Çok sevdiğim Virginia Woolf'un tüm dünya kadınlarına mesajıyla başlayayım:
"Bir kadın olarak, ülkem yok. Bir kadın olarak, bir ülkem olsun istemiyorum. Bir kadın olarak bütün dünya benim ülkem."
Bütün dünyayı minnacık bir küre kılan Covid - 19 salgını yalnızca bir sağlık krizi değildi.
Birleşmiş Milletler gibi kuruluşların uyardığı üzere aynı zamanda bir insan hakları kriziydi.
Bu durumda, toplumsal müştereklerimizde çağların eskitemediği bir yarık olan "cinsiyet eşitsizliği"nin derinleşmesi de kaçınılmazdı.
Serbest dolaşımda iken ölümcül olabilen bir virüs ile baş etmek için yapılan "evde kal" çağrısının, evde kadına düşen işleri, ev içi şiddeti ve eşitsizler üzerindeki toplumsal basıncı artıracağını öngörmek çok zor değildi.
Hindistan gibi afetin bir felakete dönüştüğü aynı zamanda verileri de olan ve paylaşan coğrafyalarda artan ev içi şiddet, bu şiddete rağmen sokak yasakları nedeniyle yardım kuruluşlarına erişim engeli, istenmeyen gebelikler, güvensiz kürtaj ve güvensiz doğumlardaki artışa dair kayıtlar mevcut tüm kazanımların yalnızca kaybedilmeyip nasıl gerilediğini gösteriyor.
Bizde cinsiyete göre işsizlik ve gelir kaybı ile ilgili araştırmalar var ama ben düşülmüş kısa notlar dışında, ev içi şiddet ve çocuk gelinler konusunda kapsamlı bir yazı ya da araştırmaya ulaşamadım.
Aslında kadınlar, bu salgının etkeni olan virüs ve grip etkeni olan diğer solunum yolu virüslerine ve aşılara karşı erkek cinsiyetinden daha iyi bağışıklık cevapları veriyor ve bulaşıcı hastalıkları daha iyi kontrol ediyorlar. Kadın cinsiyetinde, HIV (AIDS etkeni), Tüberküloz gibi bazı diğer bulaşıcı hastalıkların yaygınlığı ve yükü de daha az.
Salgının değişik dönemlerine ve değişik ülkelere ait veriler, Covid - 19 ile ilişkili kritik hastalık ve ölümün erkeklerde daha sık olduğunu gösteriyor.
İyi bir dergide yayımlanmış iyi bir çalışma ise bunun rastlantısal bir bulgu olmayıp, bağışıklık bilimi açısından bazı cevapları olduğunu ortaya koyuyor. (https://www.nature.com/articles/s41586-020-2700-3; Sex differences in immune responses that underlie COVID-19 disease outcomes.Nature.26 Aug2020)
Deneysel hayvan çalışmaları erkek farelerin virüslere karşı kadın farelerden daha duyarlı olduğunu ve bunun hormonal olabileceğini, testesteronun immun cevapları baskıladığını, kadınlardaki hormonların ise bu cevapları artırdığını gösteriyor.
Bu bulguları bilimsel kimliğimi tümüyle bir kenara bırakarak ve metaforik olarak, kadınlarda adaptif cevaplar yani yaşamsal olan adaptasyon daha iyi diye yorumlayabilirim aslında.
Ama kadınlarda ani ve çabuk ölümleri engelleyen bu kabiliyet maalesef ani ve çabuk ölen erkeklerin kadına şiddeti karşısında çaresiz kalıyor.
En güzel ama amiyane anlatım; salgında az öldüler ama çok çektiler diye özetlemek olacak.
Ben bu yıl 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar gününde sağlık çalışanı kadınların ayrıca anılması gerektiğini düşünüyorum.
Evde kal çağrısına uymak şansları hiç olmadığından, aylarca çıkamadıkları pandemi koridorlarında yaşamlara dokunurken, hemcinslerinin, annelerinin ve yardımcılarının desteklerinden de mahrum kalarak bazen küçük çocuklarını eve kilitlemek zorunda kaldılar.
Pandemin ilk zamanlarında Covid - 19 hastası dışında hiç hasta bakmak şansımızın olmadığı aylardan sonra, odamın kapısında bekleyen hemşire geliyor aklıma.
Bel ağrısı nedeniyle çektirdiği film, omurgasında bir çökme olduğunu gösteriyordu.
Çökmenin nedeni ise tüberküloza bağlı bir kemik apsesiydi.
Teşhise sevindi.
Uzunca süre evde kalabilecekti ve alacağı ağır ilaçları umursamıyordu.
Bekar bir anneydi, başka bir şehirde olan anne ve babasını ise hem seyahat yasakları hem de hastalık bulaştırmaktan korktuğu için getiremiyordu.
Yaşları çok küçük olan iki çocuğunu kapıyı üstlerinden kilitleyerek evde bırakmak zorunda kalıyordu.
Ameliyathane hemşiresiydi ve tüm gün ayakta duruyordu.
Nasıl dayandın ağrıya, diye sordum.
Ağlamaya başladı.
Ağrısı acısına karışmış ve hissetmemişti anlaşılan.
Zihinsel dünyası tek boyutlu olanların bir türlü algılayamadığı evrensel çok boyutluluk nedeniyle başlayan bir salgın, insan eliyle pandemiye, pandemi afete dönüşmüş ise eşitsizliklerin yarığından ışık sızmaz, uçurum olur ve eşitsizleri yutar.
Bu kez de usuma Kelt masallarından fırlamış gibi görünen kızıl saçlı çelimsiz o küçük kız çocuğu düşüyor.
Kendimi, yasaklar biter bitmez her zaman gittiğim kuaför salonuna atmıştım.
Onu ilk kez görüyordum, üzerinde bol duran eğreti bir forma vardı.
Birisiyle konuşuyordum, o da bir kenardan büyük bir hayranlık ve dikkatle bizi izliyordu.
"Burada mı çalışıyorsun?" dedim
Evet dedi, okulumu bıraktım, sonra içerlememiş olduğunu anlatmak istercesine "Annemle babam 'bizim gücümüz buna yetmez' dediler" diye sürdürdü.
Aylarca evde kapalı kalmasından daha iyidir, nasılsa okuluna mutlaka geri döner diye düşünürken bıraktığı okulun zor kazanılan okullardan biri olduğunu, eğitim yeniden açılınca da bir meslek okuluna yazılacağını öğrendim.
Nina Simone'ın o şahane şarkısını dinlediniz mi?
1963 yılında Alabama'da dua için gittikleri bir baptist kilisesinde ırkçı bir terörist atakta katledilen dört kız çocuğu için bestelediği Dört Kadın (Four Woman) şarkısı.
Bu şarkıyı dinleyin, kadınların sesini duyun.
Hele böyle öfkesi, isyanı nota olup yürek soğutan kadınları hiç dinlememezlik etmeyin.
Nina o şahane sesiyle dört bambaşka hikâye anlatıyor ve diyor ki:
"Kadınların dünyayı daha iyi anlamak için kapıları açmada büyük rol oynadığını düşünüyorum."
Zihinsel vasatlığa teslim olmuş bu yerkürenin sakinleri dünyayı daha iyi anlamak istiyor mu?
Geçen yıl 8 Mart için paylaştığım kendimden bir alıntıyla bitireyim:
"Ayrımcılığın aşısı eğitim, çare biziz."