Türkiye uluslararası sistemin neresinde?
İkinci Dünya Savaşı insanlık tarihinin en büyük yıkımı. Bundan alınan dersler unutulmamalı. Uluslararası toplum bu nedenle insan hakları hukukunu geliştirdi.
Savaş sonrasında yeni bir uluslararası güvenlik mimarisi düzenlenir. Birleşmiş Milletler bu mimarinin merkezine yerleştirilir. Sistemin dayandığı felsefe; çatışma yerine diyalog yoluyla uzlaşı, çok taraflı müzakere ve kurallara dayalı sistemin oluşturulması. Böylece, uluslararası barış ve güvenliğin korunması, sonuçta sürdürülebilir kalkınma amaçlarının gerçekleştirilebilmesi.
En önemlisi, insan haklarına saygı ve sosyal adaletin, uluslararası barış ve güvenliğin temeli olarak tanımlanması. Bu anlayışla uluslararası insan hakları hukuku geliştirilir. Devletlerin birlikte geliştirdikleri sözleşmelere taraf olarak uygulamaları amacıyla izleme mekanizmaları oluşturulur.
Küresel düzlemde tüm devletlerin katılımı ile oluşan Birleşmiş Milletler sistemine destek amacıyla bölgesel örgütler kurulur. Avrupa Konseyi de bunlardan biri. Demokrasi, hukukun üstünlüğü ve insan hakları normlarının geliştirilmesinde dünyada lider durumunda bir yapı. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi başta olmak üzere 225 sözleşme geliştirir. Güçlü bir ortak hukuk alanı ve denetim sistemi oluşur. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 47 devlet için bağlayıcı kararlar almakta.
İşte uluslararası ve bölgesel sistemin temel yapısı ve işleyişinden kısa bir kesit. Türkiye bunun neresinde?
Türkiye bu sistemin merkezinde. Hem Birleşmiş Milletler’in hem de Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi. Yıllar boyunca siyasi yönelimi ve güçlü diplomasisi ile her iki yapıda da ortak hukuk alanının oluşturulmasına ve güçlendirilmesine somut ve kapsamlı katkıda bulunduğu bir gerçek. Uluslararası alanda Türkiye’nin de katkıları ile geliştirilen standartların Türkiye’de demokrasi eşiğinin yükseltilmesinde yol gösterici olduğu da yadsınamaz.
Kadın hakları ve kadına karşı şiddetin önlenmesi
Türkiye, uluslararası insan hakları hukukunun temel sözleşmelerine taraf. Bu sözleşmeler Anayasa uyarınca iç hukukun da ayrılmaz parçası.
Kadın haklarının korunması, insan hakları hukukunun temel bir boyutu. Bu kapsamda, kadınlara karşı ayrımcılığın önlenmesi ve cinsiyet eşitliğinin sağlanması bu boyutun ana unsurlarından biri. Temel haklara ilişkin tüm sözleşmelerde bu yaklaşım kayıtlı. Türkiye de bu belgeleri onaylamış.
“Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi” (CEDAW) kapsamında yapılan çalışmalarda, özel olarak kadına karşı şiddetin önlenmesi amacıyla yeni norm geliştirilmesi ihtiyacı belirlenir. Bu işlevi Avrupa Konseyi üstlenir. Türkiye bu konuyu Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Dönem Başkanlığı öncelikleri arasına alır. Türk heyetinin aktif katkısı ile sözleşme metni geliştirilir.
11 Mayıs 2011
Türkiye Avrupa Konseyi Dönem Başkanı’dır. Dışişleri Bakanları toplantısı 11 Mayıs 2011’de İstanbul’da düzenlenir. “Kadınlara Karşı Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi” imzaya açılır ve “İstanbul Sözleşmesi” olarak adlandırılır. Ev sahibi olarak Türkiye ilk imzayı atar. Sözleşme’nin bu toplantıda imzaya açılabilmesi, Türkiye’nin yapıcı diplomasisi ile mümkün olabilmiştir.
Türkiye bu arada Sözleşme ile uyumlu 6284 sayılı kanunu çıkarır.
