02 Mayıs 2021

Kederlerin ve sözün yalnız kaldığı bir mayıs

Karamsar değil, hüzünlüyüm. Ölülerimizi, geride kalanları bu denli kimsesiz bırakmış olmak bizi de kimsesiz bırakıyor

Bu yıl, Nisan ayında sayıya vurmak istemediğim kadar çok, resmî rakamlar ile 8 bin 594, toplamda 40 bini aşan ölüm oldu.

Denizin ortasında alabora olan bir mülteci teknesinden, megafonlarla sağ kalanların sayısını vererek yardım isteyenler gibiyiz.

Ve bu sağkalım içgüdümüzle baş başa bırakılmışlık, ölülerimizi kederlerimizi kimsesiz bırakıyor

Belki de kederimizi henüz ölüm içgüdüsü gelişemeyecek kadar çocuk olanlarımız kaydedip taşıyacak.

Biliyorum, zaten sözü ve kederi yitirmiş olan bazılarımız, yüzünü yaşanmakta olanların karanlık yüzüne döndü çoktan. Tek rahatsızlıkları açtıkları ekranlarda eski normal hayatları ile arayı açan, bazı bulaşıcı hastalıklar ya da halk sağlığı uzmanlarının yaşanmakta olan afeti anımsatan ciddi suratları ve onları dahi gerçekliğe çağıran yüz güldürmeyecek kelimeleri.

Yerküre bir tsunami ile adeta ikiye ayrıldı ve bu tsunami bazı coğrafyaları, mesela Hindistan'ı silip süpürüyor.

Kıyıya varmış olanlar, denizin ortasına dökülmüş olanlara bir megafon bırakıp, kulakları sağır, yeni sığınaklar inşa etmekle uğraşıyor.

Varoluşuna bir mana arayışındaki mistik fantastiklerin uğrak yeri olan olan Hindistan'da olup bitenler şimdi onları ve hatta hepimizi ne kadar ilgilendiriyor diye düşünüyorum.

En azından ilgimizin, yaşanan trajedinin boyutu ile orantılı olmadığı açık.

Günde dört yüz binlere ulaşan ve hala nereye ulaşacağı öngörülemeyen vaka sayıları ve toplam iki yüz bini aşan ki bundan çok daha fazla olduğunu tahmin etmek güç değil, ölüm sayıları ile sokaklarda ölülerini yakan, her saniye insanların nefessizlikten, oksijen tedavisine erişememekten öldüğü Hindistan'da olup bitenin, bizim dilimizdeki yeni metaforu "Hindistan mutantı".

Zannediliyor ki, o mutant böyle bir bir tsunami yarattı. Oysa tsunami, bizim metaforik korkumuz ile yanlışlıkla "mutant" dediğimiz o yeni "varyantı" yarattı.

Bu tsunamiyi yaratanlar ise, bugün bizim ülkemizde yaşanmakta olanların da benzediği, görmezden gelinerek salgının biteceği konusundaki yalancı iyimserlikler.

2020 yılı Eylül ayında ve 2021 Şubat ortası gibi Hindistan'ın "sürü bağışıklık" eşiğini geçtiği konusunda yayınlar yapılıyordu.

Bu çalışmalara göre Hindistan'ın en az yüzde 20'si hastalığı geçirmiş, yüzde 50'si hastalıkla karşılaşmıştı. Üstelik çok fazla aşısı vardı.

Yabancı basın, Hindistan'ın salgını sürü bağışıklığı ile yenmiş olabileceği başlıklarını paylaşıyor, hatta ABD,UK gibi ülkelerde yaşayan Hindistanlı bilim insanları da bunu destekleyen açıklamalar paylaşıyorlardı.

Arşivlerin unutmasını hiç istemediğim şu notu düşeyim, çoktan kaybedilmiş bir savaşın yenilgiyi kabul etmeyen ağır yenikleriyiz biz.

