24 Temmuz 2022

Sessiz ve derinden bir lüks

Dünyada yeni tatil trendi bu: Mütevazı bir lüks, iddiasız bir rahatlık, bağırmayan bir kalite. Zaten görgü, bilgi, eğitim, deneyim kuşaklardır DNA'lara yazılmış. Belki de bu yüzden, hiçbir özelliğin altını çizmeye gerek bile duymayan insanlar ve mekanların buluştuğu, büyülü anların oluştuğu tatiller çok revaçta

Neredeyse yarım yüzyıldır yollardayım ben. Gezginlik benim çizgim, kaderim, hayatım…

Küçücükken, en sevdiğim aktivite babam ile havalimanına gidip, kalkan uçakları seyrederek hayal kurmaktı. Annemin babamın kucağında, Yalova'ya giderdik. Bazı yazlar bir ay Büyük Termal Oteli'nde kalırdık. Akşam yemeklerinde canlı müzik olurdu, ağlıyormuş gibi yüzü olan bir adam, şahane keman çalardı. Hatırlayan var mıdır acaba…

Bodrum hayatımıza çok sonra girdi

Bursa ve Uludağ, bizim ailenin favori tatil noktalarındandı. Ara sıra da Şile ve Silivri. Bir de 15 yaşında falandım, bütün Ege ve Akdeniz'i arabayla turlamıştık. Hem yorucu hem de hâlâ hatırladığım çok güzel bir geziydi.

Ben Tarabyalıyım, doğma büyüme Boğaz çocuğuyum. Bizim denizimiz zaten muhteşemdi. İstanbul'un her yerinden, Sarıyer – Bebek arasına yazlıkçılar akın ederdi. Bütün Boğaz, bütün sahil, halk plajıydı. Zaten yaz demek, en çok İstanbul demekti.

Yine de her fırsatta giderdik biz. Okullar kapanınca kısa yaz tatilleri tadında seyahatler olmazsa, okula dönüce ne anlatabilirdik ki yoksa? Antalya'ya gittiğimizi hatırlıyorum mesela. Kuşadası bilinirdi, bir de Foça. Yazlık mı? Ne gereksiz! Çok lazımsa, İstanbul sahilleri zaten yazlıktı. Kumburgaz, Adalar, Ağva; hep yakınlara kolaylıkla yapılabilecek kısacık yaz kaçamaklarıydı. Kardeşlerimle ben gittiğimiz her yeni yerde eğlenirdik, annem pek sevmezdi sanki. Evim, evim diye meleyerek geri dönerdi hep. O zamanların klimasız ve ilkel şartlar altında yapılan deniz tatilinden çok yoruluyordu herhalde. 

Biz şehir gezmeyi severdik daha çok. Ankara'ya gitmeye bayılırdık mesela. Trenle veya otobüsle; birkaç kez de uçakla gittik. Heyecandan kalbim yerinden çıkacak gibi olurdu. TRT binasını görmüştüm, Anıtkabir'i defalarca ziyaret etmiştim. Kuğulu Park'a ise ba-yıl-mış-tım…

Sonra sonra, tek başıma ergen seyahatleri yapmaya başladığımda, soluğu yeni keşfettiğim Bodrum'da aldım.

Bodrum artık kocaman bir şehir

Tatillerin ve hafta sonu kaçamaklarımın hâlâ tartışmasız adresi Bodrum'un nereden nereye gelişine şahitlik ettim. Yaşım 53, son 40 yılını biliyorum işte. Gölköy'e balıkçı motorlarıyla gelişimizi de hatırlıyorum, Halikarnas'ta sabaha kadar dans ettiğim 16 yaş halimi de, Bitez'in ve Yalıkavak'ın kuş uçmaz kervan geçmez küçücük köyler oluşunu da. Türkbükü mü? Buyur?

Nostaljiyi uzatmayalım, Bodrum, her zaman, her dem, her dönem Bodrum. Yine güzel, yine çok cazip. Ama artık kulvar başka. Araba aynı da, vites farklı. Bu yaz Lindsay Lohan, Jeff Bezos, Rebel Wilson ve kim bilir benim kaçırdığım kimler eğlendi Bodrum gecelerinde. Koylarında kimlerin mega yatları demirledi…

Herkesin Bodrum'u kendine. Herkes kendi hayalinin tatilini yaşar burada. Görünmek isteyenler, sağa geçin; gurmeler soldan ilerleyin; ticari bekleme yapma şeklinde binbir çeşit tatil paketi var burada sanki. Yogacılar, koşucular, süper zenginler, sonradan görmeler, yeni yetmeler, içmeye sabah başlayanlar, daha tutucu yaşayanlar, ağır entellektüeller, kıroluğun kitabını yazanlar ve benim gibi etliye sütlüye karışmayanlar.

