01 Aralık 2020

AIDS, stigma ve salgınlar

İnsanlık serüvenine, ölüm metaforu hastalıklardan farklı olarak bir de "suç ve ceza" metaforu olarak damga vuran AIDS şimdilerde yalnızca her gün alınan tek bir tablet ile kontrol altına alınıyor

Tıp fakültesine girdiğim 1981 yılında, benden çok uzaklarda bir yerlerde henüz bulunmuş olan bir virüs dünyayı sarsıyordu.

Sonra, ben fakülte koridorlarında koşuştururken, hayran olduğum Rock Hudson'un AIDS'ten öldüğü haberiyle şaşkına döndüm.

Çünkü hastalığını ölene dek bir sır gibi saklamış ve ölümüyle birlikte aslında tüm dünyadan sakladığı bir başka gerçek de ortalığa saçılmıştı.

Gençliğin koşulsuz hoşgörüsü ile hayallerimi süsleyen bu karizmatik yıldızın cinsel yönelimini neden sakladığını hiç anlamlandıramamıştım önce.

O yıllarda virüsün bir lanet olarak özellikle "yanlış cinsel tercihler"i olanları cezalandırmak için yeryüzüne gönderildiği yaygın bir söylemdi.

Tam tarihiyle 04 Eylül 1985 tarihli çok okunan bir gazetemizde şu manşet yer alıyordu "AIDS ancak 30 - 35 kişi ile yatınca bulaşan bir hastalıktır."

Haberin devamında ise o tarihte ülkemizdeki bir tıp fakültesini ziyaret eden Cleveland'dan ABD'li bir uzmanın, kliniklerine başvuran AIDS'li hastaların yarısının kısa bir süre sonra öldüklerini ve bu hastaların en az 30 - 35 erkekle yatmış homoseksüeller olduğunu anlattığı yazıyordu.

Gerçekten de hastalık ilk olarak Los Angeles'ta, önceden sağlıklı beş homoseksüel erkekte nadir bir akciğer enfeksiyonu ile fark edilmiş ve bildirilmişti.

Bu hastaların bağışıklık sistemlerinin çökmüş olduğu fark edilerek hastalığa "Edinsel İmmun Yetmezlik Sendromu" anlamına gelen "AIDS" (Acquired Immunodeficiency Sendromu) adı verildi.

Hastalık etkeni olan HIV (Human Immunodeficiency Virus: İnsan İmmunyetmezlik Virusu) retrovirüsler ailesine ait yeni bir virüstü ve hayvanlardan insanlara sıçramıştı.

İnsanları hastalandıran virüslerin yüzde 60'ı gibi bir zoonozdu. Goriller ve şempanze eti ticareti ve evcil şempanzeler nedeniyle en az dört kez insanlara sıçramıştı.

Şimdi, keşfedildiği yıldan bu yana bitmeyen, en uzun ve en yaygın pandemi olarak adlandıracağımız bu hastalık yaklaşık 40 milyon kişiyi etkiliyor ve bunların üçte ikisi Afrika kıtasında.

Ama şunu unutmamalıyız ki virüsler hiçbir zaman yalnızca hastalık nedeni değildir aynı zamanda evrim için çok önemli rol oynarlar.

HIV virüsünün ait olduğu retrovirüsler bir canlıdan diğerine büyük gen segmentlerini hareket ettirebilen virüslerdir ve bugün insan genomunun yüzde 8 kadarını oluşturmaktadırlar.

Yalnızca eşcinselleri hatta tabir yerindeyse "sapkın insanları" hastalandırdığı ve dokunmakla bile bulaşacağına dair mitler ile damgalamanın yarattığı katastrofiyi, Bohemian Rapsody filminde, Freddie Mercury'nin filmden de muhteşem yaşam öyküsünde izlerken, AIDS dehşetinden, artık şahane ilaçlarla tedavi ettiğimiz "HIV İnfeksiyonu" aşamasına çoktan geçmiş bilim aleminin soğukkanlı bir bireyi olarak tıp dünyasına selam durdum.

Filmi seyrederken burnumun direği sızlayarak, Freddie Mercury birkaç yıl daha dayanabilmiş olsaydı diye düşündüm.

AIDS hastaları ile yolumun sıklıkla kesiştiği ve hayatlarına dokunabilme nedenim olan, uzmanlık alanım olan enfeksiyon hastalıklarını seçtiğim 1987 yılında, ilk ilaçlar bulunmuştu.

Böylece hastalık teşhis konulduğu anda ölümcül bir hastalık olma sınıfından çıkmış oldu. Bundan da önce, çok iyi bir tanı testi bulunarak hastalığın bulaşmasında cinsel ilişki gibi önemli rol oynayan kan ve organ nakilleri öncesinde kan ve organ taramaları yapılarak en önemli bulaşma yolları bertaraf edilebildi.

Virüsün insanlığa bir lanet olarak gönderildiğini çınlatan karanlıklara inat 1996'larda kullanıma giren yeni ilaçlarla yaptığımız "karışım" tedavileri hastalığı Azrail'in elinden alıverdi.

