02 Mart 2020

33 askerin sorumluluğu

İdlib’de bir hava saldırısıyla 33 şehit vermemizin nedeni nedir?

İdlib’de hava saldırısı sonucu 33 askerimiz şehit oldu. İki gün sonra bir askerimizi daha kaybettik.

Şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine ve tüm ulusumuza başsağlığı ve sabır, yaralı gazilerimize acil şifalar diliyorum. Şehitlerimiz tüm Türkiye’yi yasa boğdu. Yurdun her yerinde cenaze törenlerine onbinler katıldı.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Suriye’de yaptığı daha önceki operasyonların hiçbirinde tek bir saldırıyla böyle bir kaybımız olmamıştı.

İdlib’de bir hava saldırısıyla 33 şehit vermemizin nedeni nedir?

Bu soruya resmi kaynaklar bir yanıt vermediler. Ancak birliklerimiz İdlib’e sevk edilirken, önemli komutanlık görevlerinde bulunmuş emekli generaller ve amiraller televizyonların canlı yayınlarında, hava koruması olmadan kara birliklerinin gönderilmesinin yanlış olduğunu söylediler.

Türkiye’nin savaş uçağı kullanamadığı, karşı tarafın ise kullanabildiği bir durumda askerlerimizin açık hedef olacağı konusunda uyarıcı değerlendirmeler yaptılar.

Ancak bu uyarılar dikkate alınmadı. Birliklerimiz İdlib’e gönderildi. Askerlerimiz çatışırken şehit olmadılar. Hava kuvvetlerinin desteği ve koruması olmadığı için savaş uçaklarıyla vuruldular. Bu durum acıyı daha da büyüttü, vicdanları daha fazla kanattı.

Elbette hava koruması olmadan kara birliği göndermenin askerlerimizi açık hedef haline getireceğini görevdeki komutanlar da biliyordur. Anlaşılıyor ki, karar vericiler Rusya’nın Türk birliğine saldırmayı göze alamayacağını düşündüler ve yanıldılar. Rusya, Türk tarafından gelen bilgileri ve uyarıları dikkate almadan saldırıyı gerçekleştirdi.

Türk tarafının hava desteği olmadan İdlib’e gönderilen askerler konusunda hesap hatası yaptığı ortada.

"Bu hatanın sorumlusu kim" sorusunun yanıtı da şimdilik yok.

"33 erin sorumlusu benim"

İdlib’de bir saldırıda verdiğimiz 33 şehit, 1993 yılında Bingöl’de 33 erimizin şehit edilmesi olayını anımsattı. Temel eğitimlerini almış 33 erimiz, sivil kıyafetlerle ve silahsız olarak bindirildikleri minibüslerle görevlendirildikleri birliklere giderken 24 Mayıs 1993 günü PKK’lı teröristler tarafından yolları kesilerek şehit edilmişlerdi. Bu olay da Türkiye’nin ciğerini dağlamıştı. Günlerce tartışılmış, gündemde kalmıştı.

Bu olay gerçekleştiği tarihte Asayiş Bölge Komutanı Orgeneral Necati Özgen’le "Komutanlar Cephesi" kitabımı hazırlarken görüşmüş ve sorular yöneltmiştim.

Özgen Paşa bir iç geçirdikten sonra şöyle demişti:

"33 erin şehit edilmesinden ben sorumluyum."

"Neden" diye sorduğumda şu yanıtı vermişti:

"Tabii çok üzüldüğüm bir olaydır. Komutan her şeyden sorumludur. Benim sorumluluğum yani bu. Kanuna göre idari olarak ben sorumlu değilim ama benim anlayışıma göre taktik sorumluluk bende. Çünkü Asayiş Bölge Komutanı benim. Komutan bensem her şeyden ben sorumluyum."

Sormaya devam etmiştim:

"Peki olayda ne gibi bir kusur, bir ihmal gördünüz?"

"Kusur var tabii. Sorumluluk da var. Kusur şu: Yeterli koruma yok. Böyle bir sevkiyatta minibüslerin önünde ve arkasında silahlı koruma araçları olması lazım. Böyle götürmeleri lazım. Böyle yapmamışlar. Böyle yapsalardı teröristler saldırmaya cesaret edemezdi. (Komutanlar Cephesi, s.95-98)

Özgen Paşa’nın bu açıklaması hem silah arkadaşları arasında hem de kamuoyunda büyük takdir görmüştü.

İdlib’de 33 askerimizin bir saldırıda şehit edilmesiyle, 1993’te 33 erimizin şehit edilmesi olayları arasında yeterli koruma olmayışı ortak yön olarak görülüyor. 33 erin önlerinde ve arkalarında silahlı koruma araçları olmayışı, İdlib’deki birliğimizin ise hava desteği, koruması olmadan gönderilmiş olması aynı hatayı gösteriyor.

Şüphesiz ki Türk Silahlı Kuvvetleri 1993’te erlerimizi şehit eden PKK’lı teröristlere ve İdlib’de de saldırganlara gerekli yanıtı misliyle vermiştir, verecektir. İşin bu yönü ayrı, sorumluluk yönü ayrı…

Aynı hataların tekrarlanmaması adına İdlib şehitlerimiz için de bir sorumlunun olması, sorumluluğu üstlenmesi gerekmiyor mu?

Yazarın Diğer Yazıları

Atatürk’ten kaçış nereye kadar?

Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’ndan sonra görev yapan Diyanet İşleri Başkanları da mümkün olduğunda Atatürk’ün adını ağızlarına almıyorlar. İktidarın Atatürk’ü yok saymaya çalışan çabasında ısrar etmesi Türkiye için zaman kaybıdır.

Önünü göremeyen Türkiye

Türkiye, Afganistan konusundaki politikasını Kabil Havaalanı politikasına indirgememelidir.

Türkiye’nin Aşil topuğu

Türkiye’de iktidarın laikliği korumak gibi bir derdi olmadığı sır değil. Koç Üniversitesi’nden değerli bilim insanı Murat Somer’in önerdiği gibi muhalefet, güçlendirilmiş parlamenter sistem programı gibi güçlendirilmiş laik sistem programı üzerinde de çalışmalıdır.

"
"