21 Ağustos 2022

Büyüleyici bir yemek deneyimi

"Masa da masaymış ha, bana mısın demedi bu kadar yüke!"

Değerli dostum Mehmet Yalçın aradı, Antalya'ya, Lara Barut Collection'da çok özel bir akşam yemeğine davet etti. 20 kişilik bir masaya. "Bir şarap evi sahibi de bizimle olacak ve onun favorilerinden oluşan bir şarap serenatı deneyimleyeceğiz" dedi. "Hemen geliyorum, telefonu kapat bir saate yanındayım" dedim…

Gerçekten de bir saat sonra Mehmet'in yanında, Lara Barut Otel'deydim. Çünkü zaten Side'deydim, çantam elimdeydi ve havaalanına doğru yol almaya başlamak üzereydim! Dönüşümü birkaç gün erteledim, hayata biraz heyecan kattım…

Aktüel, Café Pazar ve Radyo Tiyatroları

Mehmet Yalçın'ı çok severim ben. Gazeteciliğe ilk başladığım yıllardan beri tanırım. Neredeyse otuz yıllık dostumdur. Hep belli bir seviyde, hep saygılı bir pencereden seslendik birbirimize.

1995'ti, ilk yazılarım çıkıyordu. Aktüel'de çalışmaya başlamıştım, ama o dönem efsane olan Yeni Yüzyıl'ın Pazar ekine de yazılar yazıyordum. Ah nasıl bir heyecan, anlatamam. Café Pazar'da bir yazım çıktığı zaman, kendimi daha bir gazeteci olmuş hissederdim. Haşmet Babaoğlu, Café Pazar'ın editörüydü. Kaleminin ustalığını zaten biliyorsunuz, ama aynı zamanda o da muhteşem bir insandır. Heyecanlı, tutkulu insanları sever. Gençlere yol açar.

Neyse, uzatmayayım lafı, Haşmet Abi diye onun etrafında dolanıyorum sürekli. Her hafta farklı ve bana göre acayip parlak bir yazı önerisiyle yanındayım. Öyle heyecanlıyım ki, ısrarımla karşımdakini sıkar mıyım diye bile düşünemiyorum…

Bir hafta eski radyolar ve radyo tiyatrolarıyla ilgili bir yazı yazmıştım. Uzun, iyi bir derlemeydi. Café Pazar'ın katı, Aktüel'in dibinde. Mehmet o zaman yine Mehmet Yalçın. Aktüel'de yazıyor. Aslında Sabah, Aktüel, aylık dergiler; herkes iç içe. 

Yemeğe inmek için asansör bekliyordum. O ana dek sadece selamlaştığım Mehmet yanıma yaklaştı. Yine merhabalaştık. “Biliyor musun, yazın muhteşem olmuştu, ellerine sağlık” dedi bana. 

Yepyeni bir gazeteci olarak havalara uçmuştum! 

İşte o an dostluğumuz başladı. Basın kuruluşları mı daha hoşmuş o zamanlar, zamanın ruhu mu farklıymış, bilemedim. Dokunuşlar, övgüler, dostluklar daha gerçekmiş, orası kesin.

Son Yemek tadında bir masa

Benim de misafir olarak ağırlandığım otelin etkinliklerinden birinde, her ay yerel bir şarap evinin sahibi davet ediliyor. Alkollü içkiler konusunda günümüzdeki en uzman isimlerden olan Mehmet Yalçın da, bu özel yemekleri organize ediyor.

Dediği gibi, 20 kişilik bir masadayız. Otelin özel bir köşesinde, çok şık bir salondayız. Sevilen Şaraplar'ın üçüncü kuşak temsilcisi Enis Güner, masanın onur konuğu. Onun bağlarından gelen değişik şarapları tadacağız hep birlikte. Şaraplara uygun bir "pairing", yani eşleştirme menüsü oluşturulmuş. Önce yemekleri mi anlatayım, şarapları mı; bilemedim. Ya da ikisini de fazla detaylı yazmayayım, biraz hayallere bırakayım, daha mı iyi olur acaba?

Masa da masaymış haa

Edip Cansever yazmış, ben yıllardır aynı keyifle, aynı zevkle okurum. İnsan nasıl böyle güzel dizer kelimeleri yan yana, her defasında şaşarım…

Adam yaşama sevinci içinde,
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kaseye çiçekleri koydu
Sütünü, yumurtasını koydu

Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini, çıkrık sesini
Ekmeğin, havanın yumuşaklığını koydu.
Adam masaya,
Aklında olup bitenleri koydu
Ne yapmak istiyordu hayatta,
İşte onu koydu
Kimi seviyordu, kimi sevmiyordu
Adam masaya onları da koydu.
Üç kere üç dokuz ederdi,
Adam koydu masaya dokuzu.
Pencere yanındaydı, gökyüzü yanında,
Uzandı, masaya sonsuzu koydu.
Bir bira içmek istiyordu kaç gündür
Masaya biranın dökülüşünü koydu.
Uykusunu koydu, uyanıklığını koydu
Tokluğunu, açlığını koydu 

Masa da masaymış ha
Bana mısın demedi bu kadar yüke!
Bir iki sallandı, durdu
Adam ha babam koyuyordu. 

