21 Mayıs 2023

Ege'de Bir Düğün Gecesi

Bizim köyde sokakların arkasına, evlerin aralarına saklanmış bir meydan burası. "Düğün evine gider" tabelasını görmesem hayatta haberim olmaz. Köyün toplanma, eğlence, oynama, düğün meydanı. Sıkı hazırlık yapılmış bu akşam. Taht, DJ, canlı müzik, dans pisti; her şey tamam. Işıklar asılmış boydan boya. Renkli ışık veren ampuller. Zeytin ağaçlarının dibinde, halk obsesif bir şekilde çekirdek çitliyor. Bir yandan bangır bangır bir şarkı, ilk kez duyuyorum. Anlamsızca mutluluk veriyor bana. Hatta hafif bir gülme krizine engel olamıyorum… "Kaşlarını çatıyorsun Müjgan / Kime çalım atıyorsun Müjgan / Niye beni üzüyorsun Müjgan"

Ne şahane bir romandı…

Hatırlayanınız var mı? Adalet Ağaoğlu'nun Bir Düğün Gecesi'ni? Çok gençtim, ama sıkı etkilenmiştim. Bir düğün gecesinde karakterleri analiz etmek istemiştim. Sol görüşlü olmak ne demek, sosyalist kime denir diye okul kütüphanesinden kitaplar ödünç almıştım. Konu kafamda flu, ama bazı karakterler, bazı ayrıntılar acayip canlı hala. Bir de yıllardır yanımdan ayırmadığım akıl defterimdeki kitaptan yaptığım alıntılar:

"Hep diye bir şey yok zaten. O zaman nasıl oluyor da hep'in peşindesin? Sürekli olarak o bütün sevginin, o bütün insanların peşindesin; ha?"

İşte, yıllar sonra, Kızılağaç'ta bir düğün gecesinde, aklıma düştü bu kitap yine. Kütüphanemde yıllardır gözüme çarpmadı. Bulurum herhalde bir yerlerde, acilen okumalıyım.

Ama acilen.

Kapılar herkese sonuna kadar açık

Ben başka bir yerde yaşayamam.

Arada kafam kızıyor, söyleniyorum, çekerim giderim falan diyorum; yok yok, yapamam.

Ben buraya öyle aitim ki... Buralıyım, buradanım, bu kalabalığın parçasıyım. Hem de kimseyi doğru dürüst tanımadan, herkesin yakınıyım.

Size düğünü anlatmaya başlayamıyorum bir türlü. Hep duygular, hep anılar, hep bilinçaltı. İnsanın içinden geçenler, bir dünya kadar büyük. Hatırladıklarımız uzayı dolduracak kadar çok…

"Ne içindeyim, ne dışındayım buranın. Burada değilim"

Olaylar şöyle başladı: Ayşe Teyze'den yumurta aldım. Yolda iki ayrı yaşlıca adamla selamlaştım. Nerede oturduğumu sordular; söyledim. "Akşama bizim burada kına gecesi, yarın akşam da düğün var, sen de gel" dediler; ben de gittim.

Ege'nin her şeyini çok severim. Havası, bitkileri, yemeklerinin yeri apayrı. Adetlerini, şivelerini, düğünlerini, şarkılarını, oyunlarını… Defalarca çekim yaptım, röportajlar yaptım. Ama herhalde işsiz, kamerasız, mikrofonsuz, ilk kez bir Ege köy düğününe katılıyorum.

Arkalarına tülle bir fiyonk atılmış plastik sandalyeye ilişiyorum.

Kapılar herkese açık; tanıdıkları tanımadıkları herkese hoş geldin diyor gelinin annesi ve babası. Yemek yiyin diye ısrar ediyorlar. Nohut, bulgur pilavı, keşkek ve cacık. Kullan at karavanada servis ediyorlar. Yanında da soğuk su ve ekmek.

Şarkılar bir başka alem

Dün kına gecesi ve eğlencesi vardı. Bu arada gelinimizin ve damadımızın kimler olduklarını öğrendim. Sinem, matematik öğretmeniymiş. Damat Burak, kaptan. Nasıl ve nerede tanıştılar, ne zamandır nişanlılar, nerede yaşayacaklar; bu soruların cevapları yok henüz.

Düğün gecesinde eğlence daha bir canlı. Hayatta hiç duymadığım şarkılar dinlemekteyim. Başka bir alemden, başka bir gezegenden gelen şarkılar bunlar.

Altınların vardı, bitti mi?
Dolar'lar Euro'lar gitti mi?
Yoksa cicim ayları geçti mi?
Nerde yedin paraları, söyle söyle!

Ben şok. Dinledikçe krizim yine geri geliyor. Böyle şarkılar yapılıyormuş memlekette meğer, insanlar bunları bilip, dinlermiş meğer…

Arabalar, katlar bitti mi?
Marinada yatlar gitti mi?
Sepeti koluna, herkes yoluna
Aklın başına geldi mi?

Önce kız tarafı eğlencede. Gelin ve arkadaşları oynuyorlar. Altınlardan kolları kalkmıyor Sinem'in, oh bir seviniyorum. İçimden "en azından bu kadar altın, gelecekte bir işe yarar" diye geçiyor.

