Bir salgın bitirme yöntemi olarak, evlerimizden dışarı adım attığımız andan itibaren yüzümüze maske takmaya başlayalı bir yılı aştı.
Salgın, bizim ülkemizde, neredeyse yalnızca maske ile yönetildi.
Salgının, "pandemi" olarak resmen tescillendiği 11 Mart 2020 ile maskelerin bir korunma yöntemi olarak toplu alanlarda kullanılma önerisinin yapıldığı 3 Nisan 2020 tarihi arasında, bilim insanlarının en çok tartıştığı konu virüsün "hava yolu" ile "aerosol" olarak yayılıp yayılmadığı ve ne tür önlemler alınması gerektiği oldu.
Maske, tarihsel olarak 19. yüzyıl sonlarında ameliyatlar sırasında cerrahlar tarafından takılmaya başlanılmıştı.
Çünkü operasyon odalarında, konuşma sırasında, cerrahların ağız ve burunlarından saçılan damlacıkların tehlikeli olabileceği saptanılmış yani "insan nefesi" ilk kez tehlikeli olarak tescillenmişti.
Nefesin tehlikeli olduğu anlaşılınca da başlangıçta bir mendilden farkı olmayan giderek katmanları artırılan maskelerin ameliyatlar sırasında ya da kızıl, difteri gibi bulaşıcı hastalıkları olanlara bakım verenler arasında kullanılması yaygınlaştı.
Türkiye'de, Nisan 2020'de yaşanan büyük ve keskin bir dalganın ardından erken ve kapsamlı bir normalleşme ile ikinci dalga tehdidi de hemen başladı. İlk önce, Haziran 2020 ortalarında salgının kontrolsüz hale gelmeye başladığı ilk belirginleşen Ankara, İstanbul ve Bursa'da sonra da tüm illerde sokağa çıkarken maske takılması zorunlu hale getirildi.
Gelinen noktada, ülkemizde salgın müdahaleleri arasında uzun süreler boyunca tek başına kalan maske kullanımının, tek başına bir salgını kontrol etmekte yetersiz kaldığı gibi bir gözlemi rahatlıkla paylaşabilirim.
Çünkü, toplumda milyonlarca kişinin ve koruyucu önlemleri azami uygulayan hekimlerin hastalandığı ve öldüğü bu salgında, vakaların ve ölümlerin bir ölçüde azaltılması ancak kalabalıklaşmanın önlenildiği kısıtlamalar ile sağlanılabildi.
Maskenin kalabalıklaşmanın önlenilemediği ve mesafenin korunulamadığı yerlerde bizi hastalanmaktan ancak bir ölçüde koruduğu ama daha önemlisi karşılaştığımız virüs yükünü azaltabileceği böylece ağır hastalıktan koruyabileceği ise iyi çalışmalarla gösterildi.
Maskenin salgın kontrolündeki rolünü de en iyi anlatan, her bir önlemin etkilerinin bir peynir dilimi gibi tabakalı bir biçimde, ayrı ayrı değil de bir bütün olarak işe yaradığını gösteren "İsviçre Peyniri" modelidir.
Bu modele göre, hiçbir önlem tek başına yeterli değildir, her bir dilimin, tıpkı İsviçre peynirindeki gibi delikleri vardır ve bu deliklerden virüs girebilir.
Ancak, mesafe, el yıkama, test, tespit, havalandırma, hükümet tarafından verilecek açık ve güvenilir mesajlar gibi tüm önlemler tıpkı tüm peynir dilimleri gibi birleştiğinde, peynirdeki delikler kapanabilecektir.
Artık bu modele son tabaka olarak aşılamayı da eklemeliyiz.
Maskenin bulaşma riskinin yüzde 10'dan az hatta yüzde 0.1 kadar düşük olduğu açık hava ve sokaklarda takılmasındaki ısrarı sürdürmenin tek rasyonel sebebi ise bir koruyucu bir örtü olmasının ötesinde "salgını kabul ettim, girdiğim her noktada virüs yükü çok yüksek ve kendimi korumaya çalışıyorum" gibi sembolik ve hatırlatıcı işlevi olabilir.
Ayrıca, bize hem mesafe hem havalanma olanaklarını geniş geniş sağlayan açık havada maske takmayı sürdürmenin bir başka önemli gerekçesi de açık havadaki nadir bulaşma yolu olan yakın mesafe kalabalıklaşmaların önlenemediği durağan bekleme alanları içindir.
Bir yüzyıl önceki İspanyol gribi sırasında insanlara dışarıda yüz yüze değil de yan yana konuşmalarının önerildiği anlaşılmaktadır.
Açık havada vakit geçirirken riski azaltmak için bir başka pratik öneri ise şudur:
"Karşılaştığınız tüm insanları sigara içiyormuş farz edin ve siz de onların sigara dumanlarına maruz kalmayacak ve solumayacak şekilde konumlanın."
