri bu niteliğini kaybederek, siyasetçilerin veya tarikat mensuplarının amaçları için verilen "hizmet"e dönüşürler. Nitekim Türkiye'de böyle olmuştur.
Bunu en yakın yaşayan ve en iyi bilen de bugünkü iktidardır.
Laikliği kaldırıp dini esaslara dayalı devlet kurmak isteyen üst makamlara atanmış asker, polis ve yargıçların FETÖ'den aldıkları emirlerle, Cumhurbaşkanlığı yerleşkesini, TBMM'yi, Emniyet Genel Müdürlüğü'nü kendi savaş uçaklarımızla vurdukları, Genelkurmay Başkanı'nın makam odasını basıp başına silah dayanaklarını, Genelkurmay Başkanı'nı ve kuvvet komutanlarını derdest edip rehin aldıklarını unutmamak gerekir. TSK'ya, emniyete, yargıya alınacak personelin kılı kırk yararak seçilmesi gerekir. Bu kurumlara giriş sınavlarının güvenlik içinde yapılması, soruların çalınmasına engel olunması şarttır.
Yine bu kurumlarda terfilerin de yine çok detaylı incelemeler sonunda, liyakat esasıyla yapılması zorunludur.
Türkiye'nin 15 Temmuz'dan alması gereken en önemli ders budur.