Aynen böyle bir masaydı. İngilizler, Amerikalılar, Ruslar, biz Türkler; gazeteciler, otelciler ve şarapçılar; o masaya neler neler koyduk. Dört saat süren yemek, bütün hayatın hızlandırılmış bir belgeseli gibiydi. Neler konuştuk, neler paylaştık, Enis'ten na kadar çok şey öğrendik… Masa, gerçekten kocamandı. Biz koyduk da koyduk, masa bana mısın demedi! 

In vino veritas

Sözün tamamını çok severim aslında: In vino veritas, in aqua sanitas. Yani şarapta hakikat vardır, suda da sağlık. 

Günde en az on bardak su için demişler yani, milattan önce bir tarihte, dikkatinizi çekerim. Su içen sağlıklı kalır, demişler. Şarabı fazla kaçıran da sarhoş oluverir. Ee, sarhoş olan da doğruyuyu ağzından kaçırıverir, sırlar ortaya saçılıverir! 

O gece, o masada, herkes eteğindeki bütün taşları döktü. Hayaller paylaşıldı, rüyalar yorumlandı, telefonlar alındı, kararlar verildi. Madem şarap yalanı, gizliliği sevmezdi; e madem öyle, varsın her şey ortaya çıksındı. Dostlar, düşmanlar, alacaklar, gönül kırıklıkları, sevinçler, eksikler, keşkeler, uzak seyahatler bir bir paylaşıldı. 

Heyecanları ve hayalleri yüreğinde güm güm atan genç adam halim de, o saf çırpınışlarım da, yılmaz çalışkanlığım da aklımdan geçti. Bütün hayat, sonsuz bir şimdi ve belirsiz bir gelecek. Masada konuşulan her şey, yine masada kaldı… 

Pandemiden sonra üretim arttı 

Enis Güner, Sevilen Şarapları deyince akla gelen ilk isim. Dediğim gibi, şirketin de ailenin de üçüncü kuşak temsilci. Babası 82 yaşında, hala aktif. Üstelik sağlam bir tenisçi. 

Enis, ABD'de şarapçılık eğitimi aldı. İşi, tutkusu ve yaşam biçimi. Ondan çok ilginç bilgiler öğrendim o akşam. Örneğin, pandemiden sonra ülkemizde de, dünyanın her ülkesinde de şarap ve içki üretimi artmış. Tüketimi de tabii. Şimdi, Sevilen marka şaraplar, İngiltere ve Amerika'da da sofraları şenlendiriyormuş. Yeni tatlar, markalar her zaman denenirmiş… 

Anadolu, biliyorsunuz, şarabın ilk yapıldığı yer. Zeytinin de ve üzümün de ilk kez ekildiği, işlendiği topraklar. Dolayısıyla tüm medeniyetin başlangıç noktası. Yemekler zeytinyağıyla tatlanmış, bağ bozumlarında kutlamalar yapılmış. Dans, müzik, tiyatro böylece doğmuş. Mutlu zamanlarda halklar kaynaşmış, dünya eğlencenin de olduğu bir yer olmuş. 

Binlerce yıl sonra, aynen bu sofrada da olduğu gibi. 

Beyaz, roze, kırmızı 

Yemeklerle birlikte şaraplar da sofraya geldi. Önce Sauvignon Blanc, ardından Füme Blanc, Innocent Angel, Kalecik Karası, Cabarnet Sauvignon, Muskat ve nihayet kahve ve konyak. Her bir şarabın hikayesini de anlattı Enis Bey. Innocent Angel, yani Masum Melek, roze bir şarap. Yaratıcı, mutlu, neşeli, genç bir şarap olmuş. Pandemide üretilmiş. Masum ama fıkır fıkır bir tadı var. Masadaki herkes bayıldı bu yeni tada. Karışım fikri Enis Bey'den çıkmış. Firmada çalışan uzmanlar bile önce karşı çıkmışlar. Şimdi de herkesin bayıldığı bir marka olarak pazardaki yerini almış. 

Yemeğin sonuna geldiğimizde etrafıma bakabildim ancak. Hemen karşımda iki Müslüm Teke resmi var, müthişler. Otelin her yerinde sanat var, kocaman bir galeri tadında. 

Hayat dediğiniz şey upuzun bir tatil aslında 

Otelin tadını ancak ertesi gün çıkartabildim. Nasıl zevkli bir koleksiyon var… Oteller grubunun sahibi Ahmet Barut'la tanışıp sohbet etme imkanını da buldum. Havadan, sudan, o kadar çok şeyden konuştuk ki… 

Sanat koleksiyonunu nasıl yaptığını soracaktım, unutmuşum. Ahmet Oran, Ekrem Yalçındağ, Kezban Arca Batıbeki ve daha kimlerin eserleriyle doluydu her bir yönümüz üstelik… Hele asansörün baktığı boşluğa yerleşmiş olan bir Seçkin Pirim eseri vardı ki, nasıl olmuş o yeri bulmuş, çok merak ediyordum.