Haa, bir de hiç ortalarda görünmeyen, ama en güzel Bodrum deneyimlerini hafızalarına kazıyanlar – az da olsa varlar, biliyorum…

Sessiz ve derinden bir tatil

Dünyada yeni tatil trendi bu: Mütevazı bir lüks, iddiasız bir rahatlık, bağırmayan bir kalite. Zaten görgü, bilgi, eğitim, deneyim kuşaklardır DNA'lara yazılmış. Belki de bu yüzden, hiçbir özelliğin altını çizmeye gerek bile duymayan insanlar ve mekanların buluştuğu, büyülü anların oluştuğu tatiller çok revaçta. Adı bilindiği için bir lokantaya, bir kulübe gitmenin artık hiçbir anlamı yok bu seviyede. Doğa, deniz, gökyüzü, yıldızlar başrolde. Tabii rahat, tabii ferah, tabii çok temiz her yer, her şey. Ama çılgınca tüketmek değil, sakince doğaya ve dünyaya katkıda bulunarak gezmek ve eğlenmek önemli.

Yeni gezi trendi, böyle bir şey. Az bilinen yoldan ilerleyenlerin tatilleri bunlar. Bir hafta bol bol yüzeyim, birkaç ton atana kadar güneşte kalayım, sabahlara kadar da kopayım kafası hiç değil. Dünyada her ülkeyi görmüş, her zevki tatmış, her yemeği yemiş, artık hayatta görünenin bir adım üstünde başka bir şey arayanların tatili. Sosyete kesinlikle değil, ille de bir isim takılacaksa, jetsetter'ların tatili…

Jetset köyleri

Çıkın Bodrum kafasından, atlayın arabaya, Marmaris yönünde ilerlerken sapıverin Söğüt Köyü'ne mesela. Buyurun size burnumuzun dibinde bir vaha. Cam gibi berrak denizi, parke taşı dar sokakları, bir de tam ifade edemediğim büyülü bir havası var. Öyle ki, insana "ben burada yaşamalıyım ya" dedirtip, soluğu emlakçıda satılık arsa ararken bulduğunuz cinsten bir hava.

Düz devam edin Söğüt'ten, inin Selimiye'ye. Olmadı Datça'ya doğru ilerleyin.

Dünyada da vardır böyle köyler, adalar, gizli kalmış cennetler. Hem şık hem basit, hem pahalı hem bohem. Sabahtan akşama çıplak ayakla dolaşıp dünya çapında sanatçılar ve isim yapmış herkesle güneşi batırdığın özel yerler. İtalya'da Panarea, Yunan adası Zakinthos, Fransa'nın güneyindeki Eze, aklıma ilk gelen örnekler.

Buralarda öyle aradığınız her şey yok. Tesisler kısıtlı, plajlar herkese açık, yollar daracık, arabalar eski mi eski. Ha, başka ne mi yok? Sıkış tıkış trafik yok mesela. Rezervasyon soran da yok. Şezlong kavgası yok, çünkü şezlong yok. E haliyle, biiç de yok. Bunları arayanlar, görünmek isteyenleri takip etsin Bodrum'a doğru.

Biraz Zen, biraz bilge, biraz düşündüren

İşte böyle sevgili dostlar. Size bu hafta derin lüks tatillerini anlatayım dedim, ancak ucundan yazabildim. Çocukluğuma takıldım kaldım. İnsanoğlu çocukluğundan, ana-baba-çocuk üçgenindeki "çocuk" rolünden hayatının sonuna kadar çıkamıyor vesselam.

Aslında bizlerin çocukluk hayatıyla şimdinin imkanlarını en güzel harmanlayan, biraz Zen, biraz bilge, biraz düşünen ve düşündüren, kalitenin ve hijyenin sorgulanmayacak kadar üst düzeyde olduğu mekanlar, deneyimleri uzun uzun paylaşacaktım…

Ama yerim doldu, biraz daha uzatıp sizi sıkmayayım müsaade ederseniz. Haftaya sessiz ve derin tatillerin, dünyanın oturaklı zenginlerinin dünyasının yeni moda tatilleriyle karşınızdayım.

Burada, bu köşede, haftaya görüşmek üzere!

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi. University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor. ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

 

Yazarın Diğer Yazıları

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

Arjantin'de iki mücevher: La Recoleta ve Teatro Colon

Ana yazı içinde geçirsem, yazık olacaktı, güme gidecekti. İki çok özel yer; birisi bir mezarlık, diğeri de opera binası. İkisini de görmeden, gezmeden, hatta özel tur almadan Arjantin'den dönülmez. İkisi de birçok sanat eserini barındıran, kendileri de kocaman birer sanat eseri olan şaheserler…