Tokyo Olimpiyatları'nın üzeride bir hayalet dolaşıyor. Baron Pierre de Coubertin‘in hayaleti… Kadınların katılacağı bir Olimpiyat'ın pratik olmayacağını, ilgi çekmeyeceğini, estetik olmayacağını ve uygunsuz olacağını söyleyen, modern Olimpiyat Oyunları'nın kurucusu. 1937'de ölünceye kadar Olimpiyat Komitesi'nin onursal başkanı olarak kalan… "Kadınların Olimpiyat Oyunları içinde alacağı tek rolün erkekleri takdir etmek" olduğunu söyleyen…
Kadın sporcunun istenmediği yıllar
Bugün sporcu sayısı açısından kadınlar ile erkeklerin neredeyse eşit katıldığı Olimpiyat Oyunları, kadın sporculara 1900 yılında açıldı. O yıl yarışan 997 sporcunun sadece 22'si kadındı ve tenis, golf, binicilik gibi birkaç kategoride yarışmalarına izin verilmişti. Kadınlar Olimpiyat Oyunları kapsamında ilk kez 1984 yılında maraton koşabildi. Olimpiyat Komitesi'ne ilk kez 1981'de, Olimpiyat Komitesi Yönetim Kurulu'na ise 1991'de girebildi. Neredeyse 100 yıllık bir mücadele sonucunda... Aradan geçen zaman içinde bugün; Olimpiyat Oyunları'nın misyonlarından biri "sporda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması". Neden mi? Bu uğurda mücadele veren, hatta 1922'de Fransa'da ilk Kadınlar Olimpiyat Oyunları'nı düzenleyerek Pierre de Coubertin'i kadınları sporda görmek zorunda bırakan Alice Millat gibi kadınlar olduğu için.
Ülkemizdeki durum da uluslararası ortamdan pek farklı değil. İlk kadın olimpiyat sporcularımız 1936 Berlin Olimpiyatları'na eskrim dalında katılan Halet Çambel ve Suat Fetgeri Aşeni. İlk madalyayı almak için ise 1992 yılını beklemişiz.
Peki bugün gelinen noktada sporda gerçek bir cinsiyet eşitliğinden söz edebilir miyiz? Ne yazık ki hayır.
Sporla örtbas etme geleneği
Olimpiyat Oyunları'nın talihsiz başlayan kuruluş öyküsünün laneti, sadece cinsiyetçilik temelinden doğmuyor. Spor etkinlikleri, spora ve sporcuya sponsorluk gibi yöntemlerle, var olan anti-demokratik, anti-çevreci ya da hukuksuz ortamın üstünü örtmeye çalışmak anlamında kullanılan "sportswashing" (sporla örtbas etme) terimi ilk kez 1936'da Berlin Olimpiyatları için kullanıldı. İnsanlığın Nazi iktidarı altında tarihin en utanç verici dönemini yaşadığı yıllarda, dünyanın gözünü Berlin'deki Olimpiyat Oyunları'na çevirmek kimin işine yaramıştır bir düşünelim. Üstelik, Olimpiyat Oyunları tarihine bakacak olursak başka pek çok ülkenin ya da iktidarın itibarını temizlemesi için kullanıldığını da rahatlıkla görebiliriz. Tabii bu işlevde Olimpiyat Oyunları'nı FIFA Dünya Kupası, Formula 1 gibi pek çok uluslararası spor organizasyonu yalnız bırakmamıştır. Haklarını yemeyelim.
Tokyo Olimpiyatları'nın tadı kaçıyor
Olimpiyat Oyunları'nın tarihindeki lekeler bugüne belki de bir karma olarak dönüyor. Bu karmada bugünün yöneticilerinin de payı yadsınamaz.
2013'te Olimpiyat Komitesi tarafından 2020 Yaz Olimpiyatları'nın ev sahibi seçilen Tokyo'yu önce pandemi yaraladı. 2020'de yapılması planlanan Yaz Olimpiyatları, pandemi nedeniyle Temmuz 2021'e ertelendi. Günlük vaka sayıları nedeniyle Temmuz 2021 planı da her an askıya alınabilir. Yapılırsa da alınması gereken önlemler nedeniyle tarihin en yüksek maliyetli organizasyonu olacağı söyleniyor. Sponsorların endişeli olduğu, kamuoyu anketlerinde halkın çoğunluğunun ertelenmesini istediği söylentileri dolaşıyor ama sonucun ne olacağını yaşayıp göreceğiz.