Sözleşme 2012’de TBMM’de tüm partilerin uzlaşısı ile onaylanır. Türkiye Sözleşme’yi onaylayan ilk ülkedir. Sözleşme çekincesiz onaylanmıştır
Yeterli sayıda devletin onayı ile Sözleşme’nin 2014’te yürürlüğe girmesi üzerine oluşturulan Taraf Devletler Komitesi’nin ilk başkanı Avrupa Konseyi nezdindeki Türk Büyükelçisi olur; bu görevi iki dönem boyunca yürütür. Sözleşme’nin bağımsız uzmanlardan oluşan denetim organı GREVIO’ya seçilen Türk üye, bu organın başkanı olur; bu görevi iki dönem boyunca yürütür.
Özetle; Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nin sahibi olmuştur. Diplomasi tarihimizdeki gurur kaynaklarımızdan biri olur İstanbul Sözleşmesi. Türkiye’nin uluslararası konumu için önemli bir kazanımdır.
İstanbul Sözleşmesi, kadın ve erkek arasındaki eşitsizliğin de yol açtığı kadına karşı şiddeti tanımlar, nedenlerini inceler, önlenmesine yönelik yol gösterir.
Bunun dışında, farklı siyasi hedeflere ve tercihlere bağlı olarak Sözleşme’ye yakıştırılan tanımlamalar doğru değildir. Sözleşme’de kimsenin rahatsız olmasını gerektiren bir unsur yoktur. Bu konularda önceki bir yazımızda daha ayrıntılı bilgi vermiştik.
11 Mayıs 2021
Devletlerin uluslararası konumları, öncelikle yumuşak güçleri ile belirlenir. Sert güç yedektir, tamamlayıcıdır. Yumuşak gücün ana kaynağı ise, çok taraflı zeminde yürütülen müzakerelerde ikna yeteneğidir. Uluslararası barış ve güvenliğin temeli, kurallara dayalı sistemde insan haklarına saygı ve sosyal adaletin sağlanmasıdır. Bu anlayışla donatılacak diplomasinin ikna gücü de yüksek olacaktır.
Türkiye 11 Mayıs 2011’de İstanbul Sözleşmesi’nin imzaya açılmasını sağlayan, ilk imzalayan ve çekice koymadan ilk onaylayan devlet olarak uluslararası alanda önemli bir kazanım elde etmiştir.
İç siyasi parametrelerdeki dönüşüme bağlı olduğu anlaşılan bir değişim sonucunda İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme bildiriminde bulunması, bu kazanımın geri alınmasına yol açmıştır. Bunun da ötesinde, bu alanda siyasi yönelimi konusunda yeni soru işaretlerinin oluşması sonucu doğmuştur. Yani yumuşak gücü darbe almıştır.
Daha da önemlisi, iç hukukumuz kadınlara karşı şiddetin önlenmesi mücadelesinde çok değerli bir uluslararası hukuk korumasından yoksun kalmıştır. Anayasa’nın ve 6284 sayılı kanun başta olmak üzere mevzuatımızın bu açığı kapayabilmesini dileriz. Bunun için de siyasi iradenin yönlendiriciliği belirleyici olacaktır.
Şimdi ne olabilir?
Sözleşme kuralına göre, Türkiye’nin Sözleşme’den ayrılması 1 Temmuz 2021’de gerçekleşecektir. O tarihe kadar çekilme bildirimi geri alınabilir mi? Teknik olarak evet, siyasi olarak bilemeyiz.
1 Temmuz 2021’den sonra, siyasi parametrelerdeki değişime bağlı olarak Türkiye Sözleşme’ye yeniden katılabilir mi? Teknik olarak evet, siyasi olarak bilemeyiz.
Bildiğimiz; İstanbul Sözleşmesi’nin imzaya açılışının onuncu yılı nedeniyle Avrupa Konseyi’nin Dönem Başkanı Almanya’nın ev sahipliğinde Berlin’de düzenlediği uluslararası toplantıya davet edilmediğimiz ... Zamanında sahibi olduğumuz herkes tarafından kabul edilen İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemiş olsaydık, bu toplantıda başrolde olurduk, uluslararası görünürlüğümüz zemin kazanır ve yumuşak gücümüz güçlenirdi. Uluslararası ilişkilerimizde günümüzde gözlenen yeni yönelimlerde müzakere eşiğimiz daha yüksek olurdu.