Hüzün geldi, türküler bitti
Yaşadığın coğrafya, kaderindir. Doğruluğu defalarca kanıtlanmış kesin bilgi.
İnsanın içi yanıyor, burnunun direği sızlıyor, gözü kararıyor. Binlerce canın düşüncesi; ne geceler gece, ne lokmalarda tat var. Umut kalmadı. Biliyorum, güzel günler göreceğiz yine de. Ama şimdi o günlerin hayali bile çok uzakta.
Bölgede olsaydım keşke.
Başvurdum, psikolojik destek vereyim diye. "Şimdilik çok gönüllü psikolog/psikolojik danışman var sahada; bekleyin" dediler. Böyle zamanlarda münferit çabaların iyilikten çok karmaşa yaratabileceğini çok iyi biliyorum. O yüzden, bunun adı beklemekse, bekliyorum.
Benim halım nerede evladım?
99 depreminden hemen sonra Yalova, İzmit haber yapıyordum. Çok acıydı. Günde bir karton sigara içen insanlar tanımıştım. Hayat durmuş, onlar ölmüştü.
Yaşlıca bir kadın, beton ve çöp yığınına dönüşmüş apartmanın önünde, öylece duruyordu. Mikrofon uzattım, hemen anlatmaya başladı.
"Evladım bak şu yerdeki halı var ya, ondan iki tane vardı. İkisi de salondaydı. Birini çektim, aldım. Öbürünü bulamıyorum; nerede, nerede?"
Eşini kaybetmiş. Evini kaybetmiş. Bütün eşyaları, bütün geçmişi. Apartmanda yaşayanların çoğu can vermiş. Kadıncağız ille de halımın eşi diyor. Bunlar iki taneydi, öbürü nerede, diyor…
Şok, insanın yaşadığı çok doğal bir süreç
Büyük, çok büyük acılarda, insan aslında böylesi bir detaya tutunarak olayın vehametinden biraz olsun uzaklaşabiliyor. Gerçekler bulutların, perdelerin, sisin arkasına gizleniyor.
Tren kazası geçirmiş başka bir hanımefendiyle röportaj yapmıştım. Vagonda herkes ölmüştü. Benim konuştuğum kadın dışında.
"Hayır, yeni bir şişe parfüm almıştım. Şişesi çok güzeldi. El çantamda duruyordu parfüm. Kapağı fırlamış, bulamıyorum. İnsanlar kan revan içinde. Herkes birbirinin üstünde. Acıyı anlatmama kelimeler yetmez. Ama ben orada, birkaç saat boyunca hem de, parfüm şişesinin kapağını aradım. Ve bulamadım…"
Ben buradan hiç çıkmam abicim
İnsan neleri hatırlıyor, şaşılacak şey. Acıklı mı acıklı bir anı daha geldi şimdi…
Gezi programında Marmaris koylarından çıkan günü birlik bir gezi teknesine binmiştik. Cennet bir doğa. Çok sayıda turistle, gemi personeliyle röportaj yapmıştım. Yüzdük, sohbet ettik, çok hoş vakit geçiriyoruz.
Yemek zamanı geldi. Basit, ama nasıl lezzetli yemekler. "Aşçı nerede, mutfağı görmedim, bir tebrik edeyim, teşekkürlerimi sunayım" dedim. Aşağıdaymış, indim yanına.
Bazı teknelerde böyle olur ya, mutfak penceresiz, iyice inilen bir yere konumlanır. Burası da öyle. Ufak tefek, güleç yüzlü bir adamcağız. Yaşını kestiremiyorum. Genç desem, yüzündeki çizgiler çok derin. Yaşlıca desem, hiç değil…
Teşekkür ettim. Biraz sohbete başladık. Gölcüklü'ymüş. Burada yatar, kalkarmış. Burada da gün boyu çalışırmış. Laflamamız derinleşti. Adamcağız dört çocuğunu ve karısını depremde kaybetmiş. Tabii aslında kendisini de…
Şimdi düşünüyorum. Teknede, dünyanın en güzel koylarında, ama yerin altında. O da kendini gömmüş aslında. Yaşamaya artık hâli yok. Kapatmış şalteri, girmiş karanlığa. Aynı çocukları, aynı eşi gibi.
Her şey anlamsız, her şey boş
Danışanlar da aynı hissiyatta, ben de. Bir tarafım diyor ki "Okullar kapanmasaydı, çocuklar eğitimden geri kalmasaydı", öbür tarafım "Yaa boş ver sene; okul neymiş, iş ne demekmiş" ayarında.
Biliyorum, hayatta kalana en iyi gelecek şey, yardım etmek. Maddi yardım, malzeme paylaşımı bir tarafa, asıl gereken gerçekten elini taşın altına koyup, çalışmak. Yoksa insan olduğumun, iyi olduğumun, yaraları biraz olsun sarabileceğimin bilgisi beni rahat bırakmaz, biliyorum.
Hüzün baş köşeden inmez, yıldızlar bir daha hiç görünmez.
Türküler bitti
Halaylar durdu
Horonlar durdu
Al damar, mor damar, şah damar sustu.
Bahçeler put kesildi birer birer
Meyveler salkım saçak taş.
Bir bulut uçardı, başı boş, bedava
Yandı, kül oldu.
Hüzün geldi, baş köşeye kuruldu
Yoruldu yüreğim, yoruldu.
Ağaç büyür, arkasından koşamam
Kervan yürür, peşi sıra düşemem.
Yıldız akar, uçsam da yetişemem.
Hüzün geldi baş köşeye kuruldu,
Yoruldu yüreğim, yoruldu…
Biliyorum. Anlıyorum. Hissediyorum.
Aynı Bedri Rahmi'nin dediği gibi, ne yıldız, ne ağaç, ne kervan… Yoruldu yüreğim, yoruldu.
Fatih Türkmenoğlu kimdir?
Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi. University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.
Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.
Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.
Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.
"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.
Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.
ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.
|