Pandemi yetmedi, bir de rüşvet iddiaları gündeme geldi. Tokyo'nun aday olduğu dönemde, ev sahibi adayı kentler arasında Madrid ve İstanbul da vardı. Hatta Tokyo'nun açıklandığı ana kadar İstanbul epey de güçlü bir adaydı. Fransız savcıların Rio'da gerçekleştirilen olimpiyat oyunları hakkında başlattığı soruşturmanın genişlemesiyle öğrendik ki Japonya Olimpiyat Komitesi Başkanı Tsunekazu Takeda, Tokyo'nun seçilmesi için Olimpiyat Komitesi üyelerine 2 milyon dolar tutarında rüşvet vermekle suçlanıyor. Takeda her ne kadar bu tutardaki ödemelerin "yasal lobicilik faaliyeti" olduğunu söylese de 2019 Mart'ında istifasını verip aynı yıl Haziran ayında görevinden ayrıldı.
Bu da yetmedi. Geçtiğimiz Şubat ayında, Tokyo Olimpiyatları ve Paralimpik Oyunları Organizasyon Komitesi Başkanı Yoşiro Mori bir skandala imza attı. Mori, kadınların katıldığı kurulların, kadınların çok konuşması sebebiyle uzadığını iddia eden nahoş bir yorum yaptı. Ülke genelinde ve uluslararası medyada aldığı tepkiler nedeniyle de istifa etmek zorunda kaldı. Oysa Japonya Olimpiyat Komitesi Başkanı Yamashita Yasuhiro, Mori'nin özür dilediğini ve görevinde kalması gerektiğini söyleyerek kendisini desteklemiş, gerçek bir erkek dayanışması göstermişti ama neyse ki hâlâ sözlerinden ve eylemlerinden sorumluluk alıp istifa edebilenler var. Ya da sözler ve eylemleri cezalandırabilen bir kamuoyu…
Yoşiro Mori'nin yerine, sonunda bir kadın, Seiko Hashimoto atandı. Aynı görev için aday olan Japon Futbol Federasyonu Başkanı Saburo Kawabuçi'nin yerine Hashimoto'nun seçilmesi elbette pek çok sembolik anlam taşıyor. Kendisinin icraatlarını görene kadar şimdilik kadın örgütleri bu gelişmeyi olumlu karşılıyor. İzleyip göreceğiz. Bakarsınız tarihin laneti dönmeye bu noktadan başlar.
Bütün bunlar olurken sponsorların nasıl bir tepki ortaya koyduğunu kendilerinden öğrenemedik. Her biri kadın hakları konusunda yüksek sesler çıkarıp büyük bütçeli projeler yapan markaların, en azından Yoşiro Mori'nin istifasında ne kadar etkisi olmuştur pek bilmiyoruz. En azından sponsor markaların tüketicilerinin bunu sorgulaması iyi olurdu. Keşke seslerini duyabilseydik.
Kadınlar kural koyucu olmadıkça etkileri olmuyor
Olimpiyat Oyunları tarihinden kısa bir kesiti incelerken, Fransız Devrimi'nin kazanımlarından olan ünlü "İnsan ve Yurttaş Hakları" sözleşmesinde kadınların erkeklerle eşit olmadığını iddia ederek Kadın Hakları Sözleşmesi'ni yazan ve fikirleri nedeniyle giyotinle idam edilen Olympe de Gouges'u hatırladım. "Biz kadınlar giyotin sehpasına çıkabiliyorsak, neden kürsüye çıkamıyoruz" demişti. Bu ilhamla sorabiliriz: Kadınlar Olimpiyat Oyunları'nda ter dökebiliyorsa, yönetim süreçlerinde neden yer alamıyorlar?
Çünkü kadınlar, yıllar süren mücadeleleriyle sporcu olma hakkını elde edebilmiş olsa bile henüz spor dünyasında gerçekten kadın varlığından söz edebilmek pek mümkün değil. Şimdilik -teşbihte hata olmaz- sadece "kullanıcı" olarak haklarını elinde tutuyor gibi görünüyorlar. Üstelik yalnız Olimpiyat Oyunları'nda değil, örneğin ülkemizdeki spor federasyonlarında da kadınların sesini henüz duymuyoruz. Yönetim kurullarında kadın sesinin duyulmadığı, kural koyucu, yönetici, söz söyleyebilen kadınların neredeyse olmadığı spor dünyasında Baron Pierre de Coubertin‘in hayaleti daha çok dolaşır. Spora yatırımın, spordaki kurallar ve ekipmanın cinsiyet açısından adaletli noktaya getirilmesi için Baron'un hayaletini kaçıran daha çok kadın spor yöneticilerine ihtiyaç var.
* * *
Bugün 21 Mart. Baharın ilk günü. Birbirine zıt gün ve gece bir kez daha birbirine eşitlendi; cinsiyetler hâlâ… Üstelik İstanbul Sözleşmesi...
Nevruz Bayramımız kutlu olsun.