02 Ekim 2022

Mardin'de birkaç güzel insan

İnsan iki günde bu kadar mı çok şey yaşarmış… İnanın 48 saatlik geziyi iki haftadır yazıyorum, iki haftadır da anlatıyorum. Dolu dolu anılarla, paylaştıkça artan coşkumla Mardin'i yaşamaya ve yaşatmaya devam ediyorum…

Bu sefer size birkaç "highlight" yer, insan ve mekandan bahsedeceğim. Yoksa Mardin'de şu yapılır, bu yenir falan gibi bir yazı yazmak niyetinde asla değilim. Tarihine, edebiyatına, deyişlerine falan da pek bulaşmayayım. Birkaç insan, birkaç mekan sadece. Bunlar bile o kadar fazlalaşabilirdi ki, eledim, azalttım, küçücük bir yazıya ancak getirebildim.

Buyurun, on ayrı başlıkta Mardin gezisinden yürek kıpırdatan anılar ve resimler.

1 – Dar sokaklar, taş binalar

Tabii, keşke betonarme eklemeler olmayaymış. O zaman Unesco Kültür Mirası listesinde de olacaktı. Ama bu haliyle de büyüleyici.

Şehir, taş işçiliğinin okulu, sergisi adeta. Süryanilerin sanat yatkınlığı, bölgenin müthiş taşı, Mezopotamya'nın renkleri adeta okşayan güneşi birleşmiş. Araba giremeyecek kadar dar sokaklarda eşeklerle dolaşanlar bu sefer daha azdı. Ama yine de gördüm. Altı geçit, üstü ev olan dar geçitler müthiş. Geçen hafta da söylemiştim, iyi ki eski şehir böyle kalmış. Yeni Mardin, tamamen şehrin dışında gelişiyor. Yüksek ve modern apartmanlar, alışveriş merkezleri, hastaneler, lokantalar, cafe'ler falan. Herhangi bir şehir gibi yani.

Oysa Mardin, burası işte. Her defasında kendimi kaybettiğim sokaklar, bu sokaklar. Yolumu kaybetmiyorum, yanlış anlaşılmasın. Biraz aklımı, biraz ufkumu, biraz takıntılarımı kaybediyorum. Hayatımdan gitmesin diye çabaladıklarımı, bilerek ve isteyerek kaybediyorum. Kendime duyduğum öfkemi kaybediyorum.

Döndüğümden beri de hiçbirini bulamıyorum!

2 – Mardin'de lahmacun fırından yenir

Acılı mı acısız mı, ona karar vermek lazım önce.

Üstelik artık pizzadan on kat daha sağlıklı olduğunu biliyoruz.

Sarımsaklı, acı biber salçalı, bolca maydanozlu. Fırından çıkar çıkmaz yemek lazım. Karnım toktu, yeni yemekten çıkmıştım falan demeyin. Denk geleceksiniz, hangi fırının doğru yer olduğunu da görür görmez şıp diye anlayacaksınız.

Bir, bazen de iki taneyi sardırın. İçine başka bir şey koyulmuyor. Yandaki bakkaldan ayran, veya az ilerideki çay ocağından bir büyük demli çayla çok güzel gidiyor.

Bol bol yürüyorsunuz zaten, hiçbir şey olmaz. Afiyetle yiyin.

3 – Gümüş işçiliği demek Mardin demek

Çarşıyı zaten gezmek lazım, ama ana caddede ve birer paralellerinde birçok ustanın atölyesi ve dükkanı var.

Takı sevmek, sevmemek ayrı konular. Gümüşü de özellikle sevmem ben örneğin. Ama adamların metali bükerek, eğirerek, yuvarlayarak ne şekiller verdiklerini gördükçe, aklım yerinden oynuyor.

Telkari, gümüş tel işleme sanatına verilen isim. Tümüyle el işçiliği, sanatçı ilhamı ve yeteneğin birleşimiyle oluşuyor parçalar. Aldığımdan değil, bakmayı seviyorum. Ustalarla sohbet etmeyi seviyorum. Yurt dışında aldıkları ödüllerden bahsediyorlar. Cumhurbaşkanımızla çektirdikleri fotoğrafları gösteriyorlar. Çay ikram ediyorlar. Bazen de acı mırra.

4 – Şehrin tek sahafı: Hüseyin Gündüz

İleri yaşında bir üniversite okumuş, Mardin'de Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirmiş. Şimdi ikinci fakülteyi okuyor. Şehrin tek kitapçısı. Gençlerle çok tatlı bir diyaloğu var. "Buraya gelen çocukların hangi okulları kazandıklarına şaşırsın" diye anlatmaya başlıyor. Hepsinin başarısıyla gurur duyuyor.

Ben de Hüseyin'le gurur duydum. Onun naif, yumuşak, sevgi dolu yüreğini sevdim. Kitaplarla örülü dünyasına bayıldım.

5 – Yılanların şahı Şahmeran

Benim güzel bir dostum var Mardin'de. Şahmeran cam altı tablolar yapan usta bir sanatçı. İsmi Kadir Özcan.

Bu kez yine onun dükkanına gittim, dayanamayıp yine birkaç şey aldım. Kadir Fatima'nın Eli gibi değişik motifleri de cam altı tekniğiyle çalışmaya başlamış. Renkleri, havası, işlerini yerleştirdiği ahşap ve oymalı çerçevelerine deliriyorum. Kadir'in kendisini de çok seviyorum.