Hindistan'da, toplu cenazeler, düğünler, seçim mitingleri yapılıyordu

Dünyadaki en büyük aşı üreticisi olan Hindistan, elindeki aşıların yüzde 80'ini başka ülkelere çoktan satmıştı. Kendi, aşı merkezlerine gelen insanlar ise "aşımız kalmamıştır" ilanları ile karşılaşıyordu

Ülkede başlatılan aşılama kampanyası sonucu tüm nüfusun toplam yüzde 10'u aşılanabilmiş olmakla birlikte, salgının ortasında sürdürülen bu aşılama kampanyasının kendisinin "bulaşma zinciri "sebebi olarak artıştan sorumlu olduğu düşünülüyor.

 Yaşananlar film olamayacak kadar trajik, filmler ise çoktan gerçek oldu.

Benim yazıyı yazdığım zaman takvim, 1 Mayıs 2021'i gösteriyor

Şili'den yapılan bir çalışmaya göre, "tam kapanma" yapıldığı zamanlarda dahi, yoksullar, sokaklara çalışmak için çıkmak zorunda kalanlar, Covid-19 nedeniyle daha çok ölüyorlar. 

Hastalığı evlerindekilere daha çok taşıyorlar Çünkü, zengin semtlerde, daha çok "testleme" yapılabiliyor, test yapılan yerler daha tenha, evleri kalabalık.

Size de tüm bunlar çarpıcı gelmiyor mu?

Her gün işe gitmek için evinden çıkmak, varsa kumanyasını yemek için maskesini çıkarmak zorunda.

Aşı sırasının gelmesi, sağlığının gerçekten kötü olmasına ya da aslında çalışmaması gereken yaşta olmasına bağlı.

Gittiği aşılama merkezinde bekleyeceği kuyruktaki riski de savuşturabilirse, başka mayıslar görecek..

Yakın bir arkadaşımın annesini, bir başkasının kardeşini, pek çok tanıdığımın yakınlarını kaybettiği ve onları teselli için gidip kederlerini paylaşamadığım, kederlerine dokunamadığım bir haftadan kalmayım.

Bu hafta kapanma öncesi şartları zorlayıp uzun süredir gitmediğim semt pazarına gittim. Hani insan neler yerinde duruyor diye yoklamak ister ya, öyle bir dürtü ile yöneldim her zaman uğradığım köşeye.

Lisede okuyan oğul geçmiş tezgahın başına, gözleri sert bakıyor. Maskenin üzerindeki gözlerim ve ses tonumdan tanıdı.

"Babamı kaybettik hocam" dedi. Ne istediğimi bile sormadan eline bir poşet alıp, yeşilliklerin iyilerinden, her zaman aldığımı anımsadıklarından doldurdu.

Lafı uzatmaya hiç yeltenmedi.

Ellili yaşlardaki babası geldi gözümün önüne.

Önlenilebilir ölümler can yakıyor.

Karamsar değil, hüzünlüyüm. Ölülerimizi, geride kalanları bu denli kimsesiz bırakmış olmak bizi de kimsesiz bırakıyor. En iyi ihtimalle teknemizi bir koyda demirlesek bile sürekli "soluğana" maruz kalarak, iç bulantılarından uyuyamayacağız çünkü.


Kaynaklar

  1. https://eksisozluk.com/solugan--522918, "Soluğan" ;.fırtınadan sonra oluşan dalgaların daha uzak yerlerde kabartılar oluşturması.
  2. Marinalarda bağlı tekneleri pek rahatsız etmez ama koylarda demirli tekneleri çok kötü sallar
  3. Socioeconomic status determines COVID-19 incidence and related mortality in Santiago, Chile.https://science.sciencemag.org/content/early/2021/04/26/science.abg5298
  4. India's massive COVID surge puzzles scientists.https://www.nature.com/articles/d41586-021-01059-y

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

"
"