04 Aralık 2022

İstanbul’da bir haftada üç durak

Yoğun bir haftaydı, günler gecelere karıştı; dolma yanı suşi, üstüne pizza yemiş gibi

Yoğun bir haftaydı, günler gecelere karıştı. Dolma yanı suşi, üstüne pizza yemiş gibi. Alakasız lezzetlerin garip uyumu. Neden mi? Kısaca söylüyorum: Kalem Festivali, üstü Tohum Otizm Vakfı'nın kermesi, ardından da bakırın peşinden İstanbul'un hanlarında, atölyelerinde dolaşmaca. Eminönü, Mercan Yokuşu ve Gaziosmanpaşa'da, bakırın şekilden şekile girmesine, enfes ürünler haline dönüşmesine tanıklık etmece…

Londra'dan gece döndüm, sabah erkenden Çırağan Sarayı'ndaydım. Üç gün süren Kalem Festivali'nde sunucuydum. O bir yana, üst üste yaptığımız bilgi yarışmaları o kadar eğlendirdi ki beni. Parker kalemlerinin en çok satan modelinden, Scriccs'in hangi sene kurulduğuna kadar sorarken öğrendim ben de. Hadi size de sorayım, Türkiye'nin ilk dolma kalem markası hangisidir? 

Kalem benim kırmızı çizgim

Aslında tüm gezi, sunuculuk, röportaj randevularının birbirini hiç engellemeden peşisıra gelmesine sevindim. Ne olacak, üç beş saat uyuyayım yeter, diyordum.

İnsan kendini hep 30 yaşında falan zannediyor ya. Hep yapabilecekmiş, kotarabilecekmiş hissine kapılıyor. O hızlı zamanlarına dair kişilik algısı, norm olup bilinçaltına yapışıyor. 

Oysa kazın ayağı öyle olmuyor… Seyahat yorgunluğu, havaalanına ulaşma gayreti, çanta hazırla - boşalt telaşı… Son yıllarda hayatımı daha yavaş bir tempoda yaşama kararı alıyorum sürekli. Allegro moderato diyelim. Araya birer, bazen ikişer günlük repolar koyayım diyorum. Ama bu kararımı da ısrarla unutuyorum…

Ne diyordum? Haaa, Kalem Fuarı. Söz konusu olay kırtasiye olmasaydı, baştan olur demezdim. Ama kalem, özellikle de dolma kalem, benim kırmızı çizgim.

Her biri sanat eseri olan dolmakalemlerin, müthiş defterlerin arasında biraz kendimi kaybetmiş olabilirim. Bir de kalem sever, kırtasiye sever insanlarla beraberdim. Benden size bir insan tanıma klavuzu gelsin: Kalem sevenden, mürekkep tonu seçenden, defteri markasıyla isteyenden asla zarar gelmez! Sevin onları. 

Galataport'ta müthiş bir kermes

Tohum Otizm Vakfı, yine incelikli bir organizasyona imza atmış. İki kata, kocaman bir alana yayılmıştı kermes. Her yıl gitmeye, elimden geldiğince de katkıda bulunmaya çalışıyorum. Bu yıl, ürünlerin çeşitliliğinden, kalabalıktan çok etkilendim. Satın almak için erkeklere yönelik çok ürün yoktu. Ben de kızlarıma ve eşime hediyeler aldım ve kırtasiye stantlarına takıldım yine. 

Bakırın peşinde, İstanbul'un hanlarında

Gazeteci bir dostum, Veysel Kavrayan bahsetmişti. Bakırın gizemli yolculuğunu çok renkli anlatmıştı.

Beni de bu yolculuğa çıkarttı nihayet. 

Size önce Gülay Kayacan'dan bahsedeyim. Özel bir şahsiyet. Yılmaz, pes etmez, asla vazgeçmez bir iş kadını.

Gülay Hanım, Erzincanlı bir ailenin kızı. Bartın'da dünyaya gelmiş. Bakırcılık dede mesleği, baba defterdar ve kaymakam, ancak emeklilikten sonra ticarete başlamış.