Şahmeran efsanesini de okumayı çok severim. Her Mardin seferinde okuyorum. Ama efsanenin aslında Tarsus'da geçtiği varsayılıyor. Tüm bölgede, hatta civar ülkelerde de biliniyor. İlginiz olursa da okuyun derim.

6 – Cercis Murat Konağı ve Ebru ve Fatih

Ebru Baybara Demir, Mardin'i ve Türkiye'yi dünyaya duyuran cesur bir Türk kadını. O, her şey. Rehber, şef, işletmeci, konuşmacı, sürdürülebilir tarım aktivisti, girişimci, anne, eş, dost…

Fatih Abi'm bir sağlık problemi yaşamış yakın geçmişte. Çok şükür iyi şimdi.

İkisi de İstanbul'daydı. Ben onların lokantasına yemeğe gittim. Duymayan kalmadı artık, ünü tüm Türkiye'ye yayıldı. Konağın güzelliği, yemeklerin lezzeti, sunumdaki şov, servisteki özen; anlat anlat bitmez.

Ben aslında Ebru'yu ve Fatih Abi'yi çok özledim galiba. Böyle sarılalım, oturalım, evlerinde sekiz saat kahvaltı edelim istiyorum yine. Onların sıcacık dostluklarını çok seviyorum.

 

7 – Deyrulzafaran Manastırı

Mardin Ovası'nı seyreden, şehir merkezine beş kilometre mesafede, Süryanilerin en önemli dini merkezlerinden biri.

İsmi, Süryanice sarı anlamına gelen "zafaran"dan türemiş. 650 yıldır bir ibadethane. Yüzyıllarca patriklik merkezi olarak kullanılmış. Manastırın bahçesi ve manzarası beni benden alıyor her defasında.

Bu kez gitmedim aslında. Çok sıkışık bir programın içindeydik. Bir de kalabalık bir gruptuk. Ben orada saatler geçirmeyi seviyorum. Bazen Başrahip Gabriel Akkurt'la sohbet etmeyi seviyorum. Çekim için gitmişsem çaya, yemeğe davet ediyorlar. Böyle sıkışık bir zaman, itiş tepiş bir Deyrulzafaran ziyareti istemedim.

Bir daha sefere, uzun uzun.

8 – Kasımıye Medresesi ve Hayat Havuzu

Taş işçiliğinin en güzel örneklerinden biri. İnşaatı Artuklular döneminde başlamış. Ancak 1400'lerde tamamlanabilmiş.

Dönemin en ilerici eğitim kurumlarından biri. Astronomi, fizik, tıp eğitimi verildiğine yönelik simgeler var. Bahçedeki havuz, bir büyük tablo gibi insan yaşamını simgeliyor. Doğum, bir küçük musluktan akan su. Yavaş yavaş büyüyor. En geniş bölüme, havuza, yani gençlik ve orta yaşlılığın simgelendiği döneme ulaşıyor. Büyüme, çoğalma, üreme, biriktirme.

Sonrası yine küçülme ve ölüm. Durgun bir bölüm ve mahşer.

Her canlı ölümü tadacaktır. Kaçınılmaz.

Ama her canlı yaşamı tadacaktır belki de daha doğru. Sonsuzluk ölümse, ölümsüzlük öbür dünyaysa, bu dünya kısacık ve yoğun. Bu dünya kalabalık ve çok seçenekli.

Falan filan. Çok şey yazasım geldi. Hayatın nasıl yaşanmasına dair. Tuttum kendimi.

Bu arada İlber Ortaylı da Mardin'deydi. Kitaplarını çok sevdiğim bir yazar ve entelektüel. Keşke daha sıcak bir adam olsaydı.

Aman, bana ne yahu!

9 – Şeker kaplı Mardin bademi

Ben çok seviyorum, ne yapayım?

Eskiden sadece mavi olurdu ya, şimdi her renkte yapıyorlar. Her rengin tadı, kokusu farklı tabii. Evde uzun süre kalsa da bayatlamıyor. Üzerindeki şeker kaplama, bir nevi koruyucu görevi görüyor sanırım.

Manzarayı seyretmek, renkli badem çuvallarını, bolluğu, bereketi görmek…

Benim olayım renk, şekil, duygu!

10 – Bir gezgin olarak Sayım Çınar

Biz dört kişi gezdik en çok Mardin sokaklarında. Yılların gazetecileri, alanlarındaki uzman isimlerdik. Ali Eyüboğlu, Faruk Şüyün, Sayım Çınar ve ben.

Sayım'ı da Ali Abi'yi de çok eskiden beri tanırım. Ama yanlış bilmiyorsam, ilk seyahatimiz.

Herkes süper uyumlu, süper özgür ruhlu ve hızlıydı.

Sayım Çınar ise, über komikti.

Mardin gezimden kalacak bol kahkahalı anılar diye bahsediyorum. Yoksa kimse orada yaşamıyor tabii. O iki gün Sayım'ın yaptığı esprileri, anlattığı komik şeyleri hatırlayıp gülüyorum hâlâ…  

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Patagonya'dan selam olsun: Ben yokum, dünya var

Biraz ilerisi Antartika; burası da kıtanın da, dünyanın da sonu gibi bier yer. Devasa buzullar, çatur çutur yarılıyorlar. Sonsuz bir ses; ekolu ve derinden… Çok hüzünlü, çok sevinçli, çok çaresiz ve çok hiçbir şey gibi hissettiğim bir an. Ben yokum, dünya var. Burası Patagonya

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

"
"