06 Kasım 2022

Mamut Art, cart renkler ve şişman kadınlar

Doğru yaşamak, verimli günler geçirmek, hayatı değerli anılarla doldurmak, kesinlikle bir sanatçı titizliği istiyor. Bize bahşedilen hayat boş bir tuvalse eğer, her birimiz de tuvallerini desenlerle, renklerle, figürlerle, insanlarla, eşyalarla, hikâyelerle dolduran ressamlarız. Boy boy fırçalar, her türden boya ve sonsuz renk…

Hadi bakalım; her sabah birkaç karar, her gün değişik seçenekler, her ana başka bir kompozisyon. Her şey mümkün. Seçilen anlar, aktivitelerde de neyle, kiminle, ne koşulda karşılaşacağımız asla belli değil. Ruh hallerinin uyumu yaşanacak mı, çatışan kişilikler savaşacak mı? Yoksa gün, coşkulu ama taşmayan bir nehir gibi duraksamadan akmayı başaracak mı? Sonsuz bir kombinasyon içinde, sürekli rakamsal olarak olarak artan bir n çarpanıyla geçen ömürler…

Siz buna ne dersiniz? Matrix, kader, insanın öz iradesi, şans; ya da hepsinin bileşkesi. Ben bilemedim.

Al fırçayı eline, başla boyamaya!

Hayat bir tuval, doğru. Ama nasıl dolduracağımızın "ancak" birazına biz karar verebiliyoruz sanki. Zorlama, ittirme, oldurtma çabaları hep boş aslında…

Biraz oluyor, sadece biraz. Sonra o alın yazısındaki koyu mürekkeple yazılmış kelimeye veya kaderimizi değiştirecek ana insana, ya da büyülü saniyeye denk geliveriyoruz. Bir garip ruh hali yaşıyoruz. Tarifsiz, keskin, aniden. Sanki bilinçaltından pörtleyen bir travma, tetikleyici bir an, akıllar ne derse desin, ayaklar bildiği yere gitsin durumu.

Kontrolümüzden çıkıp dışarı doğru akıveren koca bir hayat artık bizimkisi…

Güncel sanat ve yeni sanatçılarla yolum kesişti

Mamut Art Project'e her sene gitmeye çalışıyorum. Seyahatte değilsem tabii. Sağ olsun, Serda Aslan davetiye göndermeyi hiç ihmal etmez. Yeni, cıvıl cıvıl sanatçılar tanıyorum. İşlerinden dışarı taşan o heyecanı seviyorum. "Dünyayı, sanatı, kendimi, her şeyi değiştireceğim" hissi o kadar güzel ki. Çok net anlıyorum; gördüğüm eserleri kendi yeni gazeteci hallerime benzetiyorum çünkü. "Bir haber yapacağım ve dünya yerinden oynayacak" hissi. Naif, coşkulu, yerinde duramayan heyecanı ve gücü çok seviyorum.

Bu sene Mamut Art Project, Yapı Kredi Bomonti Ada'daydı. Yine eserler ve sanatçılar titizlikle seçilmiş, çok belliydi. Ama ben mi çok yorgundum acaba, biraz düşük bir havada mıydım ya da… Heyecanı, genç enerjiyi çok sevmekle birlikte, bazı eserler fazlaca karanlık geldi. Biraz psikadelik, biraz sınırların ötesindeydi. Ya da ben öyleydim, dedim ya, kesin bilgi yok. Nasıl bir matrix içindeydim o anda, nasıl bir silsile takip etmekteydi, hafif başım mı ağrıyordu, aç mıydım, bilemem ki; öyle değil mi?

Neyse, üst kata gelince, ilk kez rastladığım bir ressamın eserlerini görünce, birden kalakaldım. Mutlu, hüzünlü, bağıran, sessiz, çok güzel ve aşırı çirkin kadınlar vardı. Çok renkliydi, her biri başka bir andı. Karakterler hem çok baskındı hem de yoktular.

Kalakaldım.

Latin Amerikalı ressamlar gibi mi desem, Fernando Botero'nun daha cart renklerdeki hâli mi desem; bilemedim.

Bildiğim, şişman kadınlı tabloları çok sevdim.

Neşem yerine geldi. Hayatım anlam kazandı. Hem her resmi çok iyi anladım hem de hiçbir şey anlamadım. Dışarıda oturduk, birer bira içtik. Gördüğüm eserleri biraz sindirdim, sonra tekrar içeriye girdim.

Sanatçı Ümmühan Tunçtürk ile orada, eserlerinin yanında tanıştım. Birkaç gün sonrasında da röportaj yaptım. Hikâyesini dinledim, onu tanıdım. Tablolarını ve sanatını o zaman çok daha iyi anladım. 