Soramadım. 

Deniz, güneş, biraz yürüyüş, bir gün öncenin hala gülümseten anısıyla yumuşacık bir gün geçirdim. Hayat bir gün, o da bugün, dedim kendi kendime. 

Bodrum ve Sanat

Haftaya Bodrum'da, Sanat Fuarı'nde olacağım. 500 sanatçı ve 40 galeriyle, üçüncü kez kapılarını açıyor Fuar. Ayrıca hafta boyunca etkinlikler, söyleşiler, paneller de düzenleniyor. Bodrum Belediye Başkanı'nın Sanat Fuarı'yla özellikle ilgilendiğini de gözlemliyorum.

Ne dedik?

Hayat kısa, sanat uzun.

Ne dedik?

Hayat, uzun bir tatildir.

Ne dedik?

Sanat, hayatın her alanına yakışır, her anı güzelleştirir.

Haftaya görüşmek dileğiyle.

Fatih Türkmenoğlu kimdir? Fatih Türkmenoğlu İstanbul’da doğdu. Boğaziçi Üniversitesi Psikolojik Danışmanlık bölümünden mezun olduktan sonra New York Üniversitesi’nde ‘işletme diploması’ programını bitirdi.

University of Michigan’da bir yıl ‘konuk gazeteci’ olarak seminerler verdi. Northwestern Üniversitesi’nde Ortadoğu bölümünde araştırma yaptı. Kent Üniversitesi’nde ‘klinik psikoloji’ yüksek lisansı yaptı. Çeşitli terapi eğitimleri aldı, almaya da devam ediyor.

Gazeteciliğe 1995 yılında Sabah grubunda başladı. Sabah ve Yeni Yüzyıl gazeteleri ile Aktüel, Esquire, Cosmopolitan dergilerinde gezi, izlenim yazıları yazdı, çok sayıda röportaj yaptı.

Kuruluş döneminde ilk özel haber kanalı olarak yayına başlayan NTV’ye geçti. Beş yıl çalıştığı kurumda hazırlayıp sunduğu programlarla ödüller kazandı. İzleyen dönemde geçtiği CNN Türk televizyonunda 13 yıl boyunca gezi programları ve belgeseller hazırladı ve sundu.

Milliyet, Cumhuriyet ve Hürriyet Seyahat için yıllarca yazı yazdı. CNN International televizyonu için Türkiye’den uzun süre haber yaptı.

Her Perşembe Saat 4’te”, “Hayat Gezince Güzel”, “Türkiye’de Görülmesi Gereken 101 Yer”, “Amerikan Rüyası Tabirleri”, “Üç Kuruş Fazla Olsun Kırmızı Olsun” adlarıyla beş kitabı yayımlandı.

Moderatör, sunucu olarak da çalışan, şirket yöneticileri ve bürokratlara sunum teknikleri ve medya ile ilişkiler konularında danışmanlık yapan ve TedX konuşmacısı olan Türkmenoğlu, uzman klinik psikolog olarak da danışan kabul ediyor. ABD ve Türkiye’de yaşıyor. Evli ve iki kız çocuk babası.  

Yazarın Diğer Yazıları

Patagonya'dan selam olsun: Ben yokum, dünya var

Biraz ilerisi Antartika; burası da kıtanın da, dünyanın da sonu gibi bier yer. Devasa buzullar, çatur çutur yarılıyorlar. Sonsuz bir ses; ekolu ve derinden… Çok hüzünlü, çok sevinçli, çok çaresiz ve çok hiçbir şey gibi hissettiğim bir an. Ben yokum, dünya var. Burası Patagonya

Anlar, anılar ve hisler: Ressam Ayşe Kazancıgil Döler'in dünyasında bir yolculuk

Adı: Ayşe Kazancıgil Döler. Yaptığı işleri uzun zamandır takip ettiğim bir ressam. İnsanın içini açan, şaşırtan eserleri var. Biraz muzip, bazen geleneksel motiflerle bezeli, bazen şen şakrak şarkılar söylermiş gibi resimler yapıyor. Yaptıkları hiçbir kalıba sığmıyor, ölçeklere nanik yapar bir halde, durmadan çalışıyor…

Arjantin mutfağı: Et, empanada, dulce de leche!

"Ne yeniyor?" diye çok soran oluyor. Malum, Arjantin çok dikkat çekiyor, çok gezginin rüyalarını söylüyor. Konuya açıklık getirmek için buradayım! "Ne yenir?" sorusunu aslında tek kelime ile özetlemek gerekirse, "et" demem yeterli olacaktır. Hadi iki kelime isterseniz; et ve hamur işi. Üçüncü kelimeyi de zorla araya sıkıştırabilirsem: Et, hamur, dulce de leche!

"
"