Gülay, dedenin izinden ilerlemiş. 2001 yılında, hayatının madeni bakırın peşinden gitmeye karar vermiş.

Bakır, şifa madeni

Binlerce yıl önce bulunan bakır, tam anlamıyla bir şifa madeni. Ülkemizde Artvin ve Elazığ'da bakır madenleri var, çıkan ürün de çok temiz. Ancak maalesef çok az.

Bakır suyla temas edince, suyu alkalize ediyor. Bakır su boruları, yüzyıllarca kullanılabiliyor. Bu suyun da yorgunluğa, strese, kemik ağrılarına iyi geldiğine inanılıyor. Tene temas eden bakırın da faydası biliniyor. Bir de yüzyıllardır bakır objelerin, özellikle evlerin giriş bölgelerinde durdukları zaman, nazarı aldığı yaygın bir söylence.

Kadın girişimcilikten ihracatçı bir firmaya giden yol

Gülay Hanım, Antep'te küçük bir atölyeye hammadde desteği vererek ortak oldu. Yedi sene önce de, cebinde sadece 10 bin TL ile dükkanını açtı. Elektrik ve suyu açtırdı, masa ve sandalye alacak parası kalmamıştı. Zaten mağazada da üç hamam tası ve iki ayran bardağından başka bir ürün de yoktu…

7 ülkeye ihracat yapıyor

"Kendim bir hikaye yazmak istedim; sıfırdan başlayabilirsiniz demek istedim. Yedi ülkeye ihracat yapıyorum bugün. Yurt dışında sıfırdan restoran kuruyorum. Çok şükür, büyük mükelleflerden biriyim" diye anlatıyor hikayesini.

Bir yandan da atölyeleri dolaşıyoruz. Hanların üst katlarında, asla bulunamayacak adreslerde. Nasıl sinematografik, nasıl büyülü köşelerde…

Plaka halinde gelen bakır, sıvama ile şekilleniyor. İşleme yapılacaksa, kakmacıya gidiyor. Sonra tavlama yapılıyor, gördüğümüz harika ürünlere dönüşüyor.

Ve ben her bir atölyede, başka başka ustalar ve hikayelerle, bakırı takip ediyorum. 

Bakır bitti, hastalıklar başladı

Tabii işin üçkağıdı var; galvaniz - titanyum boya yapıp, bakır diye satıyorlarmış. Ucuz olduğu için kurşunla güya kalay yapıyorlarmış…

Halbuki Fransa'da reçel üretimi yapan butik firmalar, sadece bakır kullanırlarmış. 

Şifası bir tarafa, ürünlere hayran oluyorum. Maşrapalar, şamdanlar, sahan, saksı, tava, tepsi, kovalar… Rengi, hissiyatı, havası; bambaşka.

Ben bu yolculukta yeni bir dost edindim ve yeni bir ürün tanıdım. Çocukluğumda okuduğum "Altın Nine" hikayesini hatırladım. Halit Ziya Uşaklıgil'in. Hatırlarsınız, çocuk "Bakır Nine" der, nine de ölürken bütün torunlarına birer altın, kendisine bakır diye bağırn torununa da bir küçük bakır parçası bırakır…  

Şimdi izninizle ben yine yola koyuluyorum. Bakalım tabağımda neler olacak? 

İpucu: Hamsi ve karalahana, kesin; devamı sürpriz!

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Patagonya'dan selam olsun: Ben yokum, dünya var

Biraz ilerisi Antartika; burası da kıtanın da, dünyanın da sonu gibi bier yer. Devasa buzullar, çatur çutur yarılıyorlar. Sonsuz bir ses; ekolu ve derinden… Çok hüzünlü, çok sevinçli, çok çaresiz ve çok hiçbir şey gibi hissettiğim bir an. Ben yokum, dünya var. Burası Patagonya

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

"
"