Davul ve zurnasız düğün olmaz

Erkek tarafı, davul ve zurnayla geldi. Saat 10'u geçiyordu artık. Kalabalık bir erkek topluluğu, belki elli kişi. Birinin elinde upuzun bir değneğe asılı Türk bayrağı vardı.

Hemen eğlenceye karıştılar. Pusetlerde uyuyan bebekler, büyükler gibi oynayan çocuklar gördüm. Meydanın bir ucuna bakkallar tezgah açmış. Çekirdek, fıstık, oyuncak, pamuk şeker satılıyor. Adet böyle, hunharca ayçekirdeği yeniyor. Mecburum, komşum Osman'ın çekirdek poşetini avuçluyorum…

Genç, yaşlı, çocuk, herkes pistte. Döne döne oynanan Ege havaları çalıyor şimdi de. İnsanlar mutlu, herkes eğleniyor. 10 yaşındaki çocuk ve 80'lik hanımlar, aynı halka içindeler. Ritim kaçmıyor, halka bozulmuyor.

Derken konfetiler ve havai fişeklerle gelin ve damat ilk danslarını yapmak için piste çıkıyorlar. Cem Adrian'ın sesinden Sen Benim Şarklılarımsın çalıyor. Bayılıyorum.

İçki içmeden herkesten çok sarhoşum

Neredeyse!

Çok mutluyum, ama bir tarafım da acayip hüzünlü.

Bu lacivert, parlak, serin gece ne çok şey anlatıyor. Engel olamıyorum, bir taraftan gülerken bir taraftan da burnumun direği sızlıyor. Koyunlar, tavuklar, horozlar, kediler, köpekler var yakınlarda. Bir de gelin ve damatı bekleyen süslü bir VIP araç.

Bira şişeleri, rakı kadehleri, arka taraflarda elden ele dolaşıyor. "Abi içer misin" diyor genç bir çocuk. Öyle sarhoş gibiyim ki… Bilse aklımdan geçenleri, bilse nerelere, hangi zamanlara gidip geldiğimi… "Yok canım benim, sağol" diyorum sadece.

Saatler geçmiş meğer. Gece yarısı olmuş, müzik kısılacakmış. Son bir bangır bangır şarkı sonrası, daha kısık seste çalacak olan oyun havalarıyla gecemiz devam edecekmiş.

Son şarkı başlıyor.

Ve ben bu şarkıda, cidden kopuyorum. Kimseler tutmasın beni, midemi tuta tuta gülüyorum. Egem'i, ülkemi, insanımı, yemeğimi, şarkılarımı çok seviyorum…

Ojeni de sür gel Müzeyyen
Rujunu da sür gel Müzeyyen
Ne güzel komşumuzsun
Her gün bize gel Müzeyyen
Tokanı da tak gel Müzeyyen
Küpeni de tak gel Müzeyyen
Ne güzel komşumuzsun
Her gün bize gel Müzeyyen

Fatih Türkmenoğlu kimdir?

Fatih Türkmenoğlu İstanbul'da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi'nde 'işletme diploması' programını bitirdi.
University of Michigan'da bir yıl 'konuk gazeteci' olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi'nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi'nde 'klinik psikoloji' yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV'ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye'den uzun süre haber yaptı.

"Her Perşembe Saat 4'te", "Hayat Gezince Güzel", "Türkiye'de Görülmesi Gereken 101 Yer", "Amerikan Rüyası Tabirleri", "Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun" adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor.

ABD ve Türkiye'de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.

Yazarın Diğer Yazıları

Latin Amerika'nın Paris'i: Buenos Aires

Gezginlere hep "En beğendiğiniz şehirler hangileridir" diye sorarlar. Veya "Nerede yaşamak istersiniz?" Cevaplarım yıllardır hiç değişmez: İstanbul'dan asla vazgeçmem, ama zamanda geri gitmek mümkün olsa 50'lerin 60'ların İstanbul'unda yaşamak isterdim; bu bir. Floransa, Avrupa'da en sevdiğim şehirdir. Yeterli maddi imkanım olursa, oradan bir ev alıp yılın yarısını Floransa'da geçirmek isterim; bu iki. Buenos Aires, uzaklarda beni en çok cezbeden şehirdir. Büyüleyici bir karışımdır, şahane bir mimarisi vardır. Ayrıca insanlarını çok severim. Ömrümün bir kısmını da orada geçirmek isterdim; bu da üç

Hayat dediğin upuzun bir uçuştur

Gittikçe bitmeyen bir yoldayım yine. Benim fıtratımda "gitmek" var. Artık bu yaşımda, bundan yüzde yüz eminim. Çok para, başarı, büyük kazanımlar değil; alnımda yazan sadece gitmek…

En güzel sanat eseri hayatsa eğer...

Bir ağızdan, bağıra çağıra söylüyoruz şarkıları. Gece yarısını çoktan geçmiş saat. Yaşını başını almış üç kişi, bir Nişantaşı evinde, ansızın oluşan bir parti atmosferinde, kendimizden geçiyoruz. Kalpler hep genç, figürler hep 80'lerden, şarkılar her daim yaren…