Hastalar artık ölümcül olmayan ama süreğen bir hastalık için sürekli bir avuç dolusu ilaçlar alıyorlar ve hâlâ yanlış anlaşılma ve soyutlanma korkusunun dehşetiyle yaşıyorlardı.

Ben bir enfeksiyoncu olarak AIDS hastalığı ile ilişkili ilk deneyimimde, acil serviste, ana damarına kateter takılması gereken bir hasta için konsültasyona çağrılmıştım.

Hiçbir doktor, damara kateter takma sorumluluğu olan cerrahlar ve hemşireler, hastaya dokunmuyordu. Ben ise asistanlığımın dördüncü yılında ve yaklaşık sekiz aylık gebeydim.

Elime eldivenleri takıp, orada bulunan cerrahların bana sözlü talimat vererek eşlik etmelerini isteyerek, hastanın beslenme ve yaşamsal fonksiyonları için çok gerekli olan kateteri taktım.

Kateteri taktığım beyefendi, birkaç gün sonra öldü. Anladığım kadarıyla mesleki olarak çok önemli pozisyonu -büyükelçi idi- nedeniyle yıllarca doktora bile başvurmaktan imtina etmişti.

Tek yakını olarak kendisine eşlik eden kız kardeşi ise sürekli olarak kardeşinin hastalığı nereden almış olabileceği konusunda aklını yitirebileceğini söylüyor, ben ise kan teması gibi diş çekimi gibi yollarla da bulaşabileceğini anlatarak onu rahatlatmaya çalışıyordum.

Gerçekten de o yıllarda doktorlara bile, çok zor bulaşan bir virüs olduğunu anlatmakta zorlanıyordum.

Başka doktorlar bu hastalara dokunmaktan korkuyor ve tedavi süreçlerine katılmıyorlardı.

İnsanlık serüvenine, ölüm metaforu hastalıklardan farklı olarak bir de "suç ve ceza" metaforu olarak damga vuran AIDS şimdilerde yalnızca her gün alınan tek bir tablet ile kontrol altına alınıyor.

Hastalar tümüyle ve yaşam süreleri kısalmadan normal bir yaşam sürebiliyorlar.

Ama yalnızca hastalıklarına değil hikâyelerine de eşlik ettiğim hastalarım ile ilk karşılaşmamıza daima ürkek sözcükler, gerginlikler ve hatta dehşet eşlik ediyor.

Bana bir hekim olarak doğru sözcükler ile hassas iletişim kurabilmeyi öğreten hastalarımdır onlar.

Hastalık da ilk keşfedildiği yıllardan itibaren, bilim dünyasına, araştırmaların etkilenen tüm grupların ve insanlık yararına olması gerektiğini öğretmiştir.

Hastalık etkeni olan virüsü bulduğu için 2008 yılında Nobel ödülü alan araştırmacılardan olan Françoise Barré-Sinoussi'nin heyecan verici konferanslarını defalarca dinlediğim için şanslı sayılırım.

Tüm zerafeti ve bilgeliği ile hem bilimin bugüne kadar olan umut verici adımlarını hem hastalığın tümüyle eradikasyonunda nihai hedefe varamayışının kabul edilemez oluşunu anlatır.

Doğrusu, bu hastalığın hâlâ her yıl bir milyondan fazla insan öldürmesi ve her yıl iki milyondan fazla yeni hastanın ekleniyor oluşu, çok da kabul edilebilir değildir.

AIDS hastalığını bilen ve izleyen hekimler, bir hastalığın tüm dünyayı birbirine bağladığını bilir.

Ayrıca, ölümcül olanın hastalık değil "stigmatizasyon" olduğunu bilir

Artık, tamamen sağlıklı olarak yaşamanın aldıkları tek bir ilaçla mümkün olduğunu bilen hastalarımın en önemli sorusu ve beklentisi, artık bu virüse ait hiçbir izi taşımamak.

Bu da mümkün olacak mı bilemiyorum ama bilim dünyasının çalıştıkları arasında daha uzun etkili ilaçlar, virüsün saklı kaldığı hücrelerin eliminasyonu ve salgının sonlandırılması var.

"Vardığımız yer henüz başladığımız yerdir." (Naturans, Çetin Balanuye)

Yazarın Diğer Yazıları

Hayat dersi

Hekimlik, hikâyeyi kaybetmeden hikâyeye katıştırılırsa insana yaşamı derinden kavratır. Ama hikâyeyi kaybetmek için önce bulmak gerekir. Yaralanmaktan korkan ise kendi hikayesini de hikâyeyi de bulamaz

AIDS için bir kırmızı kurdele

Bir ülkede çocuklar hiçbir şeyden korunulamıyor, istismar, töre cinayeti ayyuka çıkıyor, her gün okul yolunda birkaç çocuk kayboluyorsa o ülkede bir araftan söz edilmeli elbette. Bilimle iştigal ettiğini düşündüğümüz kişilerin bilgileri dahilindeki vahim durumlar basına düşene kadar sessiz kalmalarına da insanın “pess!” diyesi geliyor

İyilik, güzellik ve çirkinlik

Sonbahar renkleri aslında doğadaki döngünün tablosu gibi. İyiliğin ne kadar yaşamsal, yalnızca yaşamsal da değil evrimsel bir zorunluluk olduğunu düşünüyorum

"
"