Çin'de salgının yayılmasının önlenilmesi için çok katı önlemler alınırken, test ve tespit çalışmaları sırasında çok önemli bir bulaşma dinamiği saptanılmıştı.
Eve kapatılan insanlar nedeniyle ev içi bulaşmalar çok artmıştı. Bu yüzden pek çok ülke, en yoğun kısıtlamaların uygulanıldığı zamanlarda bile, açık havada bulunmayı artırarak evde ve kapalı alanlarda çok kalmamayı teşvik edici önlemler aldılar.
Bizde ise ilgili bakanın basın açıklamalarından izlediğimiz kadarıyla ev içi bulaşma, Çin'de yüzde 10-45 olarak bildirilenden çok daha yüksek düzeylere, yüzde 85'lere kadar çıkmıştı.
Ülkemizde tüm kısıtlamalar arasında birincilik açık ara "açık hava yasakları "olarak not düşülmelidir.
Saat kısıtlamaları, açık havada dolaşılacak parkların, bahçelerin, sahillerin kapatıldığı kapatılmalar, tüm maddi sıkıntılarına rağmen, açık havaya iki masa atamayan işletmeler, açık havada şarkı söyleyemeyen, sanatlarını icra edemeyen sanatçılar...
Zaten ben de bu yazıyı, neredeyse kapalı alanlar ile ilişkili tüm kısıtlamaların kalktığı bir hafta sonu, aylardır ısrarla sürdürülen eve kapatılma günlerinden birinde yazıyorum.
Şimdi bu maskeler ne zaman düşecek meselemize gelecek olursam, salgın yükü bakımından dünyada ilk on sırayı, aşılamada ise ortanın son sıralarını bırakmadan tekrar bir yaz mevsimini karşılayan ülkemizde, teselliye benzeyen bir müjde olarak, önce açık havada maske zorunluluğunun kalkabileceği belirtildi.
Sonra bu cümle bunun yüzümüzün terlediği son yaz olacağı cümlesine evrildi.
Salgını yeterince kontrol edebilmek için yaptıklarımızın yetmeyeceğini, yeteceklerin yapılmayacağını anladığımızda, evden dışarı adım attığımız andan itibaren yüzümüze takmanın zorunlu olduğu, maske takma pratiklerimiz beğenilmez ise kolluk güçlerinin fiziksel müdahalesine dahi maruz kaldığımız geçen yazdan bu yana ne değişti pekiyi?
Öncelikle ülkemizde, kapalı kalabalık alanlara girildiğinde hızla artacak, kontrolsüz bir salgının yükü hâlâ sürüyor.
Aşılama düzeyimiz ise, ulaşılması gereken ve salgına katkısı olabilecek aşılama eşiği için çok yavaş. Bu hızla sürdürülürse aylar süreceği söylenilebilir.
Bulaşma zincirindeki sıcak bölgeler olan toplu taşıma, işyerleri, alışveriş merkezleri gibi kapalı alanlar için kısıtlama yokken, saat ve günler ile belirlenen açık hava yasakları sürüyor.
Ancak neredeyse hepimiz artık salgın yönetiminin bir çıkmaz sokak olduğunu ve dünyada aşılamayı iyi sürdüren ülkelerden iyice ayrı düşmeye başladığımızı fark ettiğimizden bir teselliye ihtiyacımız olduğu kesin.
Bir bilim insanı olarak, açık havada maske ile dolaşmanın çok gerekli olmadığını düşünenlerdenim.
Ama salgın yükümüzün, maskelerin zorunlu hale getirildiği günlerden çok daha fazla olduğu ve on binlerce insanın öldüğü, milyonlarca insanın aç ve işsiz, milyonlarca çocuğun okulsuz kaldığı zamandan sonra ve henüz salgının "pandemik faz"ı bitmeden, maskeleri düşürünce derin derin nefesler alabilecek miyiz dersiniz?
Rahat nefesler alabilmek için, bizi nefesimizden hastalandıran bir salgına pek yakışan yüzümüzü örten maskelerden önce farklı maskelerin de düşmesi gerekecek zannederim.
Kaynaklar
1. The Swiss Cheese Model of Pandemic Defense
https://www.nytimes.com/2020/12/05/health/coronavirus-swiss-cheese-infection-mackay.html
2. CORONAVIRUS TRANSMISSION.Should masks be worn outdoors? Babak Javid, Dirk Bassler, Manuel B Bryant, Muge Cevik,,Zeynep Tufekci, Stefan Baral https://www.bmj.com/content/bmj/373/bmj.n1036.full.pdf
3. Everyone Thinks They're Right About Masks.Ed Yong
https://www.theatlantic.com/health/archive/2020/04/coronavirus-pandemic-airborne-go-outside-masks/609235/
4. History of Surgical Face Masks: The myths, the masks, and the men and women behind them.John L.Spooner
https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0001209208713590