Ümmühan Tunçtürk: Doğuda renkler pastel değildir

Ümmühan Tunçtürk, İranlı Azeri bir aileden geliyor, ama Van'da doğmuş ve büyümüş. Babası, şiir sever ve şair bir işçi. Dört kardeşin en küçüğü. En büyük abisi okumuş, doktor. İki ablası okumamış. Ümmühan da tutkusunun peşinden gitmiş.

"Üniversite sınavlarında sınıf öğretmenliği bölümünü kazanmıştım. Kendimi ait hissedemedim, kaydımı bile yaptırmadım. Bir resim atölyesine girdim ve büyülendim. Bir daha çıkamadım. Ailem bana çok destek oldu, sınavlara tekrar girip Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi'nin resim bölümünü kazandım."

- Hemen okula, bölüme ısındınız mı?

Birinci sınıftayken bile sergi açtım. Sonraki yıllarda da. Yüksek lisansımı da Van'da tamamladım. Van değişik bir şehirdir.

- Ne anlamda? Ben çok gittim, çok severim…

Biliyorsunuz o zaman siz de. İstanbul'a, Ankara'ya, İzmir'e çok uzak olduğu için kendi içinde gelişmiş bir şehirdir. Kadınlar çok renklidir. Doğuda pastel renkler yoktur mesela. Ara tonlar yoktur.

- Sizin resimlerinizde de çok renk var.

Evet, renk ve ışık kullanmayı çok seviyorum. Eski, çocukluk fotoğraflarıma bakıyorum, üstüm rengarenk. Öylesi güzel gelmiş bize. Kırmızılar cart kırmızıdır. Kırmızı giyen üstüne mavi, altına yeşil giyer. Rengarenk.

- Kadınlar renk seviyorlar demek ki…

Kadınlar kendilerini ifade edemiyorlar o kültürde aslında. Gülmüyorlar, eğlenmiyorlar. Şemdinli'de öğretmenlik yaptım; sınırda. Oradaki köylerde kadınlar ve erkekler aynı masada oturup yemek yemez. Eğlenmez, gülmez. Kadın, içindeki duyguları renkli giyerek dışarı atıyor diye düşünüyorum.

Güzellik, zayıflık ve tablolardaki kadınlar

- Sizin resimlerinizdeki kadınlar çok renkli ve çok kilolu.

Bizim şu anda güzel olarak kabul ettiğimiz şekilde yapmıyorum. Ben çocukken çok zayıftım, hep kilo almaya çalıştım. Kilolu kadın, güçlü ve sağlıklı olarak yorumlanırdı. Bilinçaltıma işlemiş demek ki… Aslında resimde renk risktir.

- Hocalarınız kabullendiler mi?

Ben renklerimi sahiplenmeye karar verdim. Şimdi hocalarım da çok değer veriyorlar. Şemdinli'de evlerin kapılarına bile süslü, renkli kumaşlar asılır. Bunlarla iç içe yaşamış birisi olarak başka bir şey düşünemezdim.

- Peki resimlerin hikâyeleri neler?

Çocukluğumdan beri yaşadığım her şeyi tuvallere yansıttığımı düşünüyorum. Hep yaşadığım anların resimleri.

- Gerçek bir resim sergisini ilk kez ne zaman gördünüz?

Hakkari'de, Şemdinli'de öğretmenlik yaparken bir günlüğüne Ankara'ya gitmiştim. Sadece sergi görmeye. O zamanlar sanatçılar ulaşılmaz görünüyorlardı. Ah o gezi, rüya gibiydi.

- İstanbul'a gelmediniz mi?

Cesaret edemiyordum ona. Biliyorsunuz, sanatta iletişim çok önemli. Uzakta kimse sizi keşfetmiyor. Sanat piyasasından tanıdıklar, destekçilerin olması lazım. "İyi resimler yaparsam beni keşfederler" diye düşünürdüm; ama öyle olmuyor.

- Nasıl katıldınız Mamut Art'a?

Önce Çorlu'ya tayin oldum. Sonra da eş durumundan İstanbul'a taşındım. Mamut Art'ın reklamlarını gördüm, başvurdum. Kabul edildim. İnanılmaz profesyonel bir oluşum ve içinde olmaktan büyük mutluluk duydum.

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Patagonya'dan selam olsun: Ben yokum, dünya var

Biraz ilerisi Antartika; burası da kıtanın da, dünyanın da sonu gibi bier yer. Devasa buzullar, çatur çutur yarılıyorlar. Sonsuz bir ses; ekolu ve derinden… Çok hüzünlü, çok sevinçli, çok çaresiz ve çok hiçbir şey gibi hissettiğim bir an. Ben yokum, dünya var. Burası Patagonya

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

"
"