Birleşmiş Milletler Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ve Kadının Güçlendirilmesi Birimi'nin (UN Women) yayımladığı verilere göre; dünyanın 39 ülkesinde kız ve erkek çocukları mirastan eşit pay almıyor. Dünya kadınlarının yüzde 30'u partnerleri tarafından fiziksel ve/veya cinsel şiddet gördüklerini ifade ediyor. Küresel iş gücüne katılım oranı kadınlar için yüzde 63, erkekler için yüzde 94. Fortune 500 şirketlerinin yüzde 6,6'sında kadın CEO görev yapıyor. Kadınların ev işlerine (ücretsiz) olarak katılımı erkeklerin 3 katı daha fazla. Dünyada kadın parlamenter oranı 2020 yılında 24,9 oranında gerçekleşti.
Dünya Ekonomik Forumu'nun raporuna göre; dünya çapında bugünkü koşulların sürdüğünü varsayarsak, toplumsal eşitliğe ulaşmamıza 99,5 yıl var.
Kadınların hak mücadelesi bir yandan tüm gücüyle devam ediyor. Kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması konusunda dikkat çeken adımlar atarak haklarını elde etmeye çalışıyor. Dinsel, ırksal, cinsiyet temelli pek çok ayrımcılığın önlenmesinde kadın hareketinin de önemli bir payı bulunuyor. Kadınların ekonomik gücünü pazarda hissettirmesi ve hak mücadelesinin güçlü sesi, markaların da tutum değişikliğine neden oluyor. Kadınların talepleri, markaları toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda çalışmaya yönlendiriyor. Kadın hakları ya da kadına şiddet gibi konularda en ufak bir hatayı, kadın tüketiciler hiç affetmiyor, hemen cezalandırıyor. Şu sıralar pek moda olan "çeşitlilik/diversity" programları da bu akım neticesinde doğdu. Aslında yaş, eğitim, sosyo-ekonomik durum gibi pek çok konuda çeşitliliği öngörse de üzerinde en çok durulan, kadın konusu olmaya başladı. Şirketlerde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması, bazı alanlarda kadınlara pozitif ayrımcılık yapılması, tüm haklarda kadın ve erkeği eşit kılmak gibi adımları içeren "çeşitlilik" ve "eşitlik" projeleri iyi niyetli adımlar olmakla beraber, büyük bir değişime neden olamıyor. Çünkü içselleştirilmedikçe tüm bu eşitlik hedefleri bir yanlışla kül olup uçuyor, toplumsal hafızaya yenik düşüyor.
Erkek çalışanlarına kısacık yasal babalık iznini bile çok gören, "eşit işe eşit ücret" politikasından fersah fersah uzak yapıların, "çeşitlilik" üzerine kocaman afişler bastırması davranış değişikliğine yok açmıyor. Eve gidince karısından yemek bekleyen erkek yöneticiler tarafından iletişime taşınan "toplumsal cinsiyet eşitliği projeleri" ile bir arpa boyu yol gidilemiyor. Kadına şiddet uyguladığı ispatlanan çalışanını koruyan, kadınlara türlü bahanelerle kıyafet kodu uygulayan, doğum izinlerine göz deviren, taciz konusunda sesini çıkaran çalışanlarını susturmaya uğraşan yapıların göstermelik hassasiyetlerinin kimseye faydası olmuyor. Afili reklam filmleri, tam sayfa gazete ilanları ya da sosyal medyada pek şekilli içerikler kimsenin hafızasında ufacık bir yer tutmuyor. Çünkü sayfaların arasından gerçek mutlaka görülüyor.
Yapay zekâ eşitliği nereden öğrenecek?
Yüzeysel "kadına eşitlik" çalışmalarının gerçek bir dönüşüm yaratamaması gibi, hayatımızın her alanı toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle dolu. Dünyada film yapımcılarının sadece yüzde 21'i kadın. Fenomen Harry Potter'ın kadın yazarı, cinsiyetini saklayabilmek için ismini kısaltarak, J.K. Rowling imzası atmak durumunda kaldı. Garip birtakım ortamlarda hâlâ kadın şair olur mu "tartışmalarına" cüret ediliyor. Tıptaki erkek egemenliğini, doğum kontrol yöntemlerinin hemen hepsinin kadınlara yönelik olmasından bile anlamamız mümkün. Eğitimin, teknolojinin, siyasetin örneklerini sayısız artırabiliriz. Başka bir deyişle biz, erkeklerin çektiği filmleri izliyoruz, erkeklerin yazdığı kitapları okuyoruz, erkeklerin geliştirdiği tedavileri kullanıyor, erkeklerin yönettiği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada yeni doğan her şey de eskinin izlerini taşıyor.
Sosyal medyada hangi içeriği göreceğimizden Netflix'te hangi filmi izleyeceğimize, kredi başvurumuzun nasıl değerlendirileceğine kadar pek çok noktada karşımıza çıkan yapay zeka (AI) ırkçılıkla, ayrımcılıkla ve toplumsal cinsiyet eşitsizliğiyle mücadelenin yeni belası olmaya aday.
Yapay zekâ yazılımları, derin öğrenme süreci sonunda bir algoritma oluşturuyor. Derin öğrenme ise pek çok konuda henüz 10 - 20 yıllık bir geçmişin verisini kullanarak gerçekleşiyor. Dolayısıyla derin öğrenmenin gerçekleştiği dönemdeki ırkçı, ayrımcı ve cinsiyetçi kalıplar yapay zekâ tarafından aynen kopyalanıyor. Eşitsizliğin dijital izi çok güçlü. Bugün dünyada sağlık, eğitim, hatta eğlence sektörlerinde hâkim cinsiyetin erkek, hâkim ırkın ise beyazlar olduğu düşünüldüğünde, teknolojinin kullandığı verinin de beyaz erkek verisi olduğunu açıkça görebiliriz. Bunun bir örneği Amazon'un iş başvurularını değerlendirmek üzere kullandığı yapay zekâ programında görüldü. Geçmiş 10 yıllık deneyimde erkek ağırlıklı işe alımları "öğrenerek" uygulamaya geçen yapay zekâ yazılımı, erkeklerin daha tercih edilir bir cins olduğunu "düşünüp" kadınların CV'lerini eleme eğilimi göstermişti. Durumu fark eden şirket, yazılımı uygulamadan kaldırdı ancak fark edilmeyen, fark edilse de eşitsizliğin korunmasını isteyenlerce ses çıkarılmayan kim bilir ne kadar çok yapay zekâ yazılımı hayatımızı yönetmeye aday.
Yapay zekanın ayrımcılığının bir diğer kaynağı ise yapay zekâ üzerine çalışanların tüm ırkları, cinsiyetleri ve görüşleri temsil etmemesi. Dünyada yapay zekâ ve veri analizi üzerinde çalışanların sadece yüzde 26'sı kadın; üstelik çoğunluğu beyaz erkekler oluşturuyor. Derin öğrenmede ve üretimde eşitlik ilkesinden beslenmeyen yapay zekâ yazılımının eşitlikçi olmasını beklemek nafile. Hayatımızın dört bir yanını sarmalayan yapay zekayı, kurtulmaya çalıştığımız kalıplarla yeniden yaratmamız da insanın kendi elleriyle cehenneme giden taşları döşemesi gibi.
Neredeyse bütün dünya ataerki üzerine sağlam bir konsensüs oluşturmuş, kırmak isteyene büyük bir itiraz yükseliyor. Bilerek ya da bilmeyerek her bir adımda erkek egemenliği perçinleniyor. Teknoloji de eşitliği sağlamaktan uzak, doğası gereği ortalama insan aklını tekrar ediyor. Toplumsal cinsiyet eşitliğine giden yaklaşık 100 yıllık mesafenin daha hızlı aşılmasının önüne sürekli yeni engeller çıkıyor. Oysa kadınların eşit haklarının olması, erkeklerin haklarını azaltmayacak. Hak paylaşıldıkça çoğalacak.
Gidecek yolumuz uzun. Neyse ki kadınların bu yolculuğa inancı var. Gücü var, sesi var. Neyse ki kadın dayanışması var. Ve kadınlar, toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayana kadar durmayacak.
* * *
İstanbul Sözleşmesi yaşatır
Önce kabul edelim. Türkiye'de "kadın cinayetleri" ve "aile içi şiddet" var. Bir insan hakları ihlali olan bu suçların hak ettiği cezayla karşılanması ve başka suçlar işlenmemesi için caydırıcı olması amacıyla yasal düzenlemelere ihtiyaç duyduğumuz da bir gerçek. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa kadınların hakkıdır, mağduriyetlerinin giderilmesi için hayatidir. Ezilen, şiddete uğrayan, öldürülen bir kadın